Ana için derler, sonu yok ızdırabın...
Hep enîndir anada sesi, telin, mızrabın...
İnsanoğlu yaratıldığı günden beri ne kadar ağır imtihanlara, dert ve kederlere maruz kalmışsa onların hepsinden daha fazla ızdırap yüklenen bir gönül yaratmış Yüce Allah…
Kur’ân, nasıl ki Mekke şehrine “Ümmü’l-Kurâ” yani “Beldelerin, şehirlerin anası” (En’âm sûresi, 6/92; Şûrâ Sûresi, 42/7) diyorsa…
Ve gönüllerin kıblesi olan Kâbe’ye de ‘Ümmü’l-Büyût’ yani ‘Evlerin Anası’ deniliyorsa… toplumun kalbine de ‘Anne’ denmiş…
Şefkat ve merhamet kahramanı anne...
Cenâb-ı Hakk’ın Rahmâniyet ve Rahîmiyet’ine mazhariyetin ifadesi…
Tarih boyunca bir ney gibi hep inlemiş anne..
Gözleri buğulu, nemli ve her zaman ocaklar gibi yanmış…
Fakat ne kadar çok olursa olsun elemi, kederi…
Şekva etmemiş, yıkılıp kalmamış dertler karşısında,
Bir Eyüb sabrı, bir Yakup ve Yusuf (as) tavrıyla göğüslemiş en olmazları…
Ama onda ızdırap bitmiyor, acılar dinmek bilmiyor…
Özellikle de bu felaket asrında… mazlumiyet ve mağduriyetler döneminde anneler başka devirlerle kıyaslanamayacak zulümlere maruz kaldılar…ve hala kalıyorlar.
“Şefkat kahramanı” bu nadide gönüller her mazlumun elemini kat kat daha fazlasıyla yaşıyor, çekiyor ve inliyor.
İşte yakın zamanda şahit olduğumuz Ahmet’in annesi…
Ahmet acılar içinde hastalıkla pençeleşirken annesi o pençelerin arasında bin kat daha fazla parçalandı… masum evladı bir inlerken o anne on, yüz inledi…
Ve Ahmet mağduriyetler içinde bir melek olarak kanatlanıp uçtu aramızdan…
Ama annesinin ruhu yandı, cayır cayır kavruldu… bedenin her parçası tekrar tekrar kopup savruldu iniltiler içinde maziye…
Unutması mümkün müydü evlâdını…
Onun için döktüğü gözyaşlarını…
Uykusuz geçen gecelerini…
Bir gecede kim dağıtmıştı yuvalarını?
Hürriyetlerini, hayallerini, umutlarını kim esir almıştı?
Hayalinden hiç geçer miydi?
İhtimal verir miydi bu yaşadıklarına hiç?
Hiç düşünmedikleri,
Hayallerinde dahi ihtimal vermedikleri bu fitne başlarına gelmişti işte!
Kocası hapiste, oğlu hasta ve kendisi çaresiz bir halde…
Kim bunu onlara reva görmüş?
Zalimin zulmü her tarafa kelepçe vurmuş… Ve dilsiz şeytanların gözü önünde her gün biraz daha eriyip gitti evladı… bu anneyi alın ve onun gibi yüzbinlerce anneyi hayal edin… ve yıllardır parmaklıklar arkasında, hücre hapsinde hem kendisinin hem evlatlarının hem anne ve babasının derdini hem de eşinin çektiği ağır zulümleri, sıkıntıları yüklenen binlerce mağdur anneyi düşünün…
‘Eşinden koparılan… hapse atılan… çocuklarını kaybeden… onlardan ayrı düşen… Hazreti Hacer misali, tek başına ıssız bir yerde aile birleşimi bekleyen… Binlerce mazlum ve mağdur anne…’ Boykot yıllarında olduğu gibi evlatlarını kaybeden binlerce Hatice…
Bir düşünün… evlatları için onlar, ne uzun hazırlıklar dönemi geçirmiş!..
Ne aşılmaz zorluklarla karşılaşmış ve neleri aşmış?
Ne çetin hadiselerle pençeleşmiş,
Ne kadar hayâl ve melâl ile oturup kalkmış!
Ne hülya ve rüyalarla dolup boşalmış, ne kadar yeis ve inkisarlarla burkulmuş!
Ne zorluk ve sıkıntıları göğüslemiş ve kaç türlü çileyle preslenmiş!
Ne sancılar çekmiş ve ne kadar inlemiş!
Kaç defa çığlık çığlığa ağlamış ve ne kadar ağlama dindirmiş!
Kaç defa merhametle coşmuş ve kaç defa merhamete ihtiyaç hissetmiş!...
Bir de… böyle bir dönemde, o şefkat hislerini, merhamet duygularını diğer kardeşleri, mü’min dostları için yanıp yakılarak hüzünle ortaya koyan bu anneleri düşünün!
