Hiç şüphesiz ki yeni nesillerde dini inançların zayıflamasının pek çok sebebi vardır. Tek bir yazı kapsamında bunların her birinin üzerinde tek tek durmak imkânsız olduğu için ben burada sadece önemli gördüğüm birkaç sebebe dikkat çekmeye gayret edeceğim.
Ne yazık ki burada bahsedeceklerime benzer sebepler ve sorunlar üzerinde pek durulmadığı içindir ki, bilimsel ve teknolojik gelişmeler karşısında dini inançlar genç nesillerin nazarında gün be gün erimekte ve hatta yok olmaktadır. Üzerinde durulmaktan kaçınılan, ötelenen ve maalesef çözümlenmeyen sorular ve sorunlar biriktikçe birikmekte ve etkisi gün be gün katlanan bir sorunlar yumağına dönüşmektedir. Genç nesiller ise, bu sorunlara ve artan sorularına bilimsel gerçeklere uygun ikna edici cevaplar bulamayınca çareyi topyekûn inkâr veya redde bulmaktadır.
İnançtaki zayıflamanın en büyük sebeplerinden birini tarihin gerisine düşmüş bazı dini anlayışların bilimsel ve ilmi gelişmelerle ortaya çıkan yeni gerçekliklere ve çağın gereklerine uygun olarak tadil ve tecdidini ihmal etmek oluşturmaktadır. Aslında bu sorun yeni değildir. Mezhepsel ve fikri ayrılıkların pençesinde kıvranarak zayıflayan ve sömürgeciliğin sultasına karşı koyamayan İslam dünyası on dokuzuncu asırdaki bilimsel gelişmeler karşısında da benzer şekilde bir şok yaşamış, bu meydan okumaya karşı sağlıklı bir cevap vermekte aciz kalmıştı. Bu süreçte Müslümanların bir kısmı çareyi mütegalibelerin inanç ve kültürlerini koşulsuz benimsemekte bulurken, ekser kısmı ise karşı karşıya kaldıkları bu travmanın üstesinden gelmenin yolunu savunmacı bir refleksle üstün millet ve kültür olma iddiası güden siyasi ve hamasi söylemlerde bulduğunu sanmıştı. Bilimsel meydan okumalara bilimle, fikri meydan okumalara fikirle karşılık vermek yerine kaba güce dayalı mücadelenin sonuç verebileceğini sanmışlardır. Böylece, ortaya çıkan şüphelerine ve sorularına aklî ve mantıkî cevaplar bulamayınca insanların o güne kadar inandıkları şeylere bile inanmak istemeyecekleri gerçeğe inanmamışlar. Bugün ise bu sorun geçmişe göre çok daha keskinleşmiş, çok daha hayati bir hal almış durumdadır.
Genç nesilleri dini duygu ve düşünceden uzaklaştıran bir diğer sorunu ise, dinin hadsiz bir istismarla dünyevi amaçlara alet edilmesi oluşturmaktadır. Dahası kendilerini dindar diye sunanların önemli bir kesiminde samimiyet ve dürüstlüğün esamesinin okunmaması, hizipleşmeler ve çatışan hiziplerin kendi menfaatleri ve çıkarları çerçevesinde dini inanç ve düşünceye istedikleri gibi ekleme ve çıkarmalar yapmaları da dini inanca olan güven ve itimadı sarsmıştır. Vaziyet öyle bir hal almıştır ki, bugün gençler inandığını iddia edenlerle inanmadığını söyleyenler arasındaki tek farkın Allah’ın varlığını inkâr edip etmemeğe indirgendiğine ve dahası --Türkiye örneğinde olduğu gibi-- inandığını iddia edenlerin inanmayanların bile yapmadıkları ahlaksızlıklara ve kötülüklere imza attıklarına şahitlik eder olmuşlardır.
Öte yandan, genç nesillere ulaşma konusunda ortada ciddi bir metodoloji sorunu olduğundan bahsetmek de mümkündür. Müslümanlar, inandıkları dine en büyük hizmetin inançlarının günün şartlarına uygun bir şekilde kabul görmesine çaba sarfetmek olduğunu bir türlü kavrayamamakta. Tarihin bir aşamasında donmuş anlayış ve düşünceleri ısrarla taklit etmeyi sürdürmekte ve bu yaptıklarını adeta inancın bir rüknüymüş gibi görmektedirler. Oysaki bu taklitçi ve ezberci yaklaşım inanç esaslarının gençlere ulaşıp sinelerinde makes bulmasının önünde çok ciddi bir engel teşkil etmektedir. Bu konuda çaba harcamak bir yana kalıplaşmış bir zihniyetle hareket edenler dinin zamanın gereklerine göre tefsir edilmesinin gerekliliğini savunanları dinden çıkmış ve sapmış olarak görmekte ve kitlelere öyle göstermektedirler.
İnanca dair bazı öğretilerin oldum olası hiç bozulmadıkları ve her devirde geçerli oldukları inancıyla daha küçük yaşlardan itibaren yaygın şekilde öğretilmesi ve öğretildiği çerçevede hareket edilmesi bugün geniş kitlelerin bir dini tecdide ihtiyaç duyulduğu gerçeğini kabul etmemesinin en önemli sebeplerindendir. Gerek tarihi perspektiften gerekse sosyolojik açıdan meseleye yaklaşıldığında bugün genç nesillerle köprü kurulmasına engel teşkil eden mevcut fikri, ilmi durağanlığa ulaşılmış olmasının şaşılacak bir tarafı olmadığı görülecektir. Hal böyleyken yolunda çaba sarf ettiğimizi sandığımız inanca dair gerçekliğin gün be gün erimekte olduğunun çoğu dindar ne yazık ki farkında bile değil.
Bu konuda önemli bir hususu da -- daha önce değindiğimiz üzere-- dini inançların baskılarla kabul ettirilme alışkanlığı oluşturmaktadır. Oysaki bir inancın baskıyla kabul ettirilmeye çalışılması o inancın içerdiği mesajı anlatamama yetersizliği ve kifayetsizliğinden başka bir şeye delalet etmez. Söz konusu yetersizlik ve kifayetsizlik derinleştikçe doğal olarak sebep olduğu sertlik de derinleşiyor ve bunun doğal sonucu da artan dinsel şiddet ve baskı oluyor. Böyle bir yöntemle de genç nesillere ulaşmanın mümkünü bulunmuyor.
Asıl sorun ise, yeni nesillerin inanç hakikatlerini yaşadıkları çağın gerçeklerinin testinden geçirmeden kabul etmeyeceklerinin bir türlü anlaşılmak istenmemesi. Tıpkı bu nesillerin hür iradelerini hesaba katmayan, dayatmacı ve baskıcı inançlardan kaçmalarının anlaşılmak istenmemesi gibi. Oysaki içinde bulunduğumuz zaman, anlatılan menkıbe, masal ve hikayelerin bile dinden kabul edildiği o geçmiş asırlardan çok farklı. İnsanların bir inanca ya da düşünceye ikna edilmelerinin çok daha sofistike metotları, daha nitelikli temsili gerekli kıldığı bir zaman bu. Ama, ne yazık ki, bugün İslam dünyasını oluşturan 57 ülkenin, bu ülkelerde aktif olan dini toplulukların hiçbiri bu ihtiyacı anlayabilecek ne ilme ne temsil kabiliyetine ne de liyakate sahip görünüyor.