Perşembe sabahı, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin ders halkasında dinleyici olarak bulunuyoruz. Tefsir dersinde, not aldığım iki cümle şöyle:
“Allah dilerse beşer eliyle canlı yaratabilir. Bugün mümkün görünmese de gelecekte insan eliyle bir canlının meydana gelmesi, ölü bir insana soru sorulduğunda onun cevap vermesi ihtimal dahilindedir…”
Daha sonra Hocaefendi’ye, “Bu mesele ileride tıbbın erişebileceği seviyeyi mi ifade ediyor” diye sorduğumda şunları ifade etti:
“Bediüzzaman Hazretleri de buna işaret ediyor. (Yirminci Söz). Gelecekte ölmüş bir insanı tekrar hayata döndürmek mümkün olabilir. Kalbi durmuş insanı tekrar hayata döndürme mümkün olabilir. Üzeyir Aleyhisselam öldükten yüz sene sonra diriliyor. Cenab-ı Hak, Hazret-i Mesih eliyle ölüleri diriltiyor ve anadan doğma körlerin gözünü açıyor.”
Bunlar, Bakara Suresi’nin dördüncü ayetinin tefsiri ile alakalı Hocaefendi’nin söylediği ifadeler. Daha geniş bilgi icin “Bir İcaz Hecelemesi” eserinde bu ayetin tefsirinin ve “hayat”ın ele alındığı bölümlere bakabilirsiniz. (Hazret-i İsa ile ilgili Kur’an ayeti Maide suresi 110. Hazret-i İsa’nın ölüleri diriltmesi, körleri iyileştirmesi ve çamurdan kuşa üfleyerek canlı kuşa dönüştürmesi anlatılıyor).
Hocaefendi’nin ders halkası dediğimizde, 1985’ten beri İlahiyat Fakültesi mezunlarına tefsir, hadis, fıkıh, tasavvuf alanlarında İslam'ın klasik eserlerini okutmasını anlıyoruz. Her dönem bu halkada 30 kadar talebe bulunuyor.
Bu mekanda yapılan diğer sohbetlere de geniş manada ders halkası diyebiliriz. Çünkü hem birinci ders halkasının dinleyicisi oluyorsunuz, hem de Hocaefendi’nin diğer sohbetlerine katılma imkanı buluyorsunuz. Bu hususiyeti sebebiyle bu mekana “kamp” diyoruz. Ders, ibadet, tefekkür ve bunların neticesinde insan ruhunda bir yenilenmeye sebebiyet veren kamp…
Bu yazıda, kampta geçirdiğimiz iki gün boyunca hem güncel meseleler hem de diğer konularla alakalı aldığım notları sizlerle paylaşacağım.
Bugün Hizmet hareketi mensuplarının dünyanın dört bir tarafında diğer din mensuplarıyla münasebetleri açısından muazzam bir ölçü: Bakara suresinde ehl-i kitap ile alakalı ayetlerin tefsirinde Hocaefendi şu değerlendirmeleri yapıyor:
“Kur’an'dan önce nazil olan suhuf ve kitaplara da nüzul keyfiyeti itibariyle saygılı olunması tavsiye edilmektedir. Tevrat ve İncil bidayetlerinde hak kitaplardı. Sizin kitaplarınız kabul ve tasdik edilmediği bir dönemde Kur’an, sizi tasdik edici bir şahit olarak geldi… Günümüzde Hristiyanlarla ve Yahudilerle münasebetlerde çok önemli. Bu, liberal sistemler ve hümanist düşüncelerin doğmasına vesile oldu.”
Hocaefendi’nin bahsettiği bu konunun tarihi hakikatleri için, Harvard Üniversitesi tarih profesörü Glen W. Bowersock’un, 2017’de yayınlanan “İslam'ın Potası”’(The Crucible of İslam) eserine bakmak yeterli… 614’te İranlılar Kudüs’e girince, şehri yıkıp Hristiyanları katlediyorlar ve Büyük Haç’ı götürüyorlar. Daha sonra Romalılar, İranlıları yenilgiye uğratıyor ve 629’da Kudüs tekrar el değiştiriyor.
