Türkiye'de herkesin çok iyi tanıdığı ve başarılarıyla da takdir ettiği bir milletvekili arkadaşımdan yıllar önce dinlediğim şu hatırayı hiç unutmam: "Bir gün mecliste oturuyoruz. Hemen yanı başımda oturan AKP'li vekil arkadaşım 'Sen gençsin ….. bey! Çok bu işleri bilmeyebilirsin, çeşme akarken doldur!' deyince hiçbir şey anlamamış ve kendisine 'Ne çeşmesi abi! Akan ne? Söylediğinden bir şey anlamadım.' demiştim. Zaten o da benim bir şey anlamadığımı görmüş ve gülerek bana maksadını şöyle ifade etmişti: 'Bak sen şimdi yeni vekil oldun. Eline bir makam geçti. Akıllı ol bu makamı/konumunu iyi değerlendir ve keseni/kasanı doldur. İnsan bir ömür milletvekili kalmaz. Bu fırsatlar her zaman insanın eline geçmez. Sen önüne çıkan fırsatları iyi değerlendir kovanı doldur!' Artık ne demek istediğini anlamıştım. Vekilliğini kullanarak menfaat ve para devşir diyordu. O, koca boyundan/posundan utanmadı fakat ben çok utandım, ürperdim ve donakaldım. Söyleyecek bir söz bulamadım. Zira onun gibi birisinin beni böyle bir yolsuzluğa teşvik edeceğine hiç ihtimal vermemiştim. Kendimi biraz toplayınca 'Abi! Haram olmaz mı?' diye sordum. Bu sefer bana kahkahayla 'Ben zaten senin saf olduğunu biliyordum! Onun için seni uyardım!' demesin mi? Ben mahcubiyetten kızardım fakat o kızarmadı."
Evet, devlete/millete ait bir vazifeye getirilince konumunu kullanarak kamu malından bir şekilde istifade etmek; akan pek çok çeşmeden kovayı doldurmak pişkin amir ve memurlara hem tatlı hem de basit gelebilir. Fakat kamu görevlileri şunu bilmelidir ki o çeşmelerden kovalarına ve içlerine akacak olan su değil irindir, ateştir. Allah Resûlünün cami' beyanlarıyla, tatlı bir su kaynağı gibi gözükse de batını ateş olan halkın malı onların hem dünya hem de ahiretlerini cehenneme çevirebilir.
Bir hırkaya kaybedilen cennet ve içine düşülen ateş
Şehitlik ve sıddıkıyet bir müminin dünya ve ahirette ulaşabileceği mertebelerin en üstünüdür. Kur'an, ötelerde manevi derecelendirmeleri sayarken şehitleri nebîlerin ve sıddıkların ardından sayar. (Bkz. Nisa, 4/69) Sadık olmayanın İslam davasına sahip çıkma adına canını ortaya koyamayacağı düşünülürse şehitliğin ikinci mertebede olduğu daha iyi anlaşılır. Bunun içindir ki ashab-ı kiram çıktıkları gazvelere bu duygu ve şuurla çıkar ve düşmana karşı korkusuzca çarpışır, aralarında şehit düşenlere de gıpta ile bakarlardı. Zira onlar, Kuran'ın şehitler hakkındaki "Allah yolunda öldürülenler hakkında ölü demeyin. Bilakis onlar diridirler, fakat siz bunun farkında değilsiniz." (Bakara, 2/154) ayetini çok iyi biliyor ve fâni hayatlarını şehadetle ebedileştirmek ve ötelerde nebilere komşu olmak için can atarlardı. Onun için Hayber'in fethedildiği gün bir grup sahabe Allah Resûlü‘nün huzuruna gelmiş ve şehit düşenleri imrenerek isim isim saymaya başlamışlardı: "Falanca şehit oldu, falanca şehit oldu" derken şehit düşen bir şahsın yanından geçerken "Ey Allah'ın Resûlü! Falanca da şehit düşmüş! " dediler. Peygamber Efendimiz ise "Hayır! Ben, onu ganimetten çaldığı bir hırka içinde cehennemde gördüm. " buyurdu. (Müslim, İman 48/182; Dârimî, Siyer 48 (2532))
