Felak Sûresi’nde dört şeyden, Allah'a sığınmamız öğretilir. Bunlardan ilk ikisi şer/kötülük diğer ikisi ise şerli şahıslardır. Buna göre ilk ikisi yaratıkların şerriyle gecenin/karanlığın şerri. Diğer iki kişiden biri karanlık odaklar diğeri de hasedini düşmanlığa taşıyan zalimlerdir: "De ki: Sığınırım ben yükselen şafağın/felak'ın Rabbine; Yarattığı şeylerin kötülüğünden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, karanlık odakların entrikalarından/düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden ve bir de haset ettiği zaman haset edenin şerrinden." (Felak, 113/1-5)
Sûrede bu hususlar belirtilmeden önce "Sabahın Rabb'ine iltica etmemiz özellikle belirtilir. Zira şerlerden ya da kötü insanların zararlarından korkmaktan ve çekinmekten daha önemli olan husus, Rabb'e sığınmanın önemini idraktir. Ona iltica etme ihtiyacı ve gereğini duymayan ve bunu anlamayan kimseler maddi-manevi tehlikelerden kendilerini tam olarak koruyamazlar.
Yükselen şafağın Rabb'ine sığınmak
Sûrenin ilk ayetinde geçen "Felak" kelimesi, Arapça'da "yarmak, ayırmak" demektir. İsim olarak ise şafak vaktini ifade eder. Fakat burada "felak" kelimesini sadece karanlığı yararak ortaya çıkan şafak anlamıyla sınırlamak isabetli olmaz. Zira "Felak'ın Rabb'i" isim tamlaması olarak, geceyi yarıp içinden gündüzü ortaya çıkarmak anlamının yanında tohumun çatlatılması, tomurcuğun açtırılması ve hücrenin bölünerek çoğaltılması, yumurtanın kırılıp içinden çeşitli canlıların çıkması gibi kırılma, çatlama, yarılma ve patlama sonrasında ortaya çıkan bütün oluşumları ve doğumları da ifade eder. Hâlık-ı zülcelal, mikro ve makro alemdeki bütün mahlukatı mutlak iradesiyle planlayan, hikmetle yaratan ve idare eden "Felak'ın Rabbi'dir." Kur'ân'ın beyanıyla O, "Taneleri, ve çekirdekleri yaran/pörtleten Allah'tır. O, ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarır…" (En'âm, 6/95) "Karanlığı yarıp, tan yerini ağartan da O'dur…" (En'âm, 6/96) Bu ayete göre "Rabbu'l-felak", "Fâliku'l-isbâh" yani gecenin karanlıklarını yarıp içinden sabahı ortaya çıkarandır.
Evet şafak, nefeslene nefeslene ve karanlıkları yara yara gelir ve ortaya çıkar. Karanlığa takılıp kalanlar, kapkaranlık olaylara ve onları planlayan karanlık ruhların/çetelerin gücüne inanan ve onlar karşısında yeise teslim olup bunalıma yenik düşenler bir daha gün ışımayacak, şafak doğmayacak zannederler. Fakat karanlığı yarıp ışıtan sabahın Rabb'i, gücü ve kudreti sonsuzdur. O'nun nuru karşısında hangi zifiri karanlık sonsuza kadar devam edebilir ve hangi karanlık kurullar O'nu aciz bırakabilirler ki? Dolayısıyla müminleri, her çeşit karanlığa, karanlık güçlere ve karamsarlığa karşı koruyacak ve kalplerine inşirah salıp bellerini büken ve onları iki büklüm inleten ağır yüklerini kaldıracak; böylece hem içlerini hem de dış dünyalarını aydınlatacak ve hakikati ortaya çıkaracak olan ancak "şafağın Rabbi"dir. Dolayısıyla müminler, içine düştükleri ya da düşürüldükleri koyu karanlıklar karşısında bu isimle/bu bilinçle Rab'lerine sığınmalıdırlar.
