ALLAH DOSTLARI VE İTİBARSIZLAŞTIRMA OPERASYONLARI
İnsanları sahip oldukları vasıfları ile değerlendirmek her şeyden önce Allah’a inanmanın ve ona saygının bir gereğidir. Ve aynı zamanda objektif kriterlere göre hareket etmenin adresidir. Her insan, Yüce Yaratıcı’nın bir sanatı olması ve O’na inanması yönüyle bir kıymet ifade eder. Fevkalade ve özel donanımlı olan peygamberler ise beşerî normları aşkın bir inanç ve aksiyon rehberidirler. Onlara inanmak inanç esaslarından birisi olarak kabul edilmiştir. Bunun yanında Kur’an ve Sünnet’te Allah dostlarına da özel bir yer verilmiştir. Peygamberler çizgisinde iradesinin hakkını vererek Allah’ın rızasına uygun bir hayata kilitlenen ve bu konuda rehberlik yapan evliyaullahın faziletine vurgu yapılmış ve dinin doğru anlaşılıp, doğru yaşanmasında, Allah’ın hukukuna riayet edilmesindeki rehberliklerinden ötürü onlara düşmanlık yapan ve eziyet edenlere karşı da savaş açıldığı bildirilmiştir.
Kur’an ve Sünnet’te evliyanın Allah tarafından özel bir koruma ve inayet altında oldukları bildirilmiştir. Mesela, “İyi bilin ki Allah’ın veli kulları için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olacak değillerdir. Onlar, iman eder ve hayatlarını takva dairesinde sürdürürler.” (Yunus, 10/62-63) ayetinde Allah dostlarının iki önemli vasfına dikkat çekilmiştir. Bunlar ise kâmil iman ve takvadır. Bu ayetlerin devamında da “Onlara dünya hayatında da ahiret hayatında da müjde vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişiklik olmaz. İşte bu, en büyük kazançtır.” buyrularak bu vasıflara sahip olan evliyâullahı, nasıl güzel bir akıbetin beklediğine dikkat çekilmiştir.
Evliyaullah’ın yeri ve konumunu bildiren bir başka ayette de şöyle buyrulmuştur: “Benim Mevlâm, o kitabı indiren Allah’tır ve O bütün sâlih kulların koruyucusudur.” (A’raf, 7/196) Burada Allah’ın, sâlih kullarının velisi olduğu; onların işini üzerine aldığı ve onları hayra sevk ettiği bildirilmiştir.
Aynı şekilde şu hadis-i şerifte de Allah dostlarının özel bir hıfz ve inayete mazhar oldukları bildirilmiştir. Kulun önce farzlarla, sonra nâfile ibadetlerle Allah’ın yakınlığını ve sevgisini kazanacağı, Yüce Yaratıcı’nın da sevdiği bu kulunun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürümesine vasıta olan ayağı olduğu bildirilmiştir. Bunun manası, Allah dostu bu kulun işitmesi, görmesi, tutması, yürümesi doğrudan doğruya özel bir lütuf, ihsan ve muhafaza dairesinde cereyan eder demektir. Evliyaullah’ı anlatan bu hadis onların dualarının müstecap olduğuna vurgu yapılarak noktalanmıştır: “Böylesi bir kul Benden birşey isterse istediğini muhakkak ona veririm. Bana sığınırsa onu hıfz ve sıyanetim altına alırım.” (Buhârî, “Rekaik”, 38; İbn Mâce, “Fiten”, 16).
Genel anlamıyla her inanan insan evliyadır, yani Allah dostudur. Tasavvuftaki özel anlamıyla ise bu paye rızay-ı ilahiye kilitlenen, takva dairesinde yaşayan, kalp ve ruh ufkuna yükselen kimselere verilmiştir. “Veli” kelimesi, ism-i fail veya meful manasına gelmektedir. Her iki mana da Allah dostunda vardır. Bir yandan günahlara karşı tavır alması ve ibadet ü taata karşı dişini sıkıp sabretmesi yönüyle fail; diğer taraftan da onun ortaya koyduğu bu kulluk performansının Cenâb-ı Hakk’ın özel inayet, riayet ve hıfzına mazhar olma tali’liğini bahşetmesi yönüyle meful manasınadır. Nitekim kul ile Allah arasındaki bu zımnî mukaveleye yukarıda zikrettiğimiz hadiste dikkat çekilmiş; farzlar ana blokajı üzerinde, Sünnet-i seniyye çizgisinde hayat yaşayanların, Allah’ın özel bir himaye ve yardımına mazhar olacakları bildirilmiştir. İşte bu insanlar takva dairesinde yaşayıp, tam bir iman ile Allah’ın emirlerini yerine getirip, yasaklarından uzak dururlar. Allah’ın ve insanların hukukuna olabildiğince riayet ederler, bildikleriyle ihlas eksenli amel eder, muamelelerini yakin ufkunda ihsan şuuruyla yerine getirirler. Kendilerinden Allah’ın rızâsına muhalif bir davranışın sâdır olmaması için dâima korunur, şüpheli şeylerden sakınır dururlar. Zaten dini hükümlere riayet etmeyen ve onlarla çatışan bir kişi veli olmak bir yana tam bir aldanmışlık ve gaflet içindedir. İşte onların kılı kırk yararcasına hukukullaha riayet etmesine, Cenâb-ı Hakk’ın da ona özel bir koruma, inayet ve lütuf mukabelesinde bulunmaktadır ki buna “mahfuziyet”, “masuniyet” denmiştir.
