2001 yılıydı...
Zaman gazetesinde çalışıyordum. İstanbul Emniyeti’nden üst düzey bir yetkili görüşmek istediğini ifade etti. Buluştuğumuzda çok önemli bir konuyu açacağını söyledi ve şöyle dedi:
“Fethullah Gülen Hocaefendi’ye zarar vermek için Amerika’ya iki kişi gönderildi. Bu camiayı tanıyorsunuz. Haberleri olursa iyi olur.”
2001 Türkiyesi’ni hatırlayın. O zaman, “28 Şubat bin yıl sürecek” diyen bir zihniyet vardı. Ve bu zihniyete yaranmak için göreve hazır “fedailer” vardı.
2000’li yılların Türkiyesinde bir çok suikaste bu atmosfer yol açtı. Sırtı sıvazlanan 15-20’li yaşlardaki gençler Hrant Dink’i öldürdüler. Çünkü Hrant Dink, “vatan haini” damgası yemişti.
Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Orhan Pamuk da suikast hedeflerinden biriydi. Orhan Pamuk, Türkiye’yi terkederek suikastten kurtuldu. Gazeteci Fehmi Koru bir başka hedefti.
Bugünün Türkiyesine bakın... Can Dündar’a yapılan saldırıyı hatırlayın. Can Dündar’a saldıran kişi, bir “vatan haini”ni temizleyeceğini düşünüyordu. Çünkü devletin en tepesinden, Can Dündar’ın vatan haini olduğu tescillenmişti.
Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin de böyle bir fedai tetikçi tarafından öldürüldüğüne inanıyorum. Çünkü, Tahir Elçi, akan kanın durmasını isteyen bir barış elçisiydi ve masayı deviren iktidara itiraz ediyordu.
Bugün devletin tepesini işgal edenler, Hizmet camiası mensupların için “terörist”, Fethullah Gülen Hocaefendi için “teröristbaşı” ifadesini dolaşıma sokmuş durumdalar. Havuz organlarından son haber başlıklarından biri şöyle mesela: “Terörisbaşı Gülen’in kardeşi yakalandı.”
Hükümetin başına atanan kişi, geçenlerde bir yabancı gazeteciyi, “Sayın Gülen” diye başlayan sorusuna “Ne sayını, terörist o terörist” deyip azarladı..
“Teröristbaşı” ifadesi eskiden PKK lideri Abdullah Öcalan için kullanılırdı.
Bu nefret söyleminin, Türkiye’de meydana getirdiği linç atmosferi giderek bir linç kültürü oluşturmaya başladı. Tutuklanan eski İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, iktidarın en sadık valilerinden olmasına rağmen, sağlık kontrolünden çıkarılırken, “vatan haini” diye bağıran bir kitlenin saldırısına uğrayacaktı neredeyse... Polis arabasında olmasa linç edilecekti.
Tutuklanan ve OHAL rejimi sebebiyle haftalarca hücrelerde tutulan devlet görevlilerine yönelik işkence iddiaları tüyler ürpertici... Yayınlanan bazı fotoğraflar, ölümüne işkenceler yapıldığını gösteriyor. Gözaltında ve hapishanelerde şaibeli ölüm olayları arttı.
Bir avukat, hapishaneye girip tutuklu orgeneral Akın Öztürk’e fiziki saldırıda bulunabildi ve bunu övünerek ilan etti. Bu avukatın, Danıştay’a saldırı düzenleyen avukat Alparslan Aslan’dan bir farkı yok...
Bir kitleyi, “imha edilmesi gereken teröristler” olarak ilan ettiğiniz zaman, bu sonuçlar kaçınılmaz...
“İdam geri gelsin” nidaları, “İkinci kalkışma olursa hapishanelerdekileri infaz edelim”, “Almanya 500 bin kişiyi attı, biz de 100 bin kişiyi atarız, gözlerinin yaşına bakmayız” sesleri bu ruh haletinin tezahürleri... Tipik bir Nazi ve Bolşevik ruh hali...
Bu arada, “Başını imha etmeden Cemaat’i bitiremeyiz” anlayışı da yeniden dolaşımda... Tıpkı 2001 yılında Türkiye’ye hakim olan zihniyet gibi...
Fethullah Gülen Hocaefendi, 1999 yılı Mart ayında Türkiye’den ayrıldı. O zaman Türkiye’ye hakim olan zihniyet, cami bombalama pahasına bile olsa onu ortadan kaldırmayı planlıyordu.
Hocaefendi Türkiye’den ayrıldığında o zamanki bir devlet yetkilisi, “Tüh, bu sefer de elimizden kaçırdık” diyerek kızgınlığını ifade etmişti.
1988’de suikaste uğrayan Turgut Özal ne güzel söylemişti: “Allah’ın verdiği canı, onun isteğinden başka alacak yoktur. Biz de ona teslim olmuşuzdur.”
Bir çok defalar Pensilvanya’da ziyaret ettiğim Fethullah Gülen Hocaefendi’nin yaşadığı korunaksız mütevazi mekanı görünce, Allah’a olan teslimiyetine ve ölümü her zaman gülerek karşılamaya hazır olduğuna şahit oldum.
Belki hayatının 50 yılını böyle tehditler altında geçirdi Fethullah Gülen Hocaefendi...
Fakat, ilk defa bu kadar devlet çapında örgütlü ve devletin bütün kurumlarını ele geçirmiş bir yapının hedefi durumunda... “Teröristbaşı” diye damgalanma sebebi bu...
Ve 2001 Türkiye’sinde olduğu gibi, “suikast planları”na dair çok güçlü işaretler ve haberler var.
Son olarak Diyanet’e hazırlatılan ve bugün havuz organlarına manşet yapılan “Cemaat, Medine dönemi münafıkları gibi” raporu de adeta suikast fetvası gibi...
İktidardan bir daha hiç gitmemek için herşeyi meşru gören İslamcı Bolşevik zihniyetin geldiği son aşama bu...