Bu yazılar dokuz ay önce, Fethullah Gülen Hocaefendi’ye yaptığım bir ziyaretle başladı.
Korona virüsü tedbirleri sebebiyle ben de uzun zamandır Hocaefendi’yi ziyaret edememiştim.
Korona aşısının çıkmasıyla, yine belirli tedbirlere riayet ederek ziyaret imkanı doğunca, yaptığım ilk ziyarette Fethullah Gülen Hocaefendi ile geçirdiğimiz birkaç saati,
“Hocaefendi’yi ziyaret ve Hizmet’in Gündemi” başlığı ile yazı konusu yaptım.
Yazının gördüğü ilgiden şu sonucu çıkardım. Hizmet insanları Hocaefendi’nin hadiselerin gidişatı ile alakalı söylediklerini ve bu mekanın atmosferini bilmek istiyorlar.
Eskiden ziyaret imkanları daha fazlaydı. Türkiye’deki zulüm sureci öncesinde ziyaret imkanları hem daha geniş hem de çok daha fazlaydı.
Şimdi, hem bu imkanlar daha kısıtlı, hem de korona tedbirleri eskisi gibi yoğun olmasa da devam ediyor.
Bu sebeple, Hocaefendi’ye yaptığım ziyaretlerde mümkün mertebe notlar alarak, bazen gündem ile alakalı sorular sorarak, bu yazıları sürdürmenin faydalı olacağını düşündüm.
Bir dönemde, Hocefendi’nin has talebelerinden ve çok kıymet verdiğim Ahmet Kurucan beyin bu mahiyetteki yazılarını ben de ilgiyle takip ediyordum.
Ben de diger Hizmet insanları gibi bu yazılardan kendime “ölçüler” yakalamaya çalışıyordum.
Benim Ahmet Kurucan bey kadar bu işi “derinlikli” yapmam mümkün olmayabilir, ama Hocaefendi hakkindaki iki kitabı yazarken; bu mekanda uzun zamanlar kalmış bir gazeteci olarak, çok zor da olsa böyle bir yükün altına girdim.
Buna bir manada “durumdan vazife çıkarma” diyebilirsiniz.
Her dönemin şartlarının ferden ferda bizlere yüklediği ayrı mesuliyetler olabilir. Böyle bir dönemde, insanımızın kafasını karıştırmaya matuf gayretlere karşılık, Hocaefendi’nin mekanında yaşananları aksettirmenin bir zaruret olduğu kanaatindeyim.
Diyebilirsiniz ki HIzmet ölçüleri bilinmeyen şeyler degil… Doğru, ama her gün farklı bir zaman dilimindeyiz ve yeni hadiselerle karşılaşıyoruz.
İşte benim burada “durumdan çıkardığım vazife”, Hocaefendi’nin söylediklerini, hadislere bakışını ve Hizmet meseleleriyle alakalı değerlendirmelerini sizlere aktarmak…
Şimdi gelelim geçen hafta ve öncesinde yaptığım ziyaretlerin bazı notlarına…
Fas’ın tanınmış alimlerinden Profesör Şahid el-Buşihi bir kitap fuarında, “Mevazin” isimli bir esere rastlar. Bu eser, Hocaefendi’nin “Ölçü veya Yoldaki Işıklar” kitabının tercümesidir.
Mevazin’i okuyan Buşihi, talebesi Profesör Ferid el-Ensari’ye şöyle der: “Bu eser çok hoşuma gitti. Bana öyle geliyor ki bu farklı bir ses, farklı bir söz. Bu eserde ilimden ziyade hikmet var. Bu eserin yazarını bir araştır…”
Merhum Ferid el-Ensari’nin hizmetle tanışma yolculuğu boyle başlar. Profesör Ensari’nin hayat hikayesi ve Hizmet ile tanışması, Çağlayan dergisinin geçen ayki sayısında çok güzel anlatılmış. Okumanızı tavsiye ederim.
“Ölçü veya Yoldaki Işıklar”; Hocaefendi’nin İzmir’deki ilk zamanlarında, tahta kulübede kalırken yazdığı notlardan oluşmuş çok hacimli olmayan bir eser…
Hocaefendi’ye, Faslı bir alimin kitap fuarında gördüğü bir eserle keşfettiği bir meseleye, Türkiye’de belki binlerce ilahiyatçının bigane kalışını, bazılarının da karşı duruşlarını sordum.
Bu sadece “yakın körlüğü” mü yoksa başka sebepleri de mi var? Çünkü ilahiyat camiasının belki çoğunluğu Bediuzzaman Hazretleri’ne karşı da bigane kalmış, onu anlama gayretine girmemişler. Ve gördüğü onca eziyete karşı ona sahip çıkamamışlar.
