Ayrım gözetmeksizin herkes için istemediğimiz müddetçe hak ve adalet isteğimizde ne samimi olabiliriz ne de inandırıcı. Kötülüğü kim yaparsa yapsın kötülüğün failini kötü görmediğimiz sürece de ne iyi bir insan olabiliriz ne de bir iyilik insanı. Hak ve hukuka dair konular öyle konulardır ki seçici davranmayı asla kaldırmaz. Seçici davrananları ise hak, hukuk ve hakikat insanı olmaktan çıkarır, adamına göre tavır almak suretiyle hak ve adalet nosyonunu çıkarları için kullanan iki yüzlü menfaatperestler olarak etiketler.
Şüphesiz ki, kötülük düşünüp kötülük eyleyenlerin iki cihanda da yatacak yerleri yoktur. Ama, kötülüğe ve zulme maruz kalmış birileri için hak ve adalet isterken benzer zulümlerin kurbanı olmuş başkaları için cılız da olsa ses çıkarmamanın bu kötülükten bir farkı var mıdır? Benzer şekilde kötülük, zulüm ve ahlaksızlık yapanlar öteki görülen taraftansa bangır bangır bağırmak, kendi tarafındaysa suspus olmanın söyler misiniz fiilen kötülük düşünüp kötülük işlemekten ne farkı vardır? Böyleleri belki de, iki yüzlü tavırlarından cesaret bulan o kötü fiileri işleyenlerden daha bile kötü, daha bile ahlaksızdırlar.
Ne teessüf vericidir ki, bugün Türkiye’de evrensel kabul görmüş en temel ahlaki değerler ve en olmazsa olmaz hukuki ilkeler tamamen ayaklar altına alınmıştır. “İki yüzlü” diye tanımlamak bile meramımızı anlatmakta yetersiz kalacağı için “çok yüzlü” diyebileceğimiz hareketler ve tipler alabildiğine çoğalmıştır. Lafa gelince mangalda kül bırakmayıp, hak, hukuk, adalet ve ahlak gibi değerleri kendi cephelerinin birer alamet-i farikası gibi sunanlar, gerçekte ise haksızlığın, hukuksuzluğun ve ahlaksızlığın ana kaynağı, başlıca adresi haline gelmişlerdir.
Söylemleri ve eylemleri birbirine uymayan bu güruhu iki kategoride ele alabiliriz. Bugün sosyopolitik hayatta etkin olan bu kategorilerden her ikisinin de kökleri maziye dayanmaktadır. Bu grupların zahiren birbirlerine karşıymış gibi görünmeleri sizi aldatmasın. İttihat ve Terakki’nin devamı niteliğindeki “Kemalistler” de, Osmanlıcılığın devamı oldukları iddiasındaki siyasal İslamcılar da temelde aynı gayeye, yani sadece kendi çıkarlarına hizmet ediyorlar.
Bir asrı aşkın bir zamandır birbirlerini besleyerek gelişen bu gruplar temelde benzer karakteristik özelliklere sahiptirler. Evrensel hukuk ve ahlak ilkeleri perspektifinden biraz yakından bakıldığında bu iki kampın aslında birbirlerinin ruh ikizleri oldukları görülecektir. Dertlerinin ne hak ve hukuk ne de adalet olmadığı, tek emellerinin menfaat ve iktidar elde etmek olduğu anlaşılacaktır. Hak ve hukuk her iki hizip içinde kendi ideolojik veya grup menfaatlerine hizmet ettiği müddetçe değerlidir. Aksi takdirdeyse en bariz hukuksuzlukları hukukun yerine koymakta bir lahza tereddüt etmezler. Menfaatleri gereği icraya koydukları tüm hukuksuzluklarını da “kutsal amaçlar uğruna” kılıfına sokmakta ise üstlerine yoktur. Türkiye gibi hak ve hukuk anlayışı gelişmemiş ülkelerde “kutsal devlet” anlayışının hâkim olması boşuna değildir. Her türlü haksızlığı, hukuksuzluğu, zulmü ve şenaati gözünü kırpmadan işleyen muktedirlerin kutsal gerekçeleri hazırdır: Her şey vatan ve millet içindir. Söz konusu vatansa gerisi teferruattır... Bu kılıfla işledikleri cürümler arttıkça “kahramanlık” payeleri de yükselir. Çünkü bizimkisi gibi toplumlarda adettendir: Kahramanlar hakka, hukuka saygıdan, ahlak ve adaleti yüceltmekten değil, yaptıkları haksızlıklardan, hukuksuzluklardan, ahlaksızlıklardan ve işledikleri zulümlerden doğar.
Bu her iki çevrenin hak, hukuk savunuculuğu bile sahtedir. Örneğin, kadın hakkı savunuculukları çifte standartlı, bir o kadar da ilkel ve paradoksaldır. Bir taraf dindar kadının hakkını savunuyorum diye, kadınların dini vecibelerini siyasetine alet ederken, diğer taraf çağdaş kadını savunuyorum diyerek kadının statüsünü kendi ideolojisinin sarf malzemesi gibi kullanır. Yaşam tarzı ve dünya görüşü her ne olursa olsun tüm kadınların özgürce yaşamasını ve haklarını ayrımsız savunanı ise ara ki bulasın. Bu tür çifte standart güdenlerin dindarı ile dinsizi, milliyetçisi ile ulsalcısı, Kemalist'i ile İslamcısı arasında zerre bir fark yoktur. İşin bir başka yönü de isteseniz de istemeseniz de kendinizi güvene almak için bu gruplardan birine sırtınızı dayamak zorunda bırakılmanızdır. Aksi halde sizi bekleyen ya hapis olur ya da sürgün. Ortada hak, hukuk, adalet ve özgürlük üzerine bina edilmiş bir sistem olmayınca, kendi hizbine itaatkâr olanlar dışındakilerin hakkı ve hukuku bu gruplardan hiçbirinin umurunda olmaz.
Bizimkisi gibi toplumlarda siyaset mekanizması da kendisine göredir. Birleştirme üzerine değil, ayrıştırma, kamplaştırma üzerine işler. Özellikle siyaset bilinci gelişmemiş milletlerde kamplaştırma ve ayrıştırma siyaset simsarlarının çok işine gelir. Maddi ve manevi açılardan geri kalmış toplumlar küllün yerine cüzün mücadelesiyle meşgul olmayı işten sayar. Mesela, kadınların evrensel hak ve özgürlüklerini savunmak yerine hak savunusunu getirir siyaseten sembolleştirdiği başörtüsüne hapsediverir. Ve kadınlara dair tüm hak ve özgürlük sorunu sanki bundan ibaretmiş gibi gösterir. Tıpkı başörtüsü konusunda olduğu gibi birçok cüzi mesele küllü hak ve hukuk arayışlarını perdeler ve bu durum küllü haklarla insanlar arasına kalın duvarlar örmekte maharetle kullanılır.