Hikmet Çetinkaya, Ahmet Şık... Bu dönemin sınır tanımayan mağdurları...
Bir kaç yıl önceydi.
CNN Türk'te bir programa katılacağız. Program sunucusunun odasına girdiğimde Cumhuriyet gazetesi yazarı Hikmet Çetinkaya ile yüz yüze geldim. İlk kez karşılaşıyorduk. Daha önce hiç görüşmemiştik. Hikmet Çetinkaya beni görür görmez gülümseyerek şöyle dedi:
“Sen beni tutuklatmaya çalışıyorsun. Bütün televizyon kanallarında diyorsun ki, Hikmet Çetinkaya Fethullah Hoca hakkında 15 tane kitap yazdı, ama yanmadı...”
Ben daha bir şey demeden Program Sunucusu, Hikmet Çetinkaya'ya dönerek şöyle dedi:
“Hikmet Abi, gerçekten de Fethullah hoca hakkında 15 kitap yazdın mı?”
Çetinkaya, “Evet, hemen hemen o kadar olmuştur. Daha sonra kitap yazanlar, bir çok şeyi benden aldı.” cevabını verince Sunucu'dan şu soru geldi:
“O zaman sen niye yanmadın Hikmet Abi?”
Hikmet Çetinkaya'nın bu soruya cevabı şöyle oldu:
“Ben çok deneyimli bir gazeteciyim. Sadece yayınlarımı yaptım, ama asla polis örgütü içindeki çatışmalara tarafı olmadım.”
Hikmet Çetinkaya ile o akşam programdan sonra sohbet ettik. Daha sonra bir kaç defa görüştük.
Biliyorsunuz, bir süre önce Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyonda Hikmet Çetinkaya da gözaltına alındı. Bir kaç gün gözaltında tutulup serbest bırakıldı. Ama Cumhuriyet kadrosunun önemli bir bölümü tutuklandı.
40 yıldan fazla bir süredir Cemaat aleyhine yazılar yazan, kitaplar yayınlayan Hikmet Çetinkaya'yı gözaltına almak da Saraydaki zata nasip oldu. Daha niceleri gibi...
Türkiye'nin tarihinde, hiçbir dönemde Kürt kesiminden bu kadar siyasetçi topluca gözaltına alınıp tutuklanmadı. Selahattin Demirtaş dahil, binlerce HDP'li hapishanelerde...
Dün, Ahmet Şık da tutuklandı.
Yeni dönemin modası... Havuz tetikçileri hedef gösteriyor, hedef gösterilen şahıs bir hafta içinde tutuklanıyor. Hürriyet grubunun Ankara temsilcisi Barbaros Muratoğlu böyle tutuklandı. Gazeteci Hüsnü Mahalli böyle tutuklandı. Can Dündar böyle tutuklandı.
Kimler tutuklanmadı ki... Ahmet Altan, Mehmet Altan, Şahin Alpay, Nazlı Ilıcak, Mümtazer Türköne, Ali Bulaç, Hidayet Karaca, Ahmet Turan Alkan, Kadri Gürsel, Mustafa Ünal, Murat Sabuncu...
Listedeki gazeteci sayısı 200'e yaklaşıyor.
Türkiye'deki hukuksuzluklar ve devlete hakim olan mafyatik zihniyetin öncelikli hedefi Cemaat gözüküyordu. Fakat, bu mesele Cemaat'i çoktan aştı. Bunlara biat etmeyen, muhalif ne kadar insan varsa, devletten atılıyor, gözaltına alınıyor, hapsedilliyor.
Ahmat Şık, sınır tanımayan mağdurlar döneminin son örneklerinden...
Ahmet Şık, yıllar önce gözaltına alındığında, evinden çıkarken, “Dokunan yanar” diye bağırmıştı.
Eşi daha sonra açıkladı. Aslında o gün polislerle evden çıkarken, “Ben sosyalistim” diye bağıracakmış. Eşiyle o zaman öyle kararlaştırmışlar. Ama, o anda bu cümleyi unutup, diğerini söylemiş.
Aslında biraz da kazayla Ahmet Şık'ın ağzından çıkan “Dokunan yanar” ifadesi, yıllarca Cemaat'i suçlamak için kullanıldı.
Ben de bir çok televizyon programında Hikmet Çetinkaya'yı örnek göstererek, 15 kitap yazdığı halde yanmadığını ifade ediyordum. Örnek verdiğim bir diğer gazeteci de Saygı Öztürk'tü. Onun da Cemaat aleyhine kitapları ve yazıları vardı. O da yanmadı o dönemde...
O dönemde Ahmet Şık'ın tutuklanması nasıl oldu? İleride o dönemin polis müdürleri, savcıları ve hakimleri konuşur elbet...
O dönemde İlker Başbuğ gibi bir çok kişinin tutuklanmasında Saraydaki zatın doğrudan müdahalesi vardı. Ahmet Şık için de Brüksel'de, “Bazen kitap bir bomba kadar tehlikelidir” diyen oydu.
Arkadaşı Yasin EL Kadı ile ilgili kitap yazan bir gazeteciyi tutuklattı, ama o gazeteci hala kendisini Cemaat'in tutukladığını zannediyor.
İlker Başbuğ için, “O kafir hala niye dışarıda?” diyerek dönemin Adalet Bakanına talimat verdi, ama İlker Başbuğ da hala kendisini Cemaat'in tutukladığını zannediyor.
Kendisini “barış havarisi” ilan etmişti, bütün KCK tutuklamalarını Cemaat'in yaptığını iddia ediyordu. Oysa şimdiden en fazla Kürt siyasetciyi tutuklatan kişi olarak tarihe geçti.
Evet, bu dönemde mağduriyetler, tutuklamalar sınır tanımıyor.
“Bize dokunnmayan yılan bin yaşasın” diyenlere de sıra geldi.
Ama bazıları hala Cemaat'e saldırarak, Cemaat düşmanlığı yaparak bu zulüm döneminden kurtulacaklarını sanıyorlar. Oysa, diktatörlerin nasıl bir zulüm potansiyeline sahip olduklarını unutuyorlar. Stalin'in hapsettiği insan sayısı 18 milyondu mesela...
Bugüne kadar yol ve köprü yapmakla övünüyorlardı, şimde 100'e yakın yeni cezaevi yapacaklarmış... Sanki ebediyen iktidarda kalacaklarmış gibi...
Oysa, hiçbir dikta rejimi kalıcı olmadı... Stalin'e, Saddam'a, Kaddafi'ye, Çavuşesku'ya, Enver Hoca'ya bakın...
Stalin, vatan hainlerinin eşleri, kızları ve yakınları diye 17 bin kadını tutuklatıp toplama kamplarına göndermişti. Astana yakınlarındaki bu kamplardan birini görme imkanı buldum. Şimdi müze olan bu mekana gidip bu kadınların hikayelerine baktığınızda, hiç bir insaf ölçüsü olmayan dikta rejimlerinin ne demek olduğunu anlıyorsunuz.
Kim bilir geleceğin Türkiye'sinde kaç tane böyle müze açılacak...
Bu zulüm döneminin ibret verici hikayelerini gelecek nesiller o müzelerde görecekler...
Bugün nice aydın, yazar, sanatçı, işadamı için bir toplama kampına dönüşen Silivri ve Sincan ceazevleri başta olmak üzere...