Müminlerin hayatında üç önemli aşama vardır. Bu aşamaların birincisi "iman" etme, ikincisi "hicret" etme, üçüncüsü ise "cihad" etme aşamasıdır.
Hicret kelimesi Kur’an-ı Kerim'de türevleriyle beraber otuz küsur yerde geçmektedir. Hicret edenlere "Muhacir" ve onlara bağrını açıp yardım edenlere ise "Ensar" denir. Ashaba bu iki unvan isim olarak Allah tarafından en şerefli ve onurlu sıfatlar olarak verilmiştir. Tabii ki hicret kapısı bütün çağlara, zamanlara ve mekanlara açıktır.
Kelime olarak "Hicret," lügat (genel) anlamıyla bir diyarı terk edip başka bir diyara göç etme olayına denir. İstılah (özel) manası ise; Allah'ın emriyle Peygamberimiz s.a.v ve ashabının 622 tarihinde Mekke'den Medine'ye göç etme tarihi olayına denir. Hicreti diğer göç olaylarından ayıran en önemli özellik, hicrette en önemli şartın niyetin sadece Allah'ın rızasına dayandığı gerçeğidir. Bu yönüyle her göç olayına hicret nazarıyla bakılamaz. Fakat her hicret aynı zamanda mukaddes bir göçtür. Peygamberimiz s.a.v niyet hadisine baktığımızda bunu açık bir şekilde görebiliriz. Hicret eden muhacirlerden bir kişi hariç bütün Sahabe Efendilerimizin Allah'ın rızasından başka hiçbir gayeleri olmamıştır.
Bizler hicreti önce enfüsi (içe) doğru ve sonra afakî (dışa) doğru olmak üzere ikiye ayırıyoruz. İnsanın ruhlar aleminden sonra bir hücre olarak anne karnında başlayan hayat safhalarından sonra dünyaya gelişi ile geçirdiği ve geçireceği hayat safhaları her birisi bir nevi hicret olduğu gibi hayatı yaşaması ve buradan göçüp gitmesi de ayrı bir hicret şeklidir. Yine bir tohumun ağaç oluncaya kadar geçirdiği safhalara bu açıdan bakabiliriz. Fakat hicretlerin en hayırlısı, niyet hadisinde ifade edilen, sadece Allah ve Resulullah için yapılan hicrettir. Dünyaya ve dünyalıklara bakan yönleriyle hicret bahsimizin dışındadır. Kısaca hicret, genelde insanlığın ve özelde bütün peygamberlerin hayatında var olan önemli bir olaydır. Her nebi hicret etmiştir. Öyle ki hicret etmeyen nebi yoktur.
Hicret kavramı Kur’an ayetlerinde mutlak (genel) olarak geçmektedir. Bunun mutlak olarak geçmesinin birçok hikmeti vardır. Kuran ayetlerinde hicret kelimesinin mutlak zikredilmesindeki hikmetlerden biri şudur: Müslümanlara zorluklarla başa çıkma, sabretme, imanlarını güçlendirme, dayanışma içinde olma, mücadele etme ve örnek davranış sergileme gibi önemli mesajlar verir. Hicret, İslam tarihindeki önemli bir olay olmasının yanı sıra Müslümanlar için manevi ve ahlaki açıdan önemli bir değeri temsil eder.
Asıl tarihi hicret olayı Mekke'den Medine'ye yapılan iki hicretten sonra Allah c.c'nin izniyle başlamış oldu. Efendimiz önce ashabını gruplar halinde yola çıkmalarını ve yolda dikkatli ve tedbirli olmalarını emir buyurdu. Efendimiz s.a.v daha sonra Hz. Ebu Bekir r.a. ile hicret etmek için yola çıktılar. Fakat Medine'ye ters istikamet olarak Mekke'ye beş km uzak olan Sevr Dağı'ndaki Sevr Mağarası’na gittiler. Orada üç gün kaldılar. Hz. Ebu Bekir r.a. her şeyi ayarlamıştı. Her gün Mekke'den onlara haber getiren biri vardı. Bu şahıs Abdullah b. Uraykıt idi. Bu zatın inanç kimliğine bakıldığında günümüzde de inanç kimlikleri farklı olan bazı eşhası mühim, Müslümanlara yardımcı olmaları çok manidardır.
