Sevgi ve türleri – 2

Cuma Karaman

Cuma Karaman

30 Tem 2021 11:04
  • Geçen yazıda sevginin türlerine kısaca değinmiştim. Bu yazıda ise, eserlerinde ahlak, sevgi, mutluluk ve adalet kavramlarını birbirlerine bağlı ve sistematik bir şekilde ele alan İbn Miskeveyh’in ilmi şahsiyeti üzerinde duracağız.
    İbn Miskeveyh’i yakından tanımak için kendisinden sonra gelen düşünürler üzerinde büyük etki bırakan Tezhib-ül Ahlak,Er risalet-ü fi mahiyeti adl ve El-fevzul Asğar gibi eserlerine bakmak önemlidir. Çağdaşı olan büyük düşünür ve filozof Yahya bin Adi de aynı konularda bir eser yazmıştır. Ancak, bu eserleri karşılaştırdığımızda, İbn Miskeveyh’in konulara daha vakıf olduğu, mevzuları çok daha kapsamlı olmakla birlikte daha sade bir üslupla ele aldığı görülmektedir. 
    Bir düşünür ve tarihçi olmanın yanısıra önemli bir kimyacı da olan İbn Miskeveyh, tarih alanında önemli bir kilometre taşıdır. İbni Sina’nın mizaç üzerine düşüncelerine karşı el-Kindi ekoluna bağlı olan Nasreddin Tusi’nin “garaz-i beşeri”düşüncesini ortaya koymasına mukabil İbn Miskeveyh ahlakın eğitim yoluyla değişebileceği fikrini savunur. Fakat İbn Miskeveyh doğuştan gelen bazı meziyetlerin varlığını da inkar etmez. 
    Adalet konusunu da farklı açılardan ele alan ender filozoflardan biridir İbn Miskeveyh. Adaleti düşünce sistematiğinin merkezine alan düşünür, sevgi ve mutluluğun da ancak adalete bağlı olarak gelişeceğini tafsilatlı bir şekilde izah eder. Adalet ve sevgiyi birbirinin lazımı olarak ifade eden düşünür, çocuk eğitimine dair ilk eserlerden birini yazan kişidir de aynı zamanda. İslam düşünce tarihinde İbn Sina ve Farabi’den sonra üçüncü mualim olarak kabul edilen İbnMiskeveyh’in en büyük şansızlığı ise, bazıları tarafından mezhepçilikle itham edilmesidir. 
    İbn Miskeveyh’e göre adaletin tesisi ancak iyi düşünenlerce gerçekleştirilebilir. En iyi düşünenler filozoflar olduğuna göre yönetmeye en layık olanlar da onlardır. Bazı çevreler, bu fikrinden dolayı filozofları peygamberlerden üstün tuttuğu iddiasıyla İbn Miskeveyh’e cephe almışlardır. Hiç böyle bir kastı olmadığı halde aleyhinde birçok yanlış algılar oluşturmuşlardır. Yaratılan bu yanlış algılar İbn Miskeveyh’in fikirlerinin yayılmasının kısıtlanmasında önemli bir rol oynamıştır. 
    Öte yandan, İbn Miskeveyh’in en önemli özelliklerinden birini kendisinden önceki filozofların görüşlerini bir potada şekillendirmesi oluşturur. Düşüncelerini genelde Farabi ekoluna bağlı olarak serdeden İbn Miskeveyh, bazen Aristo, bazen de Eflatun çizgisini takib ederek ele aldığı konuları izah eder. Bazı konularda ise Pisagor’a atıfta bulunur. Benzer şekilde ahlak ve tıp ilişkisine dair bedeni hastalıkların yanında nefsin (ruh ve psikolojik) hastalıklarını izah etmede Galenos’un (Calinus) görüşlerine de dikkatleri çeker. Ahlakile tıp ilişkisinde ahlaki hastalıkları öfke, ihtiras, üzüntü, aşk,bayağı şeylere düşkünlük ve zarara uğrama korkusu şeklinde açıklar.
    İbn Miskeveyh’e göre faziletin en alt noktası kişinin iradesini hissi menfaatlarına yönlendirmesidir. Fazilette en üst mertebeyi ise, kişinin ilahi amaçlar için ameller işlemesi teşkil eder. Hayır ve mutluluğu birbiriyle ilişkili gören İbn Miskeveyh, mutluluğu da faziletin bir tecellisi olarak ele alır ve onu adalet, şecaat, cömertlik ve iffet kavramlarıyla ilişkilendirerek geniş izahatlarda bulunur.
    Adaleti faziletin bütünü olarak ele alan İbn Miskeveyh,yöneticinin meşruiyetinin adaletten geldiğini söyler. Adaletten sapan yöneticinin azledilmesi gerektiği üzerinde durur. 