Prof, Bowersock, İslam’la birlikte yaşananları ise şöyle anlatıyor:
“Müslümanların fethettikleri yerlerde kiliseler, sinagoglar ve paganların mabetleri varlıklarını sürdürdü. Kiliselerin mozaiklerine, iç yapılarına ve mimarilerine dokunulmadı. Hatta, fetihler devam ederken 635-640 arasında Ürdün, Rihab gibi yerlerde yeni kiliseler inşa edildi veya mevcut kiliseler onarıldı, yenilendi. Müslümanların fetihleri hiçbir anlamda yıkıcı olmadı ve bölge halkları kültürleri ve inançlarını sürdürdüler. Müslümanlar, 638’de Kudüs’e diplomatik bir anlaşma ile ve kan dökülmeden girdiler. Aynı şekilde Suriye, Filistin ve Mısır’da büyük oranda çatışma olmadan ilerlediler. Daha sonra Abbasiler döneminde de kiliseler faaliyetlerini sürdürdü ve kutsal yerler muamelesi görmeye devam ettiler.”
Ders halkasından notlara devam edelim. Bugün Hizmet insanlarının maruz kaldığı sıkıntılara temas eden Hocaefendi, “Üzerimize toptan gelindi. Bize düşen sabretmek… Sabreden zaferyab olur… İki insan olduğu bir zamanda bile Efendimiz, Tasalanma Allah bizimle beraber diyor…”
Kur’an ayeti de Müslümanlara, “Ey iman edenler sabredin, sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakın” demiyor mu? (Ali İmran suresi 200. ayeti).
Bir misafir Hizmet hareketinin daha önceki dönemlerde de baskılara maruz kaldığını, ama her seferinde hizmetlerin daha da inkişaf ettiğini söyleyince Hocaefendi, ellerini bir makas gibi açarak şöyle diyor:
“İnşallah bundan sonraki açılımlar daha ciddi olur. Kendi ülkemizde hizmet etme imkanı vermiyorlar, ama bu hadiselerin (kader planında) neler vadettiği belli değil… Çünkü ızdıraplarla ve çekilen çilelerle mebsuten mütenasip (doğru orantılı) inkişaflar oluyor… Her işin bir yarını var. Yarınsız yaşamak gayesiz yaşamak demektir. Her şeyin bir yarını var, yarından da daha uzun bir yarın var, o da ebedi hayat… En kritik dönemlerde bile ümitsiz yaşamadım. En sıkıntılı hapishane dönemlerinde sıkıldığımı hatırlamıyorum. Ama bunların çektirdiği eziyetin hiçbirini yaşamadım… Ne güzel gidiyordu ve nerelere varmıştı. Türkiye’nin istikbali ona bağlıydı. Ama Cenab-ı Hakk’ın hikmetini bilemeyiz. Baş döndürücü kaderi planlar… Belki birileri çekemiyor, ama bir de dünyanın her yerinde örnek olarak ele alma var. Birilerinin karalamasına rağmen hep böyle… Kaç yerde (Hizmet uzerine) doktora çalışmaları yapılıyor. Çok önemli referanslar...”
“İki-üç sene önce Avustralya’dan gelen iki akademisyen misafirinize, Hizmet’in maruz kaldığı baskılar için sonunda insanlığın vicdani galip gelecek demiştiniz” dediğimde cevabı şöyle oldu:
“Ona inancım tam. Ama süreyi belirlemek elimizde değil…”
Bir yabancı gözlemci olarak, Prof, Jon Pahl da, “Fethullah Gülen, Bir Hizmet Hayatı” kitabında, “Hizmet hareketi her baskı döneminden sonra daha da güçlenerek yoluna devam etti” diyor. İnşallah bu hakikatin tekrar tahakkukunu bekliyoruz.