Tabiatıyla şafağın Rabb'ine sığınan mümin, tan yerinin ağarması için üzerine düşen vazifeleri de yerine getirmelidir. Hak ve hakikatlerin üzerine çöken karanlığın aydınlatılması için ışık olmalı; bir taraftan istiâze ile içini aydınlatırken diğer yandan olayların iç yüzünü ve arka planını ortaya koymaya çalışmalı; yazılı ve görsel medyayı iyi ve planlı bir şekilde kullanarak dış dünyayı da bilgilendirmeye devam etmelidir. Karanlığa sövme yerine, masumları sahil-i selamete çıkaracak nice kandiller yakmalı; şafağın doğuşuna katkıda bulunmalı; hakkın batıla, iyiliğin kötülüğe galibiyetini pasif değil aktif beklemelidir. Dolayısıyla bu ayet bir taraftan müminlere istiâzeyi öğrettiği gibi aynı zamanda bu istikamette sayılan tehlikelere karşı fiili hazırlıklar yapma/tedbirler geliştirme sorumluluğunu da yükler.
Yaratıkların şerrinden
Felak Sûresi’nin ikinci ayeti yaratıkların/varlıkların şerrinden/kötülüklerinden şafağın Rabb'ine sığınmayı ders verir: "Yarattığı şeylerin -gizli açık- bütün kötülük, zarar ve tehlikelerinden şafağın Rabb'ine sığınırım." Allah Resûlü de sabaha erişildiğinde ya da akşama çıkıldığında şu şekilde dua edenlere insî-cinnî ya da hayvanî akreplerin zarar vermeyeceğini ifade buyurur: "Yarattığı mahlukatın şerrinden Allah'ın tastamam isim ve sıfatlarıyla kendisine sığınırım." (Müslim, (2709); Ebu Davûd,(3899); Tirmizî (3604))
Zira her şeyi yaratan (Hâlık) O'dur; (Bkz. En'âm, 6/101, 102) arz ve semavâtın anahtarları O'nun elindedir; göklerde ve yerde bulunan her şey O'na itaat eder. (Bkz. Şûrâ, 42/12) Buna göre insan, gördüğü göremediği, bildiği bilemediği canlı-cansız, insî-cinnî ya da hayvanî bütün mahlukatın kendisine vereceği zarar ve kötülüklerden korunma adına bir taraftan fiili tedbirler alırken öte yandan kavlî dualarla onları yaratan kudreti sonsuza sığınmalıdır. Zira her iki duayı birlikte yapmazsa onlardan zarar görebilir.
Bu arada yaratıkların en şerlisi en tehlikelisi de insan olduğu gerçeği asla göz ardı edilmemelidir. Zira insanın insanoğluna vereceği zararı başka herhangi bir mahluk veremez. Kur'ân bu hususa da özellikle dikkatleri çeker: "Yeryüzünde dolaşan canlıların Allah nazarında en şerlisi akıllarını kullanmayan; hak ve hakikate ilgi göstermeyen ve onu hem kabullenme ve yaşamada hem de müdafaa etme de sağır ve dilsiz kesilen kimselerdir." (Bkz. Enfal, 8/22) Dolayısıyla insana en büyük şerri/zararı verecek olan asıl tehlikeli yaratık, kendisine verilen aklın hatta imanın yerine hırslarını/hasedini koyan ve ona göre sorumsuzca hareket eden karanlık kişiler/kurullardır. Bu güruhun insana vereceği zararı -hele hele bir de elinde güç ve kuvvet de varsa- hiçbir canlı ya da cansız varlık veremez; hiçbir varlık insan kadar zalim olamaz. (Bkz. Ahzab, 33/72; İbrahim, 14/34) Dolayısıyla mümin bu zalimlere karşı da hem kavli ve hem de fiili dualarıyla "şafağın Rabb'ine" sığınmalıdır.
