1911’de neşredilen, 1950 ve 1951 senelerinde tashih edilerek teksir edilen Münazarat Risalesinin başında “Hâl aldatıyor… Aldanmayınız. İstikbal hesabına konuşuyor… Öyle dinleyiniz.” diye bir uyarı var.
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin 1900’ün ilk senelerinde şarkta aşiretler içerisinde dolaşırken, meşrutiyet gibi siyasî meselelerle ilgili olarak sorulan sorulara cevap verirken, “Siyasî durumlar ne olursa olsun, bizi fazla ilgilendirmiyor, bizim için esas olan dindir” dercesine “Dine zarar olmasın, ne olursa olsun?” diye bir soru soruyorlar. Aslında, “Devletin başındakiler, hükümeti temsil edenler ve memurlar dine sahip çıksın yeter; gerisi bizi ilgilendirmez” demek istiyorlar… Üstad Hazretleri bu soruya, Müslümanların kulaklarına küpe olacak ve kıyamete kadar değişmeyecek olan şu cevabı veriyor:
“İslâmiyet güneş gibidir; üflemekle sönmez. Gündüz gibidir; göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar. Hem de, mağlub bîçare bir reise yahut müdâhin (yağcı) memurlara veyahut mantıksız bir kısım zabitlere itimat edilirse ve dinin himayesi onlara bırakılırsa mı daha iyidir; yoksa umum milletin düşünce ve anlayışının arkasındaki İslâmî hissiyatın mâdeni olan herkesin kalbindeki şefkat-i imaniyeden, İlahî nurların parıltılarının toplanıp bir araya gelmelerinden ve İslamî hamiyet duygusunun pırıl pırıl kıvılcımlarının bileşimden meydana gelen, nurânî sütunun ve o elmas kılıcın himayesine ve hamiyetine bırakılırsa mı daha iyidir, siz muhakeme edip iyice düşünün.
“Evet, şu nûranî sütun dinin himâyesini yiğitçe cesaretinin başına gözetiminin gözüne, himaye ve hamiyetinin de omuzuna alacaktır. Görüyorsunuz ki, öbek öbek parıltılar, inci gibi parlamaya başlamış. Yavaş yavaş birbirinin çekimine girerek bileşim meydana getireceklerdir. Fenn-i hikmette kesinleşip yerleşmiş bir kaide vardır ki; dînî hissinin ve duygusunun, bilhassa fıtrî hak dinin sözü daha geçerli, hükmü daha yüce ve tesiri daha şiddetlidir.
“Netice itibariyle: Başkalarına itimat etmeyen kendisi teşebbüs eder. Size bir misal söyleyeceğim: Siz göçebesiniz. Göçerin malı koyundur; o işi bilirsiniz. Şimdi her biriniz, bazı koyunları bir çobanın uhdesine vermiş, eline teslim etmişsiniz. Halbuki çoban tenbel, yardımcısının hiçbir şey umurunda değildir, köpekleri de değersizdir. Bu durumda tamamıyla ona itimad etseniz, rahatla evlerinizde yatsanız, bîçare koyunları müstebit kurtlar, hırsızlar ve belâlar içinde bıraksanız daha mı iyidir; yoksa onların yetersizliğini bilmekle, gaflet uykusunu terk edip, hanenizden her biriniz bir kahraman gibi koşsanız, koyunların etrafında halka tutup, bir çobana bedel bin muhafız olsanız da, hiçbir kurt ve hırsız cesaret etmese, daha mı iyidir?
“Evet, evet! Sivrisinek tantanasını kesse balarası demdemesini bozsa, sizin şevkiniz hiç bozulmasın, hiç teessüf etmeyiniz. Zira kainatı nağmeleriyle raksa getiren hakikatların sırlarını titreşime geçiren İlahî musiki hiç durmuyor. Durmadan güm güm eder.
“Padişahların padişahı olan Cenab-ı Hak, Kur’an denilen İlahî musikası ile bütün âlemi dolduracak gök kubbede şiddetli ses getirmekle, sedeften birer mağaraya benzeyen, âlimlerin beyinlerine, şeyhlerin kalblerine ve hatiplerin dudaklarına vurarak, yansıması, onların dillerinden çıkıp seyir ve seyelan ederek, çeşit çeşit sadâlarla dünyayı güm güm sesleriyle ihtizaza getiriyor… İşte bu sadânın hissedilip uyarmasıyla; bütün İslâmî kitaplar, musîkî âletlerinden bir tanbur ve kanunun bir teli ve bir şeridi hükmüne getirilmiş oluyor. Böylece her bir tel ve şerit, bir çeşit onu ilan ediyor. Şimdi o semavî ve ruhanî olan Kur’anî sadâyı, kalbin kulağı ile işitmeyen veya dinlemeyen kimseler; acaba o sadaya nisbeten sivrisinek gibi bir emirin dımdımlarını ve kara sinekler gibi bir hükümetin adamlarının vızvızlarını işitecek midir?”
Evet, herşeyi yukarıdan, devletten, hükümetten beklemek yerine, şuurlu bir insan bizzat kendisi düşünmeli ve tedbirini almalıdır. Dinimize ve çocuklarımızın eğitimine kendimiz sahip çıkmazsak, bazıları onları kendi heveslerine ve siyasî gayetlerine âlet olacak şekilde kullanmaya kalkışabilir. Biz hâlisane yollarla bu ihtiyacı giderip, tehlikeleri de bertaraf edelim.
E. Abdurrahman