İnsan kimliğinde buluşmak: Farklılıklarımızla zenginleşmek (2)

Cuma Karaman

Cuma Karaman

10 Kas 2024 13:44
  •  

    Her ay mutat hale getirdiğimiz kahve sohbetimiz derinleştikçe, arkadaşımın bazı konularda düşünce değişikliği yaşadığını fark ettim. Daha önce grup aidiyetlerinden dolayı karşı durduğu birkaç zat hakkında anlatılanlar onu etkilemiş olmalı ki bana, “Bu anlatılanlar düşüncelerimi alt üst etti” dedi. Uzun süre görüşemediğimiz günlerde arayıp sorardı, “Umarım kötü bir durum yoktur” diyerek ilgisini dile getirir olmuştu. Bir gün bana, “Benim bir tarafım Ermeni” dedi. Ona, “Ne güzel! Bu, senin ne kadar zengin biri olduğunu gösteriyor” dedim. Şaşkınlıkla, “Nasıl yani?” diye sordu. “Bak,” dedim, “Kürt, Zaza, Müslüman ve Ermeni kökenlerin var. Bundan daha büyük bir zenginlik olur mu?”

     

    Tam o sırada, çok değerli iki Süryani dostum ve hemen akabinde iki Müslüman Türk dostumda yanımıza geldiler. İki masayı birleştirdik. Sohbet ilerledikçe arkadaşımıza dönerek, “Eğer insanlara yalnızca etnik ya da inanç kimliği üzerinden bakarsak, bir evlat bile kendi ailesini kabul etmeyecek hale gelebilir. Ama bak, şu anda burada oturup hepimiz bir aradayız, bu renkliliği, bu zenginliği görmek lazım. İşte insan kimliği dediğimiz şey bu: Bizi birleştiren, ortak paydamız olan kimlik budur. Eğer bu kimliği yaşatırsak problemlerimiz azalır, aksi takdirde çoğalmaya devam eder” dedim.

     

    Bu sözler üzerine Süryani dostlarım, “Hocam, işte bu yüzden sizi çok seviyoruz” dedi. “Hatta bazen kendi aramızda keşke bütün din adamlarımız Hizmet insanları gibi düşünseler diyoruz.” Bu sözleri duyduğumda, insanları birleştirici bir bakış açısıyla yaklaşmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladım. İnsan kimliğini esas alarak hareket ettiğimizde, önyargıların ve ayrılıkların yerini dostluk ve dayanışma alıyor.

     

    Maalesef Müslüman dostlarımda azda olsa farklı etnik ve inanç sahipleri ile beraber olmada bir çekingenlik hissetmiyor değildim. Konuya geçmişten aynı mahallede oturan farklı etnik ve inanç sahiplerin birlik ve beraberliğinden bazı örnekler verdim. Onların yaşamı bize göre çok daha mutlu olduğuna dikkatleri çekmeye çalıştım. Herkesin adeta nasıl bu hale getirildik sorusunu içten içe kendine sorduğunu  hissediyordum. Konuyu daha müşahhas hale getirmek için, sözü yakın tarihte ülkede yaşanan iftirak ve ihtilaflara karşı hizmet hareketin rehberi muhterem Fethullah Gülen Hocaefendinin dinler ve kültürler arası başlattığı hoşgörü ve diyalog çalışmalarına getirdim.

     

    Dostlarım bunun doğru bir yaklaşım olduğunu söylediler. Sohbetimizde, bin kişiyle aynı görüşte olmaktansa, beş kişiyle farklı kimlikleri kabul ederek bir araya gelmenin kıymetini vurguladık. Çünkü Fethullah Gülen Hocaefendi, toplumdaki en zor işi başardı; ancak onun birleştirici yönünü çekemeyenler, ona karşı cephe aldılar. Bugün coğrafyamızın bir çatışma alanına dönüşmesi, hukuksuzluk ve zulüm gibi sorunlarla baş başa kalmamız, bundan kaynaklanıyor.

     

    Bir dostum konuya şöyle bir katkıda bulundu. Hocam, maalesef toplum olarak bizim bir şeye karşı olmamız okumaya, araştırmaya dayanmıyor. Başımızdakiler bir şeye iyi diyorsa iyi diyoruz kötü diyorsa bizde kötü diyoruz. Hani meşhur bir söz var. Devlet söylüyorsa veya yapıyorsa mutlaka bir bildiği vardır. Bizim bilmemize gerek yoktur. Bunu hükümet söylüyorsa doğrudur gibi. Sorgulama ve eleştirme yetenekimiz köreldi. Maalesef bazılarımızda artık buna karşı iki kelime söyleyecek cesarete bile kalmadı.

     

    Bu sohbet, bana bir kez daha farklı kimliklerimizin aslında bizi ayrıştırmak için değil, zenginleştirmek için var olduğunu gösterdi. İnsan kimliği etrafında birleştiğimizde, dostluklarımız daha sağlam bir temel üzerine oturabiliyor, toplum olarak daha huzurlu ve barış içinde bir yapıya sahip olabiliyoruz.