Allah dostlarına düşmanlığın akıbeti
Kutsi hadiste Allah’ın, evliyaullaha düşmanlık yapanlara savaş açtığı bildirilmiştir: “Her kim benim veli kuluma düşmanlık ederse Ben ona savaş ilan ederim.” (Buhârî, Rekaik, 38) Cenab-ı Hak, bu kudsî hadiste veli olan zatları doğrudan doğruya Kendisine izafe etmektedir. Hadiste geçen ifade, “Her kim, benim velâyetim altında bulunan birine düşmanlık yaparsa…” şeklinde de anlaşılabilir. Bu itibarla Allah dostlarına karşı yapılan düşmanlık Allah’la irtibatlarından dolayı Allah’a ve O’nun hukukuna yapılan bir saldırı yerine geçer. Dolayısıyla Allah’ın dostlarına yani O’nun himayesi altında bulunanlara yapılan düşmanlığın altından Allah’a ve Allah’ın dinine düşmanlık çıkmaktadır. Bundan ötürüdür ki kutsi hadiste görünüşte Allah dostlarına yapılan düşmanlığın hakikatte Allah’a ve O’nun dinine yapıldığı bildirilerek bu tür insanlara karşı savaş açıldığı ilan edilmiştir. Allah’ın savaş açması demek, er-geç onların işlerinin bitirilmesi demektir. Allah’ın dostlarına düşmanlık yapanlara bizzat Yüce Mevla’nın mukabelede bulunması ve karşılarında Allah’ı bulmaları, evliyanın ilâhî bir himaye ve zimmet altında olduklarını göstermektedir.
Allah dostlarına bir yandan saygılı görünürken diğer taraftan her fırsatta onları sıradanlaştırmak, onların beşeriyet muktezası hata ve zühullerini teleskopla büyüterek her platformda en üst perdeden seslendirerek onları itibarsızlaştırmaya yeltenmek de bir manada zımni olarak bir düşmanlık ve eziyet manasına gelebilir. Gelebilir zira Allah dostlarını, rabbani alimleri sıradanlaştırmak ve itibarsızlaştırmak onların dinin yaşanmasındaki rehberliğine gölge düşürmek, şüphe atmak demektir. Peygamber varisi rabbani bir alimi, Allah dostunu düz insan seviyesine indirmek, onların dini anlayış ve yorumlarını sıradan bir insanınkiyle aynı derece göstermek manasına gelmektedir. Mesela, İslam Dini’nin doğru anlaşılıp doğru yorumlanmasında rehberlik yapan İmam Ebu Hanife, İmam Şafii, İmam Malik, İmam Ahmet b. Hanbel, Abdulkadir Geylani, Hasan Şazili, İmam Rabbani, İmam Gazzali ve Bediüzzaman Said Nursi ve onların çizgisinde gidenlerin dini doğru anlamadığını öne sürerek onları itibarsızlaştırmaya çalışmak da bir manada Allah dostlarına bir eziyet ve saygısızlıktır.
Allah’ın evliyaya düşmanlık yapanları cezalandırması ise O’nun muradına ve hikmetine bağlıdır. Bir hadiste ifade edildiği üzere hemen cezalandırılmayıp mühlet verilir. Mühlet fırsatını değerlendiremeyenler ise derdest edilerek iflahları kesilir. (Buhârî, tefsîru sûre (11) 5; Müslim, birr 61) Allah’ın cezalandırma keyfiyeti ise O’nun hikmet ve maslahatına uygun olarak şefkat, gadab, azab ve kökünü kazıma tokatı, su-i akıbetle göçüp gitme gibi farklı şekillerde olur.