Geceleyin bastıran karanlığın şerrinden
Felak Sûresi’nde kendisinden Allah'a sığınılması gereken bir şer olarak sayılan hususlardan ikincisi gecenin/karanlığın şerridir: "Bastıran zifiri karanlığın/gecenin şerrinden de, şafağın Rabb'ine sığınırım." (Felak, 113/3)
Burada bastıran ya da çöken karanlık, tabiattaki fiziki bir hadiseyi açıkladığı gibi insanlığın üzerine kara bulutlar gibi çöken tüm karanlık düşünceleri, planları, fitneleri ve fitne dönemlerini, her çeşit şirk ve cehaletten kaynaklanan kötülükleri/şerleri/zulümleri de ihtiva eder. Bütün bunlar karşısında mümin, ümitsizliğe düşüp, yeis bataklığına saplanmanın şerrinden, şafağın Rabb'ine sığınmalıdır. Niçin şafağın Rabb'i? Çünkü Allah Resûlü’nün beyanıyla mü'min meselelere bakarken Allah'ın nuruyla bakar (Bkz. Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân 15 (3127)) ve değerlendirmelerini karanlıkta değil daima şafağın aydınlığında yapar.
Aklı, iradeyi, cesareti ve imanı bastıracağı zaman zulmün, cehaletin, öfkenin ve şehvetin şerrinden; onların vereceği zararlardan yine sabahın Rabb'ine sığınır. Karanlık üstüne karanlıkların yaşandığı fitne dönemlerinde gözlerin kör, kulakların sağır, kalplerin ise hakikate karşı perdelenmesinden, yine aydınlığın Rabb'ine iltica eder. Karanlık odak ve kurullar, büyük bir kin, nefret ve düşmanlık duygularıyla üzerlerine gelip kendilerini bitirmek istediğinde bu zalim güruhun şerrinden sabahı yaratan Rabb'e sığınır. Ümit kıran bela ve musibetler karşısında karamsarlığa kapılıp batıla teslim olmanın, zalime beyat edip zulmü alkışlamanın şerrinden yine aydınlığın Rabb'ine sığınır.
Karanlık odakların şerrinden
Sûrede üzerinden durulan ve Felak'ın Rabb'ine sığınmamız istenilen şerli ve tehlikeli ilk zümre, sihir, büyü gibi gizemli ve karanlık işlerle meşgul olanlardır. Bu kimseler ve benzerleri farklı yöntemlerle ya da çeşitli entrikalar ve karanlık hücre faaliyetleriyle insanoğlunun kalp, duygu ve beynini kontrol altına alıp psikolojisini altüst eden; böylece onu istediği gibi her türlü emellerine alet etmeye çalışan sahtekâr ve düzenbazlardır.
Ayette geçen "en-Neffâsât" kelimesi Arapça'da, sadece büyücüleri değil bütün esrarengiz uğraşları tanımlamak için kullanılan bir ifadedir. (Bkz. Muhammed Esed, Kur'an Mesajı, İlgili ayetin mealinde.) Yoksa ayeti dar manasıyla "düğümlere üfleyen falcı ve büyücü kadın ya da kişilere" hasretmek doğru değildir. Buna göre meali, kelimenin farklı manalarını da gözeterek vermek daha isabetlidir: "Karanlık işlere düşkün tüm insanların şerrinden, şeytanî bir takım tılsımlar okuyup düğümledikleri iplere üfleyen büyücülerin/üfürükçülerin şerrinden, ilişkilere fesat karıştırarak insanları birbirine düşürmeye çalışan fitnecilerin şerrinden sabahın Rabb'ine sığınırım" (Felak, 113/4)
Dolayısıyla ayette geçen "en-neffâsâtü fi'l-ukad" ibaresi bu geniş manalarıyla düşünüldüğünde içtimâi hayatta pek çok karşılığını görmek mümkündür. Mesela politika anlayışlarını yalan üzerine kuran siyasetçiler aslında büyücü ve üfürükçüleri aratmaz hatta onlardan daha tehlikelidirler. Üfürükçünün zehirinden günde yüz kez Allah'a sığınmak gerekirse bu tür menfaatperest politikacının şerrinden bin kez sabahın yaratanına iltica etmek gerekir. Zira onlar yalanları, karalamaları ve iftiralarıyla insanları büyücülerden daha fazla büyüler ve beyinleri yıkayıp düşünme melekelerini öldürür; insanları dilleriyle/telkinleriyle adeta hipnoz edip sürü haline getirip istediği istikamete sevk ederler. Bunlar ellerindeki iktidar gücünü de kullanarak yapacakları organizasyonlar ve algı operasyonlarıyla bir değil bin büyücünün içtimai bağlara veremeyeceği zararları verirler. Onun için toplumsal bağları hedef alan, hukuka, adalete ve ahlakî değerlere sadık kalmayan, sosyal ve siyasî hayatın içine yılan gibi zehir akıtan, bu yalancıların/odakların şerrinden ve onların hileli tuzaklarından sabahın Rabb'ine sığınmak önemli bir kurtuluş vesilesidir.