Efendimiz her gün hicret edenlerin durumunu öğreniyordu. Bir vefat haberinin dışında herkes sağ salim olarak Medine'ye ulaşmıştı. Bu durum hem Efendimizi hem de bütün ashabı çok memnun etmişti. Fakat müşrikleri çılgına çevirmişti. Onlar nice ödüller ortaya koymuşlardı, fakat bütün planları boşa çıkmıştı. Allah, yardım ayetleriyle Efendimize ve ashaba moral vermişti. Elhak öyle de olmuştu.
Bir hususa dikkatinizi istirham ediyorum. Mekke-Medine arası 450 km'dir. Fakat Efendimiz s.a.v sekizinci gününde Rebiülevvel'in 12. pazartesi akşamı Kuba'ya, yani Medine'ye varmışlardı. Bu da bize her gün en az 60 km yakın yol kat ettiklerini göstermektedir. Bir de çölün kavurucu sıcaklığını düşününce bunun ne anlama geldiği çok daha iyi anlaşılacaktır.
Bizler her yeni hicri yılbaşında bir araya gelerek hicretin Ashabın ruhunda meydana getirdiği o eşsiz dava uğruna her şeylerinden vazgeçme düşüncesinin kalplerimizde ve ruhlarımızda yeniden bir diriliş hareketini meydana getirmesi için toplanıyoruz. Hicri yılbaşı aynı zamanda biz müminlere her yıl bağımsızlık ve özgürlük günü kutlamalarını hatırlatır.
Hicret olayının İslam tarihindeki önemine kısaca temas etmek istiyorum. Tarihin ve takvimin milletlerin ve toplumların hayatında çok önemli yerleri vardır. Çünkü milletler tarihle geçmişlerini bilecekleri gibi sağlam bir gelecekte ancak bir takvime göre planladıkları zaman mümkün olacaktır. Yoksa gelecekte bilinmeyen bir millet olarak kalacakları gibi sağlam bir gelecek de inşa etmeleri mümkün olmayacaktır.
Hicret olayının tarih başlangıcı olarak kabul edilmesi, halife Hz. Ömer r.a'nın şura heyetini toplayarak, Müslümanlar için tarihin başlangıcı olacak olayın genel kabul görmesi için hangi olayın uygun olacağına dair fikirlerini beyan etmelerini istemesiyle gerçekleşmiştir. O güne kadar Arapların kendilerine göre belirli bir tarihi takvimleri yoktu. Genelde herkes olayları fil yılı olayı ile irtibatlandırarak değerlendiriyor ve sonra ona göre bir tarih ortaya konuluyordu. Halife Hz. Ömer ve diğer şura üyeleri içinde Hz. Ali r.a'nın önerisi olan hicret olayı, genel kabul görerek tarihin başlangıcı olarak ilan edildi.
Tarih geleneğinde tarihin başlangıcı olarak kabul edilecek bir olayın mutlaka çok önemli, ya dini bir hareketin doğuşu veya önemli bir fethin, zaferin günleri olması gerekiyordu. Fakat İslam halifesi Hz. Ömer r.a, istişare heyetinin genel kabulü ile Hz. Ali r.a'nın önerdiği hicret olayını tarihin başlangıcı olarak kabul etmiştir. Artık Müslümanların da bir takvimi vardı ve olaylar bu takvime göre kayda geçecekti. Gelecek nesiller tarihlerinin başlangıcı sayılan bu mukaddes hicret olayının kahramanlarını her sene yeni bir aşk ve şevkle yad edecekti.
Her sene hicret etkinlikleri yaparak bu olayın önemini hatırlatmamız, bu sahabe efendilerimizin fedakarlık ruhunu canlı tutmamız açısından çok önemlidir. Çünkü bu sahabe efendileri, inançları uğruna her türlü zorluğa göğüs gererek Allah ve Resulullah için yurtlarını terk etmiş kahramanlardır. Henüz Peygamberimiz s.a.v onüç yaşındaki buluğa ermemiş bir genç gibi, Ashab bu tarihi olayla muhatap kalmış ve dava uğruna fedakarlık göstermişlerdir. Böylece tarihin başlangıcı olarak kabul edilecek en önemli olay hakkını kazanmıştır.