Evet, herkes ızdırap çeker ama annelerin ki daha bir başkadır…derindir… içtendir. İçindeki kederi gözyaşlarıyla salmak ister ama kalbinin üstüne taş gibi oturmuş sıkıntılarını akıtamaz dışarıya… İçindeki yangın sönmez bir türlü. Göğsünde boğulup kalır, dışarı çıkamaz.
Onlar içleri dolu, hıçkıra hıçkıra ağlayan şefkat abideleri… Kimisi çocuğu için… Çocuğu dilini yutmuş; annesi ve babası için hıçkırığı içinde düğümlenmiş… anneleri, babaları, eşleri için ağlayan merhamet sahipleri…
Hazreti Hatice, Aişe ve Hacer gibi günümüzün mazlum ve mağdur kadınları… o mübarek validelerimizin temsilcileri anneler…
Kötü bir niyetle ellerine bıçak almamış, kırk veya elli yıl hiçbir adli soruşturma geçirmemiş o masum anneleri, kermes yapan ev kadınlarını, mağdura, mazluma sahip çıkan o şefkat abidelerini nasıl oldu da bir gecede terörist ilan ettiler?
İşte… eşi yoğun bakımda hasta ve iki oğlu tutuklu Fatime Kasap… Evlatlarının hasretiyle yanıp tutuşan o yaşlı anne… Masum evlatlarının esir edilmelerine mi yansın, yoksa kanser eşine mi…ya da mahallenin bitmek tükenmek bilmeyen adi baskılarına mı? Evlatları bir çektiyse o anne bin çekti…milyon çekti bu ağır süreçte. Fatime annenin kalbi bu dertlere daha fazla karşı koyamadı. Göçüp gitti bu diyardan sessizce. Tutuklu oğullarının, annelerinin mezarına iki kürek toprak atmalarına dahi izin verilmedi.
Güzelim ülkede o masum annelerin başında koparılan bu kıyametler de neydi? Nasıl bir hicran… ne denli bir hüsrandı bu… Öğretmen olan kızı ile birlikte Kütahya Cezaevi’nde tutuklu bulunan damadı Halil Özcan için çok üzülen bir annenin yüreği neden bu kadar yakıldı?
Yine hapishaneden bir ziyaret çıkışı çok duyguluydu… gözleri yaşlarla dolmuştu annenin. Başındaki bu üzüntünün verdiği dalgınlıkla cezaevi önünde karşıdan karşıya geçerken kamyonun çarpması sonucu ağır yaralandı ve kaldırıldığı hastanede vefat etti Hacer Atasever…
İşte… 31 yaşında öğretmen bir anne, tutuklanan eşinin ardından iki çocuğuyla ortada kaldı… Üzüntü üstüne üzüntü yaşadı… Çaresizlik içinde rahatsızlandı ve vefat etti. Geriye 1 ve 5 yaşlarında gözü yaşlı iki çocuk ile tutuklu bir eş kaldı…
Mazlum ve mağdur onca anne nasıl anlatılabilir ki… sayfalara sığmayan bu hüznü ifade etmek mümkün mü?
Memlekette annelerin yaşadıkları öyle dehşetli hadiseler ki!
Hayallerine kurban edilen binlerce hayatlar! Simsiyah saçları beyazlara batmış eşler, onca mağduriyetin altında beli bükülmüş anneler…
Samimi insanları annelerin gözünde asmak! İtibarsızlaştırmak… Alçak bir intikam varsa budur ancak.
Yaşananları anlamakta zorluk çekiyor anneler… Tutuklanan, işkence gören evlatlarına can olmak istiyorlar:
“Ben yaşayacağımı yaşadım, dünya gözüyle oğlumu…kızımı görseydim yeter!” diyorlar.
Ey ruhlar gibi ince, melekler kadar masum ve gökler kadar da derin, yüce ve değerli varlığımız anneler!
Öteler size kıymetler üstü kıymet vermekte…
Sizin yaşadıklarınız melekler tarafından duyulmakta ve sizin fedakarlığınız cennet yamaçlarında yankılanmaktadır.
Onlar size Nesibelere, Hz. Havlelere bakar gibi bakıyorlar…
Allah, iki cihanda… dünya ve kıyamet sabahında da siz annelerimizi Zatı’nın ışıklarıyla aydınlatsın!
Sadece bir gün değil, ömrünüzün her günü kıymetinizin bilindiği, Cennetin cuma yamaçları gibi neşeli olsun!
Bu süreçte çok büyük bir sorumluluk üstlenmişsiniz…
‘Toprak, tohuma;
Kaynak çağlayana;
Havva insanoğluna;
Meryem bir Ruh'a;
Âmine bütün bir hakikate, varlığın sırrına, sırların özüne ana olduğu gibi…
Sizler de bu fırtınalı kışın sonundaki muhteşem bir bahara anasınız…