Hocaefendi bu mevzulara temas ederken şu soruyu sordum:
“Üzerinde çok durduğunuz bir konu İslam düşüncesinin dokuzuncu ve onunca yüzyıllarda zirve yapması ve sonra gerilemesi… Hizmet’in eğitim kadrolarının, birinci İslam rönesansı gibi yeni bir rönesans noktasında bir mesuliyetleri var mı?”
Cevabı şöyle:
“Bunu bekliyoruz… Her alanda zirve olmuşlar. Uçma denemeleri bile yapmışlar. O zaman dünyanın çevresini hesaplamışlar. Dini ilimlerde de öyle, müspet ilimlerde de… Her şeyi harmanlamışlar. Bir daha olmayacak demek değil. Biz onun için çırpınıp durmalıyız. Gönlüm arzu ediyor ki, ilahiyat talebeleri, ilahiyat okuduktan sonra astronomi, astroloji, fizik, kimya okusunlar, Bunları harmanlayarak beraber yapsınlar. Eskiler öyle yapmış.”
Bundan daha açık bir mesaj olabilir mi? Ben şahsen önümüzdeki 15-20 sene içinde, Hocaefendi’nin burada portrelerini çizdiği ilim adamlarının yetişeceğine ve nice Nobel ödülleri alacaklarına inanıyorum.
Sadece bilim alanında değil her alanda zirveleri hedeflemek gerektiğini gösteren bir diğer hadise… Yeni çekilen bir kısa filmi uluslararası alanda iki ödül alan sanatçı kendisine takdim edilince Hoacefendi şöyle dedi:
“Meşru dairede olduktan sonra, her işi başta (zirvede) götürmek lazım.”
Hadis derslerinde Hocaefendi’nin üzerinde en çok durduğu konulardan biri, hadis rivayet eden zatların nasıl titiz bir hayat yaşadıkları ve taşıdıkları muazzam öğrenme merakı… Şöyle diyor:
“Kök o kadar sağlam ki... Bu işi bir emanet olarak bugüne kadar taşırmışlar… O zaman çok ciddi bir merakla öğreniyorlardı. Bizim neslimiz hala bir çok şeyi bilmezler. Taklidi (sathi bir İslam anlayışını) aşmak lazım… Efendimiz her şeyin dosdoğru öğrenilmesini, insan tabiatına mal edilmesini istiyor. Hayatımızı bir naat dantelası gibi örgülemeliyiz. Hep sena, hep takdir, hep maşallah… Cenab-ı Hakk onu bize lütfetmiş. O bize Allah’ın lütfu hassı, has lütfu… Yaş oldu seksen küsur. Efendimiz o kadar yaşamamış, utanıyorum. Ne dünyevi ne de uhrevi bir beklentimiz yok. Allah’ın rızası dışında…”
Hocaefendi, bugün Müslümanların İslam'ın temel konularına olan uzaklığını üzüntüyle böyle ifade ediyor. Bediuzzaman Hazretleri’nin eserlerinden “İşarat-ül İcaz” eserinin 116-117. sayfaları okunurken Hocaefendi, şöyle diyor:
“Büyük ölçüde burada zikredilen şeyler, Tabiat Risalesinde tafsilatlı anlatılıyor. İtiraza giden bütün yollar tıkanıyor, Rabbe giden bütün yollar aciliyor.”
Bakara suresi 159. ayetinin tefsiri okunduktan sonra Hocaefendi “Kaç sayfa oldu?” diye sordu, “13 sayfa” cevabını alınca “Arttırarak gideriz inşallah” dedi.
Hocaefendi’nin çok önemli bir hususiyeti etrafındaki insanlarla sürekli alakadar olması… Ziyarette bulunan genç yaşlardaki bir misafire dönerek kaç kilo verdiğini sordu. Bu genç, epey kilo vermiş. Hocaefendi daha sonra bu gence annesini de sordu ve “Kilo insanların sırtlarında taşıdığı bir yük.” dedi. Problem değilse mide küçültme gibi tedavilerin yapılması gerektiğini ifade etti.
