Son günlerde toplumda, şeriat kavramı etrafında farklı seslerin yükseldiğini gözlemliyoruz. Bu nedenle, bu konuda alimlerin görüşlerine başvurarak, şeriatın ne olduğuna ve nasıl anlaşılması gerektiğine dair fikirlerini ele almayı amaçlıyoruz. Bu giriş, konunun önemini vurgulayarak, çeşitli bakış açılarını incelemeyi ve alimlerin fikirlerine başvurmanın önemini ortaya koymayı amaçlıyor.
Din ve şeriat kavramlarının ayrımını ilk dönemde özellikle Ebu Hanife ve diğer bazı fukaha tarafından yapıldığına şahit oluyoruz. Günümüzde de Kur’an'daki kavramlar üzerinde yapılan bazı yaklaşımlarda din ve şeriat ayrımını görmek mümkündür.
Bu görüşü savunan alimlere göre, “ed-din” terimi değişmeyen inanç ve amel hükümlerini ifade ederken, “şeriat” ise farklı toplumların ihtiyaçlarına ve zamanın gereksinimlerine göre değişebilecek hukuki düzenlemeleri temsil etmektedir. Tabii ki, bu iki kavramı aynı kabul eden alimler de vardır. Doğrusu, bu iki kavram İslam düşünce tarihinde zaman zaman öne çıkmış ve İslam alimleri tarafından farklı görüşlerin beyanına sebep olmuştur. Bu konu günümüzde de güncelliğini ve önemini korumaktadır.
Şimdi İslamî kaynaklarda ve günümüzde dinin sabit olduğu, hukukun ise değişken olduğu konusunda din ve hukuk ayrımına dair kaynaklara kısaca göz atalım. Başta konuyu Kuran ayetlerinin ışığında ele almaya çalışalım. Hiç şüphesiz, Kuran ve sahih sünnet, bu konuda en temel referanslarımızdır.
Konuyu şöyle özetleyebiliriz: "Allah indinde din sadece İslam'dır." (Al-i İmran Suresi, 3:19) Bu ayete göre, bütün peygamberlerin tebliğ ettiği dinin ortak adı İslam'dır. "Allah nezdinde din yalnızca İslam'dır ve bu din, tüm insanlar içindir. O'nun adı da İslam'dır." İslamın teslimiyet olduğu hakikatı bu gerçeği ifade etmektedir.
Din, Allah ve insan arasındaki ahlaki değerleri, ibadet emirlerini ve birçok toplumsal yükümlülüğü içerir. Din, Allah'tan insana emir olarak gelir; insandan Allaha ise ibadet itaat ve teslimiyet şeklinde ifade edilir. Kuran'da "ed-din" farklı şekillerde nitelendirilmiştir. Örneğin, Allah'ın dini, hak din, doğru din ve doğru yol bunlardan bazılarıdır. İnsanlık tarihi boyunca din, değişmez evrensel bir sünnetullah olarak ifade edilmiştir. Ancak tarih boyunca farklı şekillerde şeriatlar gelmiş ve zamanla hükümleri değişmiştir.
Bu görüşe göre, din bütün peygamberlerde tebdil ve tağyire uğramamış, sadece dinin hükümleri olan şeriatlarda zaman ve şartlara göre değişiklik göstermiştir. Bu görüşün temel dayanağı ve kaynağı Kur'an'daki şu ayetlerdir: "O itikadi konularda, Nuh’a emrettiğini ve sana (ey Muhammed) vahiy aracılığı ile öğrettiğimizi ve aynı zamanda İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimizi sizin için uygun gördü: Sahih itikada sağlam bir şekilde sarılın ve o konuda bütünlüğünüzü bozmayın..." (Şura, 13) Bu ayet dinin tek olduğuna işaret ederken, "...Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol belirledik..." (Maide, 48) mealindeki ayet ise şeriatların birden çok olduğunu açıkça ifade etmektedir.
Milletlerin ihtiyaçları ve durumlarının zaman içinde değişeceği gerçeği göz önüne alındığında, bazı alimler şeriatları dinden ayrı değişkenler olarak görmüşlerdir. Bu görüşün sebebini şöyle açıklamışlardır: Çünkü şeriatlar muhtelif ve birbirinden farklıdır; din ise daimidir, devamlıdır, mahfuzdur, yerleşiktir, bünyesinde herhangi bir çelişkiye yer yoktur. Bunun ötesinde, şeriatlar hikmet ve maslahatın gereği olarak ve Allah'ın iradesiyle milletlerin zamanlarına göre farklılaşmıştır. (Kurtubî, el-Câmi li ahkâmi’l-Kur’ân, XVI, 10-11)
Bu durum, milletlerin ihtiyaçlarına ve zamanın gereksinimlerine göre şeriatların dinden ayrı değişken olabileceğini gösterir. Ebu Hanife de bu gerçeği göz önünde bulundurarak ayet ve hadislerden din ve şeriat ayrımı sonucuna varmıştır. Bu görüş bize bazı hükümlerin ihtiyaca bağlı olarak yeniden yorumlanması gerekliliğinin içtihat kapısını açık tutuyor.
Sonuç olarak, Profesör Abdullah Kahraman, Ebu Hanife'nin konuyla ilgili önemli açıklaması şöyledir: "Bilmiyor musun ki, Allah'ın Resulleri muhtelif dinlere mensup değillerdi. Hiçbiri kendi kavmine, kendisinden önce gelmiş olan resulun dinini terketmeyi emretmemiştir. Çünkü peygamberlerin dini birdir. Buna mukabil her resul kendi şeriatına davet ediyor, kendinden önceki resulün şeriatına uymaktan nehyediyordu; zira resullerin şeriatları çok muhteliftir. Bundan dolayı, Allah Kur'an-ı Kerim'de 'sizin her biriniz için bir şeriat, bir yol tayin ettik. Eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı'; Mâide, 5/48. 'Senden evvel hiçbir peygamber göndermedik ki, ona, "Benden başka hiçbir ilah yoktur, ancak bana ibadet edin," diye vahyetmiş olmayalım'; Enbiyâ, 21/25. 'Allah'ın yaradışı değiştirilmez, en doğru din budur' buyurmuştur." Rûm, 30/30.
Dinin tamamlandığını ifade eden Maide Suresi'nin 3. ayeti, müfessirlerce imani konuların tamamlandığı şeklinde yorumlanmıştır. Ancak ferâiz ve ahkâma dair konuların tamamlandığı konusunda ihtilaf bulunduğunu ifade etmişlerdir. Örneğin, Taberi'nin ifadesine göre, miras paylarını ifade eden ferâiz ayeti olan Nisa Suresi'nin 176. ayeti, Maide Suresi'ndeki tamamlanma ifadesinden sonra nazil olmuştur. Büyük müfessir Taberi, İbn Cerir'in "Câmiu’l-beyân" adlı eserinde bu durumu açıklamıştır;