Almanya'nın İstihbarat Teşkilatı Başkanı Bruno Kahl, “Der Spiegel” dergisine verdiği mülakatta, “Darbe'nin arkasında Fethullah Gülen'in olduğuna ikna olmadık” diyor.
Adamın gazetesindeki manşet şöyle: “Kör müsün be adam...”
Konuşan kişi, Avrupa'nın lokomotif gücü, NATO'nun en önemli ortaklarından Almanya'nın İstihbarat Teşkilatı Başkanı...
“Bizi çeşitli kanallardan ikna etmeye çalıştılar, ama ikna olmadık” diyor.
Almanya'yı ikna edemeyince, Almanya Başbakanı Merkel'i “Dişi Hitler” ilan ettiler. Türkiye'de tutukladıkları Alman gazeteciye “Almanya'nın casusu” damgasını vurdular.
Almanya'nın Dışişleri Bakanı, tutuklanan Alman gazeteciye, miting meydanında “Almanya'nın casusu” diyen Saraydaki Şahsa şöyle sesleniyor: “Bu gazetecinin suçlu olduğunu nereden biliyorsun?”
Soru haklı, ama muhatap yanlış...
Çünkü, “Ne mahkemesi ya... Teröristin mahkemesi mi olurmuş?” diyen bir kafa yapısına sahip Saraydaki Şahıs... Elinden gelse, istediği her kişiyi bir gecede kararname ile terörist ilan edip, mahkemeye gerek görmeden ertesi gün idama gönderecek bir hastalıklı kafa...
Daha dün, “Şansölye Merkel” diye övgüler yağdırdığı Almanya Başbakanı'na şimdi “Nazi kalıntısı” diyor. Çünkü istediklerini alamadı Merkel'den...
Ne yazık ki, Türkiye'de korku ve tedhişle öyle bir iklim oluşturmuş ki, daha düne kadar kendilerine “Merkez Medya” diyen yayın organlarının tamamı, her gün onun ağzından çıkanları manşet yapıyor.
Almanya İstihbarat Teşkilatı Başkanı'na “Kör müsün be adam” diye hakaret manşeti atan gazete de bunlardan biri...
Bu gazetenin patronu, seneler önce Saraydaki Şahıs'tan azarı işitince telefonda hüngür hüngür ağlamıştı.
Saraydaki Şahıs, “Batsın bu gazeteciliğiniz” diye tehdit edince, gazetenin yayın yönetmeni ve yazarlarını birer birer atmaya başladı.
Can Dündar'ı attı.
Hasan Cemal'i attı.
Derya Sazak'ı attı.
İki gazetesi de Sarayın güdümüne girdi. Sarayın istediği kişileri köşe yazarı yaptı.
Düşünün, gazeteleriniz var. Ama Saraydan gelen emir ve talimatlarla çıkıyor. Emir geliyor, yayın yönetmeni değişiyor. Emir geliyor, köşe yazarları atılıyor.
Bir zamanlar Türkiye'nin “Amiral Gemisi” denilen diğer medya grubunda da durum farklı değil... Aydın Doğan'ın medya grubu...
Emir geldi, Ertuğrul Özkök'ü yayın yönetmenliğinden aldı.
Emir geldi, Enis Berberoğlu'nu yayın yönetmenliğinden aldı.
Emir geldi, Sedat Ergin'i yayın yönetmenliğinden aldı.
Emir geldi, Sarayın istemediği köşe yazarlarını attı, emir geldi Sarayın istediği adamları köşe yazarı yaptı.
Bu gazete, şimdi her gün havuz organları gibi Cemaate saldıran manşetlerle çıkıyor.
Tıpkı, “Ne mahkemesi ya, teröristin mahkemesi mi olurmuş?” diyen Saraydaki Şahıs gibi insanları peşinen suçlu ilan eden manşetler bunlar...
Fakat ne yaparsa yapsın yine de Saraya yaranamıyor.
“Almanya'nın adamı” diyerek hergün tehdit ediyorlar Aydın Doğan'ı... Havuzdan hergün “Seni tutuklatacağız” tehditleri alıyor Aydın Doğan...
Ankara İdari Temsilcisi aylardır “terörist” damgasıyla hapiste... Halbuki, 15 Temmuz gecesi, Saraydaki Şahıs onun televizyonuna bağlanmıştı. Ustaca kurgulanan bir senaryoyla...