Allah Resûlü bu nurlu beyanlarıyla kamu malından haksız yere istifade etmenin affedilmeyeceğini ve böyle bir kimse, cephede Allah yolunda öldürülse bile bütün hizmetlerini ve şehitliğini yakabileceğini Müslümanlara çok etkili bir şekilde ders verir. Şehitlik büyük bir makam ve günahlara keffaret olduğu halde kamu malına el uzatan kimse, bu günahından dolayı hem o mevkii kaybeder hem de devlet malına/emanete hıyanetin cezası olarak cehenneme atılır. Nitekim bu hassasiyetin tam yerleşmesi adına Allah Resûlü bu olayı vesile kılarak hemen Hz. Ömer'i ve Hz. Ali'yi çağırır ve "İnsanlara, 'Ancak müminler cennete girebilecek!' diye nida edin!" diye emreder. Onlar da askerler arasında dolaşarak bu şekilde nida ederler. (Müslim, İman 48/182 (114))
Bir ayakkabı bağcığı bile olsa, aşırana ateştir
Allah Resûlü‘nün, seferlerde yükleme ve taşıma işlerinden sorumlu Kirkire, (Rivayetlerde bu şahsın adı Kerkere ve Mida'm olarak da geçmektedir. ) Hayber Gazvesi dönüşünde istirahat için bir vadiye inildiğinde devenin üzerinden yükleri çözerken kendisine bir ok isabet eder ve orada şehit düşer. Bunun üzerine ashab-ı kiram "Ne mutlu ona! Şehitliği mübarek olsun! " diye dua ederler. Bunu duyan Allah Resûlü ise şöyle buyurur: "Hayır, hayır! Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin olsun ki Hayber ganimetleri taksim edilirken kendisine düşmediği halde oradan gizlice aldığı bir elbiseden dolayı o cehennemdedir. " Bunu işiten insanlar çok ciddi korkar ve orada bulunanlardan birisi bir çift ayakkabı bağcığı getirir ve "Ey Allah'ın Resûlü ben de bir çift ayakkabı bağı bulup önemsememiş almıştım. " der ve onu teslim eder. Allah Resûlü "İster tek isterse çift bağcık olsun her ikisi de ateşten bir bağcıktır. " (Buharî, Meğâzî 38 (4234); Cihad 190 (3074)); Müslim, İman 48/183 (115)) buyurur. Efendimizin bu sözleri üzerine Kirkire'nin yükünü araştıran sahabeler Allah Resûlünün dediği haksız yere sahiplenilen elbiseyi bulur ve teslim ederler. (İbn Mâce, Cihad 34 (2849)) Görüldüğü üzere Allah Resûlü burada da kamu malından haksız yere istifade edip milletin kul haklarına giren kişiler, maddi açıdan onları mağdur ettiği bir nevi ateşe attığı için "Ceza amelin cinsindendir." fehvasınca onlar da ötelerde ateşe düşer. Ancak iman ehli ise cehennemde ebedi kalmaz; cezasını çektikten sonra çıkarılır.
Arkadaşınızın cenazesini siz kılın!