Yine insanların akıllarını ve duygularını hedef alan bu politik büyücüler/üfürükçüler, toplumsal vahdeti hedef alır; aynı milletin evlatlarını çeşitli etnik yapı, cemaat/tarikat ya da mezhepler üzerinden kamplara böler, böylece bütün yakınlık bağlarını zayıflatarak bu tefrika üzerinden hakimiyetlerini sürdürmek isterler. Halbuki bu ilişkiler, birkaç büyücünün okuyup üflemesiyle bozulacak kadar zayıf ve yüzeysel değil bilakis köklü ilişkilerdir. O zaman bu ayette asıl tanıtılmak ve şerrinden sakınılması ders verilen şahıslar sadece büyü yapan üfürükçü kadınlar/erkekler değil, bunun yanında yazılı ve görsel medya üzerinden dedikodu, gıybet, yalan, iftira ve çeşitli karalamalarla harekete geçip topluma fesat tohumları ekmeye çalışan ve bunun üzerinden zamanla dostluk ve sıla-i rahim bağlarını tamamen ateşe vermeye çalışan bazı politikacı büyücüler ve bazı gazeteci üfürükçülerdir.
Hava gücünü elinde tutanların şerrinden
Felak Sûresi’ndeki 4. ayette geçen "en-neffâsâtü" kelimesi çoğuldur. Kelimenin bir manası da jet uçaklarıdır. Karanlık gruplar/çeteler bazen zalim ve emperyalist devletler şayet kötü ve hain emellerine ulaşmak için -her türlü karanlık oyun ve entrikaları çevirdiklerinde sonuç alamazlarsa- gerekirse "kara güçlerinin" yanında "hava güçlerini" de devreye sokarlar. İhtiyaç duyduklarında planın bir parçası olarak havalandıracakları uçaklarla bombardımana tabi tutacakları mekanlar üzerinden muhaliflerinin adını haine/teröriste çıkarır, bu oyunlarıyla insanlık, dostluk, arkadaşlık, akrabalık ve hatta annelik-babalık ve kardeşlik bağlarını altüst ederler.
Bu açıdan bin büyücü bir araya gelse bu politika cambazlarının kararlarıyla havalanan bir jet uçağının ya da atılan güdümlü/zehirli füzelerin ya da kalkan bir savaş helikopterinin verdiği zararı veremezler. Bu global çapta düşünülebileceği gibi, lokal olarak 15 Temmuz hadisesi bile bunun apaçık bir ispatıdır. Siyasetçilerin ve yandaş gazetecilerin ve dahi sözde yazar tetikçi/büyücü kalemlerin veremediği zararı, hala kimin emriyle kaldırıldığı belli olmayan, hatta Genelkurmay başkanının yayınlayacağı tek bir cümlelik genelgeyle havalanamayacak jetler vermiş; milletin sıla-i rahim bağları bombalanmıştır. Meclisin bombalandığı şüphelidir fakat milletin yakınlık bağlarının bombalandığı ve tarumar edildiği kesindir. Jetler sözde Aksaray'ı bulup vuramamıştır fakat sıla-ı rahim bağlarına tam isabet etmiştir.