Burası, İslamın bütün prensiplerini sadece baş örtüsüne indirgeyen, farzlar üstü farz olan “Emr-i bil maruf nehyi anil münkeri" terk eden, bana dokunmayan yılan bin yaşasın deyip haksızlık karşısında susan, bunu da “Errızgu alellah” fehvasına rağmen, Rezzakı Kerime itimat etmeyen kanaatsiz, rızk endişesi taşıyanların, üç kuruşluk dünya menfaati için inandığını iddia ettiği değerleri gözünü kırpmadan satanların değil; ecdadının bir zamanlar İslam'a bayraktarlık yaptığı, İslam'ın en küçük bir meselesinin uğruna “Başımdaki saçlarım adedince başım olsa, her gün biri kesilse, imana ve Kur’ân’a feda olan bu baş zındıkaya eğilmeyecektir” diyen yiğitlerin yurduydu.
Burası; gerek belediyelerden gerekse yardım kuruluşlarından yardım almak için beş altı tane evini başkasının üzerine kaydettirip, yardım kuruluşlarına üç beş torba kömür bir kaç paket makarna için haysiyetsizce yüz suyu dökenlerin değil, sadakayı verenin alanı görüp de rencide olamasın diye sadaka taşlarını paracıklarla dolduran ama muhtaç olanlar da kanaat edip “Benden daha garibanlar vardır” diye o paraları almayan diğergam insanların yurduydu.
Burası, sokakta veya medyada biri birini suçladığında Kur’an’ın; “Size birisi bir haber getirdiğinde hemen inanmayın. Araştırın belki size bu haberi getiren fasık olabilir” emrine rağmen, bu yalan ve iftirayı yayanlara inanmadığı halde, menfaati gereği inanmış gibi yayıp, iftira atandan beter azgınlaşan, kırk yıldır tanıdığı, iftiraya sebep mevzularda iftira atılan arkadaşının zerrece alakasının olmadığını bile bile, ve bu arkadaşından en ufak bir zarar görmediği gibi kendisinin zaman zaman o arkadaşına zarar verdiği o arkadaşının da hep müsamahakar davrandığına defalarca şahit olmasına rağmen, fırsat bu fırsat deyip sırf arkadaşının güzel hasletlerinden, disiplin ve çalışkanlığıyla üslendiği her işte muvaffak olmasını, başarının getirdiği doğal neticeden toplumda çok sevilmesini kıskanıp hasedinden dolayı arkadaşlarıyla selamı ve muhabbeti kesenlerin değil; sokakta tartaklanan birini gördüklerinde yüzde yüz tartaklanan haksız da olsa o an için mağdur olan, arada kendisinin de dayaktan nasibini almasına rağmen ona sahip çıkıp, kargaşaya meydan vermeyip, o tartaklananı götürüp adalete teslim eden ama asla o hiç tanımadığı insanın linç edilmesine müsaade etmeyen erdemli insanların yurduydu.
Burası, yol bilmeyen insanların taksiye bindiğinde gideceği yolu bilmediği için saatlerce gideceği adresin etrafında dolaştıran ve alacağı ücretin iki üç katını taksimetreden alan haydutların, hele hele aracına binen bu müşteri masum bir bayansa başına yüzlerce dramatik gayri ahlaki hadiselerin gelebildiği, güven ortamının hiç kalmadığı değil; bir akşam yolunu şaşırıp evini bulamayınca bir kulübeye sığındığında içerideki delikanlının o kızcağıza sabaha kadar kaşını kaldırıp bakmayıp ve şeytan her vesvese verdiğinde ders çalışması için önünde yanan muma elini götürüp “Ey falan ateşe dayanacağın kadar günah işle” diye kendine nasihat eden ve bu hal sabaha kadar devam edince elinde ciddi yanık oluşan ve sabahleyin misafirini sağ salim evine ulaştıran dervişlerin yurduydu.
Burası, paralel safsatasından dolayı anne babası hapishaneye düşmüş, dede ve nenelerinin yanında kalan çocukların aylardır anne ve babalarının gösterilmediği, türlü işkencelerden geçirilen insanların çocuklarına, komşuları tarafından psikolojik işkence yapanların, çocuklarına bu masum insanların çocuklarıyla oynamamaları için tembihlenenlerin ve o masumları alenen aşağılayanların, hele hapishaneye düşmüş çocuklarına bakacak kimseleri olmadığı için çocuk esirgeme kurumuna teslim edilip orada da anne babalarından dolayı bu masumlara kötü muamele yapanların değil; cepheye gidip de dönmeyenlerin ailelerinin yanında yetim çocuklara babasızlığını hatırlatmamak için onların yanında kendi çocuklarını öpüp koklamayan, sokakta eşiyle bir yere giderken eşiyle kol kola girmeyip eşinin kendisini bir iki metre geriden takip eden bunu da kocası cephede şehit olmuş o ablalarımızın acısına deşmemek için yapan yiğit oğlu yiğitlerin yurduydu.
Burası, bir hükümet şakşakçısı gazeteci müsveddesinin Hizmet Hareketini kast ederek, “Bunların bebelerini dahi katletmek vacip” diyenlerin, adını; Medine’de hicret etmiş muhacirlere destansı bir fedakarlıkla sahip çıkan sahabelere verilen ünvandan alan ama daha ilk okul yaşlarındaki yüzlerce çocuğa tecavüz eden vakıf yetkililerinin ve bu vakfı savunacağım diye “Bir defa olmuş bir hadise” herzesini dillendiren, üstelik bir kadın ve anne olan insanlıktan nasipsizlerin değil, Cihan harbinde Ermenilerin masum çocuklarını tehcir esnasında ağır yol şartlarına dayanamaz diye ailesinin rızasını alarak evlatlık edinen ve evlatlık aldığı bu masum yavrucağı kendi öz evladından ayırmayan gönlü merhamet dolu insanların yurduydu.
Burası, seçim zamanı hangi siyasetçinin daha fazla menfaatini okşamasına bakarak oy kullananların, hırsızlığı ayyuka çıkmasına rağmen, oğlunun, kızının, kendinin kısacası; yakınlarının taşerondan işe girmesi karşılığında dilsiz şeytanlara dönenlerin değil, “gururlanma padişahım senden büyük Allah var” dab-ı mesline yurtluk yapmışların yurduydu.
Burası, yakasında bilmem hangi İmam hatip lisesi rozeti taşıyan, normalde erkeklerin bile ağzına almaya haya ettiği küfürleri toplu taşıma araçlarında bir birlerine savuran genç kızların, ve onları sadece başlarını kapatmakla vazifelerini yaptığını zannettiği ana babaların değil, haya abidesi Nene hatunların, Şerife bacıların ve adını sayamadığımız binlerce Anadoluyu Anadolu yapan mübarek anaların yurduydu.
Evet korkarım ki şimdi bu topraklarda gayretullaha dokunan zalim idarecilerin zulümleri ve ona sessiz kalan dilsiz şeytanların hadd-u hesaba gelmez kul haklarının vermiş olduğu gadaplanmayla bu topraklar sizi sarsarak yerin dibine batıracak.
Ercümend PERVER