Hocaefendi burada bir “hazmedememe” meselesi olduğunu söylüyor. Hakikaten Türkiye’nin tanınmış ilahiyatçılarına bakarsanız; Profesör Suat Yıldırım ve merhum Profesör İbrahim Canan gibi hakperest başka kaç isim gösterebiliriz? Sayı ne kadar az…
Şöyle diyor Hocaefendi:
“Hep onu söyledim. Müslüman disiplinler gelecekse; Allah’im ben onu görmeden bir gün önce canımı al, ben kendime bir pay çıkarmayayım. Fakat ne kadar samimi idim bilemiyorum…”
Bediuzzaman Hazretleri’nin duruşu da böyleydi. Ama dine hizmetteki bu tevazu, bu hacalete rağmen ne Bediuzzaman hazretlerini ne de Hocaefendi’yi hazmedebildiler. Ve bir çoğu, bir siyasetçinin peşine takıldılar.
Hocaefendi’nin sözlerinden aldığım notlara devam edelim:
“Bir Arapça ifade, mümin belalı insandır. Hakikaten başından beri başımızdan 50 çeşit bela saçıldı. Biz bu dünya için yaratılmadık, öbür taraf için bunların olması gerekiyorsa itiraz hakkımız yok… Arkadaşlar değişik yolları, yordamları deniyor; hizmete devam ediyorlar. Yolumuza devam edelim. Onların mesavileri ile uğraşıp beyin yorgunluğuna girmeyelim… Cenab-ı Hak, değişik vesilelerle arkadaşlara bir vazife yaptırıyor. Elhamdulillah, Allah elimizden tutmuş, ihlas ve sadakat abidesi arkadaşlar Allah’ın bir lütfu…”
Hocaefendi bu minvalde değerlendirmeler yaparken, salondaki ekrandan su sözler göründü:
“Cenab-ı Hakk’ın yaptırdığı şeyler yaptıracağı şeylerin referansıdır. Allah yolunda yürüyenler, o yolda hiçbir zaman yüzüstü kalmamışlardır.”
Hizmet yolunda yürürken çok kıymetli bir ölçüyü söyle ifade ediyor Hocaefendi:
“Sağlam bir Mabud-u Mutlak bilgisi önemli… Kendimizi Enbiyay-yı İzam ve Hulefa-i Raşidin’in hayatları ile çok defa test etmemiz lazım. Kendimize göre bir Müslümanlıkla tutturup gidersek, kendimizi aldatmış oluruz…”
Hocaefendi Hizmet insanlarının dünyanın hemen her tarafında sempati ile karşılandıklarını, ama saçılan fitnelerle bazı zihinlerin bulandığını anlatırken; tam karşımda olan ekrana bir daha gözüm ilişti ve şu sözü gördüm:
“Hileyle iş gören kişi, mihnetle can verir…”
Hizmet insanları hileden, takiyyeden fersah fersah uzak… Başlarına gelen musibette ise hilenin ve takiyyenin izleri olduğu muhakkak… Hizmet düşüncesinde kimseye kötülük temennisi yok; ama nasihat var. Ve Allah’in takdiri neyse elbette o var…
Yatsı namazı için kalkacağımız sırada şu sözünü işittim Hocaefendi’nin:
“Yola devam…”
Evet bu uzun bir yürüyüş; maruz kaldığımız musibet büyük; ayrıca ferden ayrı ayrı imtihanlar yaşıyoruz.
Bediuzzaman Hazretlerinin cok sıkıntılı zamanlarında, “Hasbunallahu ve Nimel Vekil” virdine sığındığını ifade ediyor Hocaefendi:
“Bir defa oturduğunda 500 defa Hasbunallahu ve Nimel Vekil diyor... Allah ile irtibati çok kavi. Bize örnek olmalı…”
Yazıyı, bir önceki ziyaretten aldığım şu notlarla bitireyim:
“Birgun burada şu kadar oturmayı bile israf sayacaksınız. Keşke şu hızla gitseydik, şu boşluğa sebebiyet vermeseydik diye ileride hayıflanacağız zannediyorum… İnsanlar sizi nasıl biliyorlarsa, bence öyle bilmeye devam etmeleri lazım. Yılmamak lazım, yese düşmemek lazım, yapılması gereken şeyleri yaparak gelecek nesillere emanet etmek lazım… Sizinki kırmadan, dökmeden bir hareket tarzı, ama karşı taraf tahrip esasına göre gidiyor. Ne yapıyoruz ki deyip hafife almamak lazım, her şey dirilişimiz adına bir kıpırdanma bence, hiç durmamak lazım, dünyanın her yerinde ses ve soluk olmak lazım…”