Koronavirüsü kastederek, “Virüs biraz elini eteğini çekti gibi…” dedi ve salonda konuya bilen bir misafire dönerek bilgi almak istedi. Bu misafir virüsün yeni varyantlarının çıktığını ve uzmanların aşı tavsiye ettiğini belirtince Hocaefendi, “Aşı yapılsın, ben de hep aşı yapılsın diyorum” diyor.
Hocaefendi, modern tıbbın verilerine göre amel ediyor. Korona aşısı çıkınca doktorların tavsiyesi ile her iki aşıyı da çok erken oldu.
Burada, “Aşıya itiraz eden önemli bir kesim var. Aşı insan bedenine zarar veriyor diyerek itiraz ediyorlar.” dedim.
Hocaefendi; şu soruyu sordu:
“Insana nasıl zarar verdiğine dair bir delil söylüyorlar mı, bu konuda delil var mı?”
“Aşı olan bazı insanlar öldü” dediğimde cevabı şöyle oldu:
“Başka hastalıkları olabilir, başka bazı ilaçlar aynı anda kullanılmış olabilir. Ihtimallere binaen degil, tibbi verileri, kat’i bilgileri esas almak lazım.”
Hocaefendi’nin bu virüs sebebiyle üzerinde durduğu bir diğer nokta, aşı olmayanların topluma ve kendilerine verebilecekleri zarar…
Cuma günü, cuma namazından sonra dışarıda açık alanda yapılan sohbette bayanlar da vardı. İkram gelince Hocaefendi, ikramın bayanlardan başlamasını istedi. Sohbetin bitiminde kalktığı zaman da bayanlar tarafına dönerek “Müsadenizle” diyerek kalktı. Zannediyorum, bu enstantane, Hocaefendi nezdinde kadınların konumuna dair cok önemli bir şeyi ifade ediyor. Hadis derslerinde Arapça okunan hadislerin daha sonra tercümelerine baktım. Erkeklerin, kadınlar ve çocukların camideki namaz safları ile alakalıydı. Kadınların hayatın her alanında var olmasını salık veren bir diğer önemli husus…
Bu günlerde ders halkasında tefsirde “Taberi Tefsiri”, “İşarat-ül İcaz”, “Bir İcaz Hecelemesi”, hadis alanında “Ebu Davud külliyatı”, tasavvufta ise “Kalbin Zümrüt Tepeleri” gibi eserler okunuyor ve müzakere ediliyor.
Hocaefendi ile geçirdiğimiz iki gün boyunca bir kere daha şunu fark ettim. Dikkatiniz yoğunlaştırarak dersleri ve sohbetleri dinlediğinizde sanki halkanın bir parçası haline geliyorsunuz ve ruhunuzdaki yenilenmeyi yakinen hissediyorsunuz.
Ve hizmete devam, gayrete devam düşüncesi bir kere daha benliğinizi sarıyor.
Hocaefendi, Edirne’de cami penceresinde kalırken, bir gün bir zat, “Yahu niye yatıyorsun kabirde nasıl olsa sürekli uyuyacaksın” demiş. Bu hatırasını anlattı ve mevcut hastalıklarına rağmen, dersleri sürdürme gayretini ifade etti.
İnsana, gün uyanık olma günü dedirten ne kadar müthiş bir öğüt…
Son olarak, Hocaefendi’nin halen Almanya’da tedavi gören Mehmet Ali Şengül ağabey ile alakalı ifadesini aktarayım:
“Bir de Mehmet Ali Hoca kalkıp yanıma gelse… 60 senelik bir arkadaşlığımız var. Kestanepazarı’na gittiğim zaman geldi oraya…”
Bu vesileyle “Ya Şafi” ismine sığınıyor, Mehmet Ali Şengül Ağabey’e acil şifalar niyaz ediyoruz.