    Siyasetin ahlak üzerine inşa edilmesi gerektiğini savunan İbn Miskeveyh, sevgiyi ise toplum ve adil bir yönetim arasındaki en önemli unsur olarak görür. Hayat felsefesini adalet üzerine kuran düşünür, sevginin anlam ve önemini ise “insan”kelimesi ile aynı kökten gelen “ünsiyet” kavramına dikkat çekerek izah eder. İbn Miskeveyh’e göre insanoğluna “insan”isminin verilme sebebi, onun sosyal bir varlık olarak diğer varlıklarla ünsiyet kurmasından ileri gelmektedir. Ona göre, “insan” bütün sevgi türlerini içinde barındırır. Çünkü, sevgi tavan ile tabanı kendinde birleştiren önemli bir iksir ve ahlaki bir erdemdir.
    Bugün İbn Miskeveyh ve benzeri düşünürlere olduğu kadar Giordano Bruno, Immanuel Kant ve Soren Kierkegaard gibiBatılı düşünürlerin düşüncelerine de ciddi ihtiyaç bulunmaktadır. Örnek olarak Batı düşüncesinde önemli etkisi olan isimler arasında Bruno, Kant ve Kierkegaard’ı vermem boşuna değil. Bruno ilmi uğruna yakılarak canından edilmiş,Kant kendinden önceki filozofların düşüncelerinden yeni bir düşünce akımı meydana getirmeyi başarmış, Kierkegaard ise dindar kalmakla beraber kilisenin yanlışlarına karşı çok ciddi bir mücadele vermiştir.
    Bizim gibi toplumlarda ilim sahibi, aydın ve mütefekkir olarak gördüğümüz pek çokları, maalesef, farklı düşüncelere nerelerde neşet ettiklerine, hangi ırk, inanç ve ideoloji menşeli olduklarına göre kıymet vermektedirler. Evrensel ölçekte tesiri olmuş düşünürlere gözlerini ve kulaklarını kapatırken kendi ırklarına, inanç ve mezheplerine mensup olanları hiç de layık olmadıkları ölçüde yüceltebilmektedirler. Oysa ortaya koydukları eserlere bakıldığında bunların çoğunun daha ilmin birinci basamağında bile olmadıkları görülür. Öte yandan, farklı kültür ve inançlardan düşünür ve filozoflara karşı takındıkları menfi tavır ilmin ışığının kendi mahallerinde yayılmasının önünde ciddi bir engel teşkil eder hale gelir. 
    Öyle ki, bazı gruplara kendileriyle aynı inanç ya da benzer düşüncede olmayan düşünürlerin eserlerini okuduğunuzuancak saklayarak yaklaşabilirsiniz. Çünkü, bu tür gruplardakilerin en cahillerinin bile zihinleri takip ettikleri liderler tarafından bu mütefekkirlere karşı alabildiğine bulandırılmıştır. Bu tavırları boşuna değildir. Çünkü biliyorlar ki, şayet takipçileri kendi vaaz ettikleri düşünce çerçevesinin dışına adım atarlarsa saltanatları sarsılmaya başlar. Bu yüzden, inşa ettikleri “sürü zihniyeti”nin devamı uğruna kapalı gruplar halinde kalmayı takipçilerinin ilmi gelişimine tercih ediyorlar. İşte bundan dolayıdır ki, bu tür topluluklarda ne aydın ne de mütefekkir yetişir. Zaten, ilim ve bilimi esas almayan toplumlarda düşüncenin müsbet yönde gelişmesini beklemek de abesle iştigaldir.
    Irkçılık, mezhepçilik, ideolojik veya inanç temelli taassub ilmi gelişmelerin önündeki en ciddi, en büyük engeldir. Mesela, Sünni bir alimin Şii bir alimin görüşlerini, tam tersine Şii bir alimin de Sünni bir alimin görüşlerini benimsesi ender-i nadirattandır. Bizdeki hal böyleyken, Batılı ilim adamları, ilim/bilim insanlarına ırkına, dinine, inancına ve ideolojine göre değil, sadece ilmine göre değer verir. Hakettiği saygıyı göstermekten kaçınmaz. 
    Bugün İslam düşünce tarihinin abideleri niteliğindeki birçok düşünürün pek çok eseri halen Batı kütüphanelerinde muhafaza edilmektedir. Batı’nın büyük düşünür ve filozof olarak görüp saygı gösterdiği bu düşünürlerin, ait oldukları kültürel coğrafyada ise, değil eserlerini korumak mezarlarının yeri bile belli değildir. Ne yazık ki, dün olduğu gibi bugün de bizim coğrafyadakiler ilmin gelişmesi için çaba harcamak yerine ait oldukları grubun veya mahallenin bekçiliğini yapmayı maharet sayıyorlar.

    30 Tem 2021 11:04
    YAZARIN SON YAZILARI
    YAZARLAR