19. yüzyıl, Batı dünyasında bilimsel ve teknolojik gelişmelerin bir sonucu olarak küreselleşmenin ortaya çıkmasına yol açtı. Batı dünyası, ticaret, ekonomi ve iletişimdeki teknolojik ilerlemelere dayalı olarak geleceği şekillendirmek için planlar yapmaya başladı. Bu gelişmeleri erken fark eden ve bu yönde sistemler geliştiren Batı dünyası ilerledi. Ancak bu değişikliklere uyum sağlamamış ülkeler ise, etnik, dini ve ideolojik farklılıklar üzerinden çatışmalar yaşayarak yeni dünya düzeninin mücadelesini verdiklerini düşündüler ve düşünüyorlar.
Bu makalemizde, küreselleşmenin beraberinde getirdiği sorunlara dikkat çekmeyi amaçlıyoruz. Öncelikle, 'Küreselleşme nedir?' sorusuyla başlayalım: Küreselleşme, dünya genelinde ticaret, iletişim, teknoloji ve finans gibi alanlardaki artan etkileşimi ifade eder. Bu süreç, ülkeler arasındaki sınırları azalttı ve dünya ekonomisini daha fazla birbirine bağladı. Ancak, küreselleşme aynı zamanda sosyal ve ekonomik eşitsizlikleri de artırdı.
Küreselleşme, bazı halkların ekonomik açıdan faydalanmasına neden olabilirken, diğerlerini daha fazla yoksulluğa sürükledi. Çok uluslu şirketlerin faaliyetleri, doğal kaynakların sömürülmesi, işçi haklarının ihlali gibi sorunları beraberinde getirdi. Küreselleşen dünyada güç sahipleri, geri kalmış ülkeleri sömürmeye başladılar. Aynı zamanda, bu geri kalmış ülkeler kendi siyasi ve ideolojik iktidarları tarafından da sömürüldüler. Bu, çift yönlü bir sorundu. Batı ve Doğu bloğu, bu ülkelerdeki iktidarlara sofrayı kurma, temizleme ve silme işini onlara bıraktığı bir durumdu.
Bugün bu sorun farklı şekillerde devam ediyor. Bu yazıda üzerinde durmaya çalışacağımız nedenlerden biri, halkların haklarını savunmak yerine mahalle hak savunuculuğunun ön plana çıkmasıdır. Bu, sömürü güçlerinin işine yarayan en önemli hak arama ve savunma isteğidir. Bu yöntem, insanları birbirine düşman yapma amaçlarına hizmet eder. Bir grup, diğerinin haklarını savunmak yerine kendi ağzına çalınmış bir parmak balla kendini korumaya başlar. Böylece kendilerini sömürenlerin çıkarları uğruna canlarını bile verirler. Günümüzde ne yazık ki bu metodun sayısız örneği bulunmaktadır. Maalesef bu yöntem hem içerde hem de dışarıda uygulanmaktadır. Etnik ve inanç kimlikleri üzerinden evrensel insan haklarının savunulmaması için her türlü olumsuz planlar uygulamaktadırlar.
Bırakın ülkeye bir mahalleye bile bu şekildeki hak savunuculuğu hakkı hukuku ve adaleti getirmez. Maalesef toplumun kanaat önderleri ve rehberleri, bu egemen zihniyetlere destek vererek çaba harcayarak ortak paydalarda bir araya gelmek yerine hakim zihniyetin argümanlarını dile getiriyorlar. 'Biz filanlarla bir olamayız, onların yaşama hakları yok' gibi düşünceleri benimseyerek hareket ediyorlar. Bugün geri kalmış ülkelerin çoğunda, etnik ve inanç kimliklerinden kaynaklanan farklılıklar, iç düşmanlık düzeyinde dış düşmanlıktan daha fazla soruna neden oluyor. Çünkü içte akan kan ve gözyaşları bunun en canlı örnekleridir.
Haklarının Savunulması
Halkların haklarının savunulması, küreselleşme ile gelen zorlukları ele almanın önemli bir yoludur. Sivil toplum örgütleri, aktivistler ve uluslararası kuruluşlar, halk haklarını korumak ve küreselleşmenin olumsuz etkilerini azaltmak için çalışmaktadır. Bu çabalar, işçi hakları, çevre koruma, kültürel mirasın korunması gibi alanlarda gerçekleşmektedir.
Sonuç olarak; Hak savunuculuğu, gasp edilen herkesin hakkını savunma görevini üstlenen önemli bir olgudur. Hakkın savunulması, aidiyet gözetmeksizin herkesin sorumluluğundadır ve insan hakları evrensel bir ilkedir. Toplumların daha adil ve eşitlikçi bir yapıya kavuşması için hakların savunulması gereklidir. Bu nedenle, hak savunucularının çalışmaları herkesin hayatını olumlu bir şekilde etkiler ve toplumsal adaletin sağlanmasına katkı sağlar.
"Komşusu açken tok yatan kimse bizden değildir." Bu hadis-i şerifi adeta bilmeyen duymayan Müslüman yoktur. Ya komşusunun hakları gasp edilmişse veya ona zulüm yapılıyorsa mağdur ediliyorsa. Kısaca, hak savunucusu, hakkı gasp edilen herkesin hakkını savunur. Mağdur edilmiş birinin veya bir kesimin hakkının savunulması için aidiyetin gerekmediği bilinciyle hareket eder. Kur’an’ın beyanıyla yeryüzü ıslahçıları ve mirasçıları bunlar olsa gerek…