Genel bir ifadeyle, kişi veya kişilerin kendi menfaatleri doğrultusunda dini ve/veya milli duyguları suiistimal etmesi ve sömürmesi anlamına gelen istismarın hayat bulduğu toplumlarda ne doğruluktan ne de karşılıklı güven ve itimattan söz etmenin imkanı kalmaz. Şüphesiz ki, hayatın birçok alanında karşılaşılabilen istismarın belki de en vahimi güç ve iktidar peşindeki siyaset esnafının ve din tacirlerinin halkın milli ve manevi duygularını istismar etmesidir.
Kabul etmeliyiz ki, özellikle dini alan siyasetçilerin istismarına alabildiğine açıktır. Hatta dini ve milli değer ve duyguların siyasilerin ana istismar malzemesi olduğu bile söylenebilir. Bu yüzdendir ki, siyasette ve sosyal hayatta edindikleri veya edinmeye çalıştıkları tüm varlıklarını ve kazanımlarını borçlu oldukları istismar, siyasetçilerin ve din simsarlarının kendisinden vazgeçebilecekleri bir olgu değildir. Söylem ve eylemlerini yere ve zamana göre uydurmakta son derece maharetli olan bu taife, insanları aldatmak veya maniple etmek için yeni yol ve yöntemler bulmakta da son derece mahirdirler. Nabza göre şerbet vermekte üstlerine yoktur. Hangi bölgede hangi söylem daha fazla prim yapıyorsa, hangi tavır daha fazla coşku uyandırıp alkış alıyorsa onu söyler, onu yaparlar. Bu siyaset simsarlarını, din bezirganlarını herhangi bir bölgenin insanından oranın daha yerlisiymiş gibi davrandıklarını görebilirsiniz. Çıkarlarının gerektirdiği duruma göre en dindardan daha dindar, en milliyetçisinden daha milliyetçi olabilirler. Prim yapmayacağını bildikleri yerlerde ise dine, imana veya vatana, bayağa dair tek kelimeyi ağızlarına almazlar.
Manavdan sebze-meyve alırken gösterdiği hassasiyetin onda birini bile kendilerini yönetecek olanların veya peşinden gittikleri insanların dürüstlüğü konusunda göstermeyen bizim toplum ise buna biraz müstahaktır. Aynı sebeptendir ki, bu toplumu hedef alan istismar yöntemleri her zaman iş yapar, sonuç verir. Yalancı, hırsız, yolsuz, rüşvetçi olduğunu çok iyi bildikleri siyasiler dine dair iki kelime edince, bir-iki ayet-hadis okuyup, yat-kalktan ibaret bir-iki şova yönelince veya milli-manevi duyguları okşayan birkaç hamaset cümlesi kurunca anında tav olurlar, hırsızlıklarını yolsuzluklarını, rüşvetçiliklerini, yalancılıklarını anında unutup bu siyaset ve din simsarlarını baştacı ederler. Müraice yaptıkları söylev ve eylemlerin işe yaradığını gördükçe iştahı kabaran siyasiler ve din tacirleri istismar vitesini büyüttükçe büyütürler. Ancak şuurlu bireyler ve bilinçli topluma ulaşmanın mümkün olduğu istismar kapısını araladıkça aralarlar. Bu kepazelik, böylece, nesiller boyu devam edip gider.
Siyasetten dini alana, hukuktan iş dünyasına, bürokrasiden sivil topluma varıncaya kadar her alanda, her meslekte, her grupta muhataplarının dini, milli veya şahsi hislerini suiistimal eden ahlak yoksunu istismarcılara rastlanabilir. Ne yazık ki, istismarın failleri kadar muhatapları da fıtraten buna meyyaldir. İlkesiz ve menfaatperest insanlar aldatmaya, istismar etmeye yatkın oldukları kadar özellikle işine geldiğini, duygularına hitap ettiğini düşündüğü konularda ve durumlarda sureti haktan görünenlerin tuzağına düşmeye, kandırılmaya ve istismara da açıktırlar.
Öte yandan, hiçbir kesim bu istismar eğiliminden muaf değildir. İslamcılar kadar laikçilerin de türlü istismar yöntemleri kullandıklarını biliyoruz. Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana vatan, millet, bayrak, devlet, laiklik ve Atatürk bu kesimlerin başlıca istismar alanı olagelmiştir. Ama yine de son 20 senedir yaşanmakta olan görülmedik istismar ve sömürünün çapıyla hiçbiri yarışamaz. Muhalefetteyken adeta Cennetler vaad eden siyasal İslamcılıların iktidara gelince neler yaptığına hepimiz şahidiz. Bu halleriyle Profesör Hasan Mekki’nin şu tespitini ne kadar da haklı çıkarıyorlar: “Siyasal İslam bir muhalefet ideolojisidir. Muhalefetteyken demokrasiden bahseder, ama iktidara gelince farklı olana ne yapılacağına dair ne teorik ne de pratik hazırlığı vardır. Ya biat ister ya düşman sayar.” Siyasal İslamcıların, Türkiye’de ve İslam coğrafyasında yol açtıkları maddi ve manevi tahribat göz önüne alındığında bu tespite kim itiraz edebilir ki? Olup biteni gözlemleyen azıcık vicdan ve akli selim sahibi herkes eninde sonunda bu gerçeği mutlaka teslim edecektir.