     

    Bu sohbetten sonra arkadaşlarımın gözlerinde, farklılıklara dair önyargılardan sıyrılmanın verdiği bir rahatlık, belki de yeni bir anlayışın yansımasını gördüm. İnsanların kendi kimliklerini bir zenginlik kaynağı olarak gördüklerinde, karşılarındakini de aynı şekilde kabul etmeye daha açık olduklarını fark ettim. Dostlarımla bu sıcak ortamda, insan olmanın ve insan kimliğinde buluşmanın, aslında en güçlü bağları oluşturduğunu bir kez daha derinlemesine hissettim.

     

    Sohbet ilerledikçe farklı kültür ve inançlardan gelen hikayeler, anılar birbiri ardına sıralandı. O anda, farklılıklarımızın ne kadar değerli olduğunu ve bizi nasıl beslediğini gördüm. Arkadaşlarıma dönüp dedim ki, “Düşünün, burada Türk, Kürt, Zaza, Müslüman, Süryani, Ermeni bir aradayız. Eğer hepimiz insan kimliğini temel alarak hareket edersek, aramızdaki bağları daha da güçlendirebiliriz. Böylece sadece kendimizi değil, tüm toplumu da daha ileriye taşıyabiliriz.”

     

    Bu sözlerin üzerine arkadaşım başını sallayarak, “Evet, aslında bu düşünceyle baktığımızda hiçbir farklılığın bir önemi kalmıyor. Herkes bir bütünün parçası, sadece farklı renkleri temsil ediyoruz” dedi. Sohbetimiz derinleştikçe, geçmişte belki önyargılarla baktığımız her insanı aslında kendi insan kimliğimizin bir parçası olarak görmeye başladık.

     

    Keşke bütün din adamlarımız hizmet insanları gibi düşünse

     

    Bu sohbeti yıllar geçse de unutmuyorum. Çünkü bana insan olmanın ne kadar kıymetli bir değer olduğunu ve toplumsal kimliklerin ötesinde bu ortak kimliğimizde nasıl buluşabileceğimizi hatırlattı. Dostlarımın söylediği o cümle zihnimde yer etti: “Keşke bütün din adamlarımız hizmet insanları gibi düşünse.” Bu temenni aslında toplumun bir arzusunu, herkesin barış ve hoşgörü içinde yaşama isteğini yansıtıyordu. Eğer insan olarak birbirimize yaklaşabilirsek, karşılıklı saygı ve anlayışla her türlü farklılığı bir zenginlik kaynağı olarak görebilirsek, toplumumuzdaki pek çok sorunu aşabileceğimize inanıyorum.

     

    O gün orada yaşadıklarım, bana insan kimliğini her zaman bir adım önde tutmam gerektiğini bir kez daha gösterdi. Farklı kültür ve inançların sadece ayrı değil, bir bütünün parçaları olduğunu görmek, tüm bu kimliklerin ancak insan kimliği etrafında birleştiğinde anlam kazandığını hatırlattı.

     

    Bu sohbetin ardından kendime şu soruyu sordum: Bizi birbirimize bağlayan nedir? Dil, din, köken farklı olsa da insan olarak birbirimize karşı duyduğumuz empati, dostluk ve güven duygusu, bu bağı en güçlü kılan unsurlar. Etnik veya inanç temelli kimlikler bir parçamız olabilir, ancak bizi bir arada tutan esas şey insan kimliğimizdir. Bu düşünce, o günkü sohbette daha da netleşmişti.

     

    Dostlarımın, insan olarak birbirine değer veren, farklılıklara saygı gösteren bir toplumu özlediklerini hissettim. Bu sözler üzerine, toplumsal hoşgörünün ve dayanışmanın nasıl güçlenebileceği hakkında düşünmeye başladık. Eğer her birey, karşısındaki insanı önce insan olarak görmeyi başarabilse, tüm önyargılar hızla ortadan kalkar hakikatine vardık.

     

    Dünyanın en zengin toplumu, çeşitlilik içinde barış ve uyumla bir arada yaşamayı başaran toplumdur. Çoğu zaman farklılıklarımızın bir engel olduğunu düşünsek de aslında onlar, hayatımızı renklendiren, görüş açımızı genişleten değerlerdir. Farklı kültürler, inançlar ve kimlikler, insani değerlerle birleştiğinde zenginleşir ve bizi birbirimize daha sıkı bağlarla bağlar.

     

    Bu sohbetin ardından, insan kimliğini her zaman tüm kimliklerin önüne koymanın, toplumsal birlikteliği güçlendirecek en sağlam yol olduğunu bir kez daha anladım. Etnik veya inanç farklılıklarını vurgulayan değil, insan kimliği etrafında buluşmayı önceleyen bir yaklaşım, bize toplumsal huzur ve barışı getirebilir.

     

    Belki bu bakış açısını yayabilirsek, günün birinde insanlar arasındaki bağlar, yalnızca benzerliklere değil, farklılıkları anlayışla kabul etmeye de dayanır. Belki bir gün, insan kimliğimizi temel alarak birbirimize yaklaştığımızda, toplumun içinde derin yaralar açan ayrışmalar yerini dayanışmaya bırakır. O gün geldiğinde, sadece biz değil, bizden sonra gelecek nesiller de barış ve dostluk içinde yaşayacak bir dünyaya kavuşurlar.

    10 Kas 2024 13:44
    YAZARIN SON YAZILARI