Lisedeyken milli güvenlik dersimize giren rütbeli askerin şu sözünü hiç unutmuyorum:
“Yunanistan ile savaşa girersek bir saat içinde Atina’dayız…”
Her yaz Ege denizindeki anlaşmazlıklar sebebiyle, Türkiye ve Yunanistan savaşın eşiğine gelirdi. Yunanistan, Rusya ile birlikte belleğimize ebedi düşman olarak işlenmişti. Bizim neslimiz, “Yunan Mezalimi” ve “Moskof Mezalimi” hikayeleriyle büyümüştü.
Zaman deveran ediyor ve bugün dünya değişiyor.
Bugün Meriç Nehri’nin iki yakasında çok farklı iki dünya var.
Meriç’in bir yakasında, uzun zamandır baskı ve zulüm altında olan Türkiye var. Meriç’in diğer yakasında ise bu baskı rejimini terk eden insanların ilk durağı Yunanistan…
Meriç üzerinden veya Ege denizinden Yunanistan’a geçen Hizmet insanlarının hikayelerini dinledim.
Hizmet insanları Yunanistan’ı bir de bu vaziyette gördüler, Yunanlılar da bir de böyle bir Türkiye’ye şahitlik ettiler.
Bir zamanlar Osmanlı olan nehrin iki yakası, tam 200 yıl önce yaşanan Mora isyanından beri, ilk defa çok farklı bir etkileşim yaşadı.
Buna yeni bir dünyanın ayak sesleri gözüyle de bakabilirsiniz.
Bu yazıyı yazmama, Meriç nehrini annesiyle birlikte geçerken bottan suya düşüp vefat eden minik Nurefşan vesile oldu. Nurefşan ve daha önce Meriç’te can veren çocuklarımız ve kardeşlerimiz, bu sürecin yitikleri olarak hiç bir zaman unutulmayacaklar.
Türkiye’den ve İslam coğrafyasının diğer bölgelerinden binlerce insan neden her gün her türlü tehlikeyi göze alarak Batı’ya göç etmeye çalışıyor?
Dikkat edin, insanlar bir İslam ülkesinden diğerine gitmek yerine, bu tehlikeleri göze alarak Batı’ya doğru göç ediyorlar. Çünkü İslam coğrafyası ve Türkiye, umudun ve yeni bir hayatın adresi olmaktan çok uzak…
Siyaset ve iktidar, huzurun ve hukukun yerini almış.
Büyük hukuk alimi, tarihçi ve devlet adamı Ahmet Cevdet Paşa, “Peygamberler Ve Halifeler Tarihi” (Kısas-ı Enbiya va Tarih-i Hulefa) eserinde Emevi Halifesi Muaviye’nin ölümüne yakın söylediği şu sözü aktarıyor:
“Keşke Zituvâ vadisinde yaşayan bir fil olsaydım da emirlik işleriyle uğraşmasaydım…”
Muaviye, 20 yıl Şam valiliği, 20 yıl da halifelik yaptıktan sonra söylüyor bu sözleri…
Zituvâ, Mekke yakınlarında bir vadi…
Muaviye, 40 yıllık emirliğine bu sözleri ile veda ederken, kefenlerini alıp minbere çıkan hatip şöyle diyordu:
“Muaviye öldü, işte kefenleri budur. Onu bu kefenler içine sarıp kabre koyacağız ve onu işledikleriyle Allah’ın isteğine terk edeceğiz…”
Muaviye 680 yılında vefat etti. Aradan bin 340 sene geçmiş.
Bugün İslam aleminde kimi 20 yıl, kimi 30 yıl devlete hakim olan insanlar var.
Kaçı ömürlerinin sonlarına doğru Muaviye gibi, “Keşke devlet başkanlığı, emirlik yapmasaydım da vadide yaşayan bir fil, çölde yasayan bir deve olsaydım” diyecek?..
Belki duyacağız, belki duymayacağız.
Ama her idarenin, her “emir’in bir sonu var.
Ben Hizmet Hareketi'yle 1988 yılında üniversiteye adımımı attığımda tanıştım.
Hizmet insanları o günlerden beri göç ediyorlar. Önce Orta Asya’ya, sonra dünyanın her tarafına…
Zamanında Türkiye’nin içinde de hizmet için bir vilayetten diğerine göç ediyorlardı.
“Allah Yolunda Bir Ömür” kitabında ifade ettim. Fethullah Gülen Hocaefendi, 2006 yılında Moğolistan’da vefat eden Adem Tatlı’nın hayatını anlatan kitaba yazdığı önsözde şöyle diyor:
“Elimden gelse Türkiye’den bir milyon kişinin hicret etmesini, yollara düşmesini sağlasam… Sanayici, işadamı, doktor, yüksek lisans öğrencisi, üniversite öğrencisi.. ”
Bir milyon değil ama, binlerce Hizmet insanı 1990’lı yıllardan itibaren göç ettiler.
Çünkü gayeniz hizmetse, anavatanınız bile olsa bir ülkeye sıkışıp kalmakla uzun vadede ayakta kalamazsınız.
Göç, başından beri Hizmet Hareketi'nin ana karakteridir.
İnsanlığa hizmet için ülkeden ülkeye, diyardan diyara göç etmek…
Bugün bir de buna zulümden kaçış eklendi. Bugün Turkiye’de yaşanan, zulmün sebebiyet verdigi mecburi göç…
Ömrü Kur’an üzerine ilmi çalışmalar ve dine hizmetle geçen, ilahiyat camiasinin müstesna ismi Profesör Suat Yıldırım şöyle diyor:
“İsmet İnönü zamanında 21 yaşında müftü oldum. 30 yıllık bir profesörlük, ilim ve yazı hayatından sonra, kendilerine İslamcı diyen bir idare zamanında, memleketten ayrılmaya mecbur kaldık…”
Bu ayrılış, belki de insanlık tarihinin en büyük göç hareketlerinden biri ve halen devam ediyor.
Meselenin bir boyutu daha var.
Tarihe bakın, büyük ümranlara hep göç edenler vesile olmuş.
Batılı bir yazar muazzam bir metaforla şöyle diyor:
“Dünyayı her gün döndüren güç, umutları ve hayallerinin peşine düşerek dünyanın bir tarafından diğerine göç eden insanların ayak seslerinin çıkardığı enerjidir.”
Şimdi Türkiye’yi terk etmek mecburiyetinde kalan Hizmet kadrolarının önündeki imtihan, bu birikimi muhafaza etmek ve yeni ümranların inşasına vesile olmak…
Faruk Mercan