Bizim kuşağımız, 1980’li yıllarda, tek kanallı televizyon çağında, “32. Gün” programı ile tanıdı Mehmet Ali Birand’ı…
Türkiye’nin dünyaya açılan penceresi gibiydi 32. Gün…
Birand bir ay Moskova’daydı, diğer bir ay Brüksel’de, bir ay Tahran’da, bir ay Washington’da, bir ay Beyrut’ta, Kudüs’te…
İyi eğitim almış, dil bilen bir gazeteci olmanın avantajlarıyla dünya liderleriyle röportajlar yapıyor, en sıcak olayları yerinden bildiriyordu.
Yıllar sonra, Mehmet Ali Birand’ın “32. Gün” programına iki sefer konuk olarak katıldım.
CNN Türk programlarına katılmak için gittiğimizde, karşılaşırdık. O sırada Kanal D haberin başındaydı. Ankara’da ne var ne yok diye mutlaka sorar, bilgilerini tazelemeye çalışırdı.
Katıldığım her iki 32. Gün programının da konusu Hizmet Hareketi'ydi.
Birand Galatasaray lisesi mezunuydu.
Ama, Fransız ekolu gereği, sert bir laik çizgide değil; demokrat bir gazeteciydi.
Hizmet Hareketi ve Hizmet okulları üzerine yaptığı programlarda tarafsızdı.
Rusya’da açılmış okullardan birini ziyaret etmiş, derinden etkilenmişti.
Mesela, 2011’in Aralık ayında Gaziantep’te yaptığımız “Arap Baharı ve Orta Doğu’nun Geleceği” konulu Abant toplantısına katıldı, sonra birlikte burada Kürtçe yayın yapan Dünya TV’yi ve Zirve üniversitesini ziyaret ettik.
Birand Türkiye’nin ve dünyanın gidişatını iyi okuyan bir gazeteciydi.
Turkiye’de özellikle 28 Şubat dönemi olarak bilinen 1990’lı yılların sonunda; Hizmet Hareketi aleyhine yürütülen medya kampanyalarına katılmadı.
Hizmet Hareketi'nin demokratik ve çoğulcu olduğunu; dünyadaki Hizmet okullarının Türkiye’nin geleceği için müthiş bir proje olduğunu söylüyordu. Bunu bir Fransız okulu olan Galatasaray lisesinin bir mezunu olarak söylüyordu ve şunu ekliyordu:
“Galatasaray lisesi mezunu olarak benim Fransa’ya karşı hissettiğim şeyleri, bu okullarda okuyanlar Türkiye’ye karşı hissedecekler, bu harika bir şey…”
Birand aynı zamanda Hizmet Hareketi'nin maruz kalacağı gaileleri ilk fark eden gazetecilerden biriydi.
6 Ekim 2010 günü yazdığı yazıda; Hizmet Hareketi'nin dışarıdan nasıl algılandığını ele aldı. “Cemaat efsaneleşen gücünün esiri oluyor” başlıklı yazıdaki bir bölüm şöyleydi:
“1970-2000 arasında yaklaşık 30 yıl süreyle ölüm kalım mücadelesi veren Cemaat, şimdilerde inanılmaz bir güç atfedilen, ülkenin her kurumuna hakim, her gelişmenin altından çıkan müthiş bir organizasyon konumuna gelmiş durumda… Belki kimilerinin hoşuna gidebilir; ancak önlem alınmazsa bu gizemli hareket bir süre sonra iktidarlar tarafından tehlike olarak görülebilir. Eskiden Cemaati sürekli şekilde asker izler ve örselerdi. Yok etmeye çalışırdı. Eğer bu gidiş değişmezse, ileride siyaset Cemaatin peşine düşer ve yok etmeye kalkabilir… Bu efsaneyi bazı karşı güçlerin pompaladığından da eminim… Bu efsaneye kendileri de katkıda bulunmuyor değiller…”
Birand ertesi gün “Cemaat hala siperden çıkabilmiş değil” başlığı ile yazdığı yazıda ise, şunu ifade etti:
“Cemaat bir yerde başarısının kurbanı olma yolunda denilebilir.”