Kamuya ait malların korunması hususunda çok hassasiyet gösteren Allah Resûlü çeşitli vesilelerle bu mevzuyu dile getirir ve ashabını uyarır. Mesela yine Hayber Gazvesi‘nde şehit düşen bir Müslümanın cenaze namazı için Resûlüllah'a haber verilir. Allah Resûlü "Arkadaşınızın cenazesini siz kılınız! " buyurur. Onun bu şekilde söylemesine mana veremeyen halk bir an şaşkınlık yaşar. Durumu fark eden Allah Resûlü izah ihtiyacı hisseder ve cenaze namazını kılmama sebebini şöyle açıklar: "Arkadaşınız, Allah yolunda iken ganimetten mal aşırdı. "Bunun üzerine şahsın yükünü araştıran yetkililer, değeri iki dirhemi bile bulmayan Hayber yapımı bazı boncuklarla karşılaşırlar." (Ebû Dâvud, Cihad 143 (2710); Nesâî, Cenâiz 66 (1959); İbn Mâce, Cihad 34 (2848);)) Dolayısıyla Allah Resûlü, değeri az da olsa devletin hazinesine ait bir maldan hakkı olmayan birkaç boncuğu alan kimsenin cenaze namazını kılmayarak hem o gün ashabına hem de kıyamete kadar bütün müminlere unutulmayacak bir ders verir. Aynı zamanda bu uygulamasıyla kamu malında yolsuzluk yapanların cenaze namazlarının bile kılınma hakkını kaybedeceklerine dikkat çeker. Ardından da ellerinde değerli ya da değersiz gördükleri ne varsa getirip görevlilere teslim etmesini ister.
Kamu malından bir tüy bile aşırsa ateş olur!
Kamu malından değil kovalar ve kasalar doldurmak bir tüy bile aşırılsa ötelerde onun ateş olacağı Allah Resûlü tarafından Huneyn Savaşı‘ndan sonra da çok veciz bir şekilde dile getirilir: Rehber-i Ekmel Efendimizi, Huneyn ganimetlerinin taksimi öncesinde develerin toplandığı mekana yakın bir yerde namaz kıldırır. Selam verdikten sonra ayağa kalkar ve develerden birinin üzerinden bir tüy alır ve ashabına şöyle hitap eder: "Ey insanlar! İşte bu, elde edilen ganimetten bir tüydür. Ganimetten gelen iğne ve iplik hatta ondan daha küçük ya da büyük ne varsa onu teslim edin. Çünkü "gulûl" yani millete/devlete ait mal varlığından bir şey çalmak/gizlemek bir hıyanettir. Böyle bir hıyanet de kıyamet günü sahibine büyük bir ar, zillet ve ateştir. " (İbn Mâce, Cihad 34 (2850)) "Ey insanlar! Allah'ın size takdir ettiği beşte dörtlük haktan da bana bu kadarı bile helal olmaz. Bana takdir buyurduğu beşte birin haricinde yine hiçbir şeye el süremem. Kaldı ki ondan ihtiyacım kadarını aldıktan sonra geri kalan da yine İslamî hizmetler ve halkın maslahatı için kullanılacaktır." (Nesâî, Kasmu'l-Fey 1 (4138)) Allah Resûlü bu olayda da kamuya ait maldan bir şey gizlemeyi ve onu kendi üzerine geçirmeyi yasaklar ve bunun azı ya da çoğunun arasında fark olmadığını çok veciz bir şekilde ifade eder. Hukukî, dinî ve ahlakî açıdan bu hususa çok önem veren Allah Resûlü bir başka hadislerinde "Kim, şu üç şeyden uzak durarak ölebilirse cennete girer: 'Kibir, devlet malından aşırma (gulûl) ve başkalarına borç.' buyurmuştur. " (Tirmizî, Siyer 21 (1572)) Hadisin bir başka rivayetinde ise kibrin yerine Allah Resûlü "Kenzi" zikreder ve "Biriktirilmiş ve Allah hakkı ödenmemiş mal varlığından" uzak duran kimsenin de cennete gideceğini belirtir." (Bkz. Tirmizî, Siyer 21 (1573)) Dolayısıyla devlete ve millete ait işleri görmek için seçilmiş ya da atanmış vazifeli kimseler kamu malında tasarrufta