Bu medya patronlarının düştüğü duruma bakınca insan şöyle demeden edemiyor: Deger mi Allah aşkına bunca zillete?.. Dünyalığınızı korumak için attığınız bu manşetleri, yaptığınız haberleri tarihin arşivlerinden silebilecek misiniz? Gelecek nesillerden kaçırabilecek misiniz bu insanlık dışı haberlerinizi?
Almanya İstihbarat Başkanı'na “Kör müsün be adam” diye hakaret eden medya patronu, Türkiye'de kurulan Nazi rejiminin işkencelerine, hukuksuzluklarına gözlerini kapatmış... Görmüyor Saraydaki Şahsın Türkiye'de kurduğu Humeyni özentili İslamcı Nazi rejiminin ağır insan hakları ihlallerini... Zindanlardan gelen işkence feryatlarını duymuyor kulakları...
Anadolu, tarih boyunca böyle çelişkilerin coğrafyası olmuş galiba...
Bir tarafta, “Ben ekmeksiz yaşarım, ama hürriyetsiz yaşayamam” diyerek 30 yıl hapis ve sürgünü göze alan, ama hürriyetinden vazgeçmeyen Bediüzzaman...
Diğer tarafta dünyalığı için bunca zillete katlananlar... Bunlar eskiden de vardı, bugün de varlar.
Bir tarafta, zilletle yaşamaktansa hürriyetini tercih eden Ali Bulaç, Mümtazer Türköne, Nazlı Ilıcak, Ahmet Turan Alkan, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Şahin Alpay, Hidayet Karaca, Mustafa Ünal...
Diğer tarafta, Sarayın emir kulu haline gelenler...
Bir tarafta, 10 milyar dolar değerindeki mal varlığı ile hürriyeti arasında tercih yaptığında hürriyetini tercih eden Akın İpek, diğer tarafta Saraya yaranmak için her gün ayrı bir zillete katlananlar... Akın İpek'in, Saraydan gelen hiçbir talimatı yerine getirmediğine bizzat şahit oldum. Örneklerini zaman zaman burada yazdım. Sarayın istediği kişileri yayın yönetmeni yapmadı Akın İpek... Sarayın atılmasını istediği köşe yazarları Ahmet Taşgetiren ve Gülay Göktürk'ü atmadı Akın İpek...
Evet, Anadolu tarihi boyunca böyle bir coğrafya olmuş. Nice böyle hürriyet kahramanları da çıkmış bu topraklardan, günün muktedirlerine boyun eğerek zilleti tercih eden niceleri de...
Her dönemin, her baskı rejiminin gönüllü işbirlikçileri olmuş, ama aynı zamanda baskıyla boyun eğdirilerek kullanılan adamları olmuş...
Bir yazar, muktedirlerin mahkemesinde şöyle demişti: “Mahkemenizde bir üye olmaktansa, sanık sandalyesinde olmayı tercih ederim...”
Böyle bir özgürlüğün tarifini kim yapabilir? Böyle bir duruş karşısında hangi işbirlikçi mahkeme dayanabilir?
Keşke bu duruş, bugün Türkiye'de kurulmuş olan Humeyni özentili İslamcı Nazi rejimine kör ve sağır hale gelmiş olanların gözlerini açsa...
Ne yazık ki, öyle bir emare göremiyorum.
Çünkü zillete bir defa razı oldunuz mu, artık yakanızı kurtaramazsınız. Bir süre sonra, baskı rejiminin suç ortağı haline gelirsiniz.
Bu sefer sizi bu suçlarla tehdit ederler. Hürriyetinizi bir kez kaptırdınız mı, her gün ayrı bir zillete maruz kalırsınız.
Zilletle yaşamaktansa, hürriyetini tercih edenlere gelince... Tarih şahit ki, onlar hiçbir zaman kaybetmediler.
Çünkü Allah insanı şerefli yaratmıştır. Ve insanın en büyük zenginliği hürriyetidir.
Son söz: Hürriyetini feda etmeyenler, hiçbir zaman yenilmezler. Hürriyetini kaybedenler ise, ömür boyu zillete mahkum olurlar.
FARUK MERCAN