Ve Hizmet Hareketi'nin yakın zamanda maruz kalacağı sıkıntıyı ise yazısının sonunda şöyle ifade etti:
“Dünkü yoldaşlarınız, bugün sizleri baş tacı eden siyasetçiler, yarın işler ters dönerse, Gülenci avı başlatırlarsa hiç şaşmayın. Bu tuzaktan ancak gizli örgüt havası dağıtılırsa kurtulunabilir.”
Birand, birinci yazısında, Türkiye’nin toplumsal karakterine de müthiş bir teşhis koymuştu:
“Bu ülke öyle bir ülkedir ki, güçlü olanı belirli bir süre için başının üstünde taşır, ağamsın der, gün gelir rüzgar döner ve aynı kişiler dün alkışladıklarını avlamaya başlarlar.”
Siperden çıkmaktan kastı; eski yasakçı Türkiye’ye göre şekillenmiş korumacı reflekslerimiz ve kapalı devre mekanizmalarımız yerine daha açık yapılanmalar ve yeni bir algı yönetimiydi.
Birand, 2013’te vefat etti. İstanbul’daki cenaze törenine katıldım. Eşi Cemre Birand’a, “Umreye gittiğimde giydiğim beyaz elbiseyi (ihram) kefenime sarın” vasiyetinde bulunmuştu.
Onun ölümünden sadece 3 yıl sonra yazdıkları gerçekleşti.
15 Temmuz, bu işin bahanesi oldu.
Türkiye, o tarihten beri bir karanlığa girdi. Fırtınalı bir okyanusta, karanlıklar içinde her gün ayrı bir sarsıntı yaşayan rotasını kaybetmiş bir gemi gibi…
Mehmet Ali Birand’in eşi Cemre Birand’ın, bu karanlıklar içinde bir deniz feneri gibi ortaya çıkmasına şaşırmadım.
O da merhum eşi gibi iyi eğitim almış ve dünyanın gidişatını yakından izleyen bir entelektüel…
Cemre Birand’ın “twitter” hesabına (@Cemrebirand1) bakın; Türkiye’deki ağır insan hakları ihlallerini, hapishanelerdeki kadınların ve çocukların dramlarını nasıl canla, başla duyurmaya çalıştığını göreceksiniz.
Mehmet Ali Birand dünya çapında çok iyi bir gazeteciydi, hatta denebilir ki, Türkiye’ye bir gömlek fazlaydı. O sebeple o da sıkıntılar yaşadı, hatta bir devlet komplosuyla andıçlandı.
Şimdi eşi Cemre Birand, çok daha sıkıntılı bir Türkiye’ye, askeri darbe dönemlerinde bile görülmemiş çok vahim işkencelerin, insan kaçırmaların yaşandığı bir Türkiye’ye tanıklık yapıyor.
Hiç bir dönemde hapishanelere bu kadar kadın ve çocuk doldurulmamıştı. İşte Cemre Birand, bu karanlığın mutlaka bir gün sona ereceği umuduyla Türkiye’de bir deniz feneri olmaya gayret ediyor.
Merhum Mehmet Ali Birand’ı ne kadar sevdiysem, eşi kıymetli Cemre Birand’ı da o kadar sevdim. Eşi gibi o da bu karanlık dönemde insanlara bir ışık olmaya çalışıyor.
Bunlar unutulmaz… Cemre Birand, bu dönemin mağduru kadınların ve çocukların gür seslerinden biri olarak, gelecek nesillerin gönlünde yerini alacak…
Sitemizi kullanmaya devam
ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz.
Detaylı bilgi almak için Çerez Politikasını ve Gizlilik Politikasını inceleyebilirsiniz.