dikkatli olmalı hakkı olmayan bir kuruşa bile dokunmamalıdır. Hele hele "Bu kadarında bir mahzur olmaz!" diye yorum yapan ve açık kapı arayanlar Allah Resûlü‘nün bu beyanları içerisinde cehenneme kapı aralarlar. Hz. Muaz'ı geri çağırdığında verdiği son talimat Allah Resûlü, Hz. Muaz'ı Yemen genel valisi olarak görevlendirir ve onu uğurlarken onunla bir müddet yürür. Son anlarını da onu yetiştirme adına değerlendiren Allah Resûlü ona birçok tavsiyelerde bulunur. Daha sonra da vedalaşır ve kendisine "Cenab-ı Hak seni önünden, arkandan, sağından, solundan, üstünden ve altından gelecek musibetlerden muhafaza buyursun. İnsanların ve cinlerin şerrini senden uzaklaştırsın." diye dua eder ve ayrılır. Ancak aradan fazla zaman geçmeden onu tekrar geri çağırtır ve nihai olarak kendisine şu talimatı verir: "Seni niçin geri çağırdığımı biliyor musun? İznim olmadan hakkın olmayan hiçbir şeyi alma, çünkü bu bir hainliktir. Her kim bu dünyada "gulûl" yaparsa yani hıyanet edip de kamuya ait hasılattan bir şey aşırır, bunu da gizlerse kıyamet gününe o vebalini aldığı şeyler boynuna asılı olarak getirilir. İşte bu ikazımı yapmak için seni çağırmıştım, şimdi gidebilirsin!" (Tirmizi, Ahkam 8 (1335); Ayrıca bkz. Âl-i İmrân, 3/161)
Sonuç
1- Yaptıkları küçük ya da büyük hırsızlık, yolsuzluk ve gulûllerle milyonların hem haklarına girip hem de ekonomik açıdan onları fakirlik/yokluk ateşine atıp yakanlar "Ceza amelin cinsindendir!" fehvasınca ötelerde cehennemi hakederler.
2- Millete ve devlete ait bir görev kendilerine emanet edilen kimseler vazifesini hakkıyla yerine getirmeli, emanette emin olmalı ve asla konumundan menfaat devşirmeye kalkmamalıdır. Hakkı olmayan bir boncuğa, bir iğne ve ipliğe dahi el sürmemeli bu konuda son derece hassasiyet göstermelidir. Farkına varmadan ya da yaptığı fasit yorum ve değerlendirmelerle aldığı bir şey varsa onu geriye vermeli ve affı için Allah'a tövbe ve istiğfarda bulunmalıdır.
3- En üst seviyeden en alt seviyeye kadar âmme hizmetinde bulunan herkes kanunlar çerçevesinde hareket etmeli ve yaptığı işle ilgili her an hesap vermeye hazır olmalıdır. Devlet kendi içinde bağımsız ve tarafsız denetim mekanizmalarını kurmalı, devlet ve millete ait işleri yürütmek üzere görev verilmiş kimseleri nefs-i emmareleriyle baş başa bırakmamalı; kamu mallarını tam ve yeterli koruma altına almalıdırlar.
4- Bir kimse Allah yolunda şehit düştüğünde şehadeti bütün günahlarına kefaret olur. Ancak şehitlik bile kamu malına karşı yapılan usulsüz kullanımlara, yolsuzluklara ve kul haklarına kefaret olmaz.
5- Millete ait işleri emaneten yürüten kamu personelinin, kimin yakını vs. olduğu asla önemli değildir. Değil başkanın/padişahın ya da falan kralın yakını olması, Peygamberimizin hizmetinde bulunan bir yakını bile olsa bu fiziki yakınlığın ona bir faydası yoktur. İnsanı kurtaracak olan imanı ve salih ameli olduğu gibi onu yakacak olan da bunlardan mahrumiyetidir. Peygamberimizin hizmetçilerinden Kirkire'nin acı hatırası bunun çok net bir örneğidir.
Sitemizi kullanmaya devam
ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz.
Detaylı bilgi almak için Çerez Politikasını ve Gizlilik Politikasını inceleyebilirsiniz.