Allah Dostlarının Rehberliği ve Kutsama
Diğer taraftan Kur’an ve Sünnet çizgisinde yaşayan ve bu konuda insanlara rehberlik yapan Allah dostlarının çizgisinde gitmek bir manada Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) arkasında yürümek demektir. Zira Allah Resulü (s.a.s.) “ limler, peygamberlerin (a.s) vârisleridir.” (Buhârî, ilim 10; Tirmizî, ilim 19; Ebû Dâvûd, ilim 1) buyurmuştur. Bu itibarla da Allah dostu rabbani alimlerin çizgisini takip etmek, onları kutsamak demek değil, peygamber çizgisini takip etmek demektir. Ehl-i sünnet inancına göre elbette onların ismet sıfatı yoktur. Nitekim Şîa’nın imamlarını doğumlarından itibaren peygamberler gibi mâsum görmeleri Ehl-i Sünnet itikadı açısından kabul edilemez. Bununla birlikte yukarıda geçen ayet ve hadislerden anlaşılacağı üzere Allah dostları için de Cenab-ı Hakk’ın özel bir hıfz ve sıyaneti söz konusudur.
Dünden bugüne Allah dostu olan rabbani alimlerin Peygamber varisi olmasını din düşmanlığı, güç zehirlenmesi, haset gibi sebeplerle kabul etmeyen veya hazmedemeyenler olmuştur. Kur’an, Sünnet ve sahabe anlayış ve temsili ile güneşin doğup battığı her yere -Allah’ın izin ve inayetiyle-Yüce Mesaj’ı evrensellik, enginlik ve esnekliği içinde götürme seferberliği başlatarak bu konuda model alınacak hizmetler ortaya koyan Allah dostlarının arkasından gitmeyi “kutsama” veya “putlaştırma” diye yaftalamak her şeyden önce Peygamberimiz’i (s.a.s.) -haşa ve kella- öne sürülen iddialarla itham etmek demektir.
Diğer taraftan ilim ve irfan sahibi Allah dostlarının bizzat kendileri, kendi şahısları da dahil her tür şahsın kutsamasına ve putlaştırılmasına en çok karşı çıkan kimseler olmuşlardır. Onların hayat çizgisinde ve eserlerinde kendilerini “kutsama ve “putlaştırma” manasına gelebilecek en küçük bir yaklaşıma rastlamak mümkün değildir. Hatta onlar kendilerine düz kulluk payesini bile çok görmüş, hayatlarını derin bir nefis muhasebesi, istiğfar, tevbe ve yakarış içinde geçirmişlerdir.
Eğer Allah dostlarının bazı takipçi ve sempatizanlarının onları kutsama ve putlaştırma manasına gelecek bir yaklaşımları söz konusu ise bu onlara ait bir kaymadır. Arkasından gittikleri insanın dini inanç ve yorumunu bilmemelerinden veya yanlış yorumlamalarından kaynaklanmaktadır. Tarih boyu bu tür kaymalar hemen her inanç ve düşünce rehberinin takipçileri arasından çıkmıştır. Şayet bir Allah dostunun takipçileri ve sevenleri arasından çok az sayıda insan dinin ruhuna uymayan bir tavır ve yaklaşım sergilemişse, bunu genelleştirip umuma mal etmek ve hele peygamber varisi rabbani alimi, kendisini kutsama veya putlaştırmaya sebebiyet vermekle itham etmek insafsızlık ve çok büyük bir vebaldir. Böyle bir genelleştirme ve iddia, peygamber varisi alimlerin rehberliğinde dinlerini yaşamaya çalışan insanların da kafasını karıştıracak, onlarda da bir kısım şüphe ve tereddütlerin oluşmasına yol açacaktır ki bunun da büyük bir vebal olduğunda şüphe yoktur.
Bu konuyu Bediüzzaman Hazretlerinin yaklaşımıyla noktalamak istiyoruz: Üstad ve mürşid, güzelliklerin asıl kaynağı kabul edilmemeli; onlara mazhar ve ayna bilinmelidir. Mesela sıcaklık ve ışık, sana bir ayna vasıtasıyla gelir. Güneşe karşı minnet duymak yerine aynayı o sıcaklığın ve ışığın kaynağı kabul edip güneşi unutarak ona minnettar olmak divaneliktir.
Evet, ayna korunmalı, çünkü mazhardır. İşte mürşidin ruhu ve kalbi bir aynadır. Cenâb-ı Hak’tan gelen feyzi aksettirir, onun müridine ulaşmasına vesile olur. Ona feyiz noktasında, vesilelikten fazla makam verilmemesi gerekir. (Lemalar, 17. Lem’a, 13. Nota, 5. Mesele)
Hasıl-ı kelam, her işinde sırat-ı müstakim üzere hareket etmeyi esas alan bir mü’min, bu tavrını Allah dostlarına yaklaşımında da korumalıdır. Ne eliyle, diliyle, hâl ve tavırlarıyla onlara eziyet etmeli, ne onları basit ve sıradan insanlar olarak görmeli ve göstermeli ne de vesilelik cihetini unutarak onlara haddinden fazla makamlar vermelidir.