2004 yılında, ABD’de Pennsylvania eyaletinin Allentown şehrindeki Northhampton Üniversitesi’nde Siyasal Bilimler Fakültesi’nde dinler tarihi dersi vardı. Dersin hocası Profesör Harold Weiss derslerini videolar eşliğinde anlatıyordu.
Fakat, İslam’la ilgili izlettiği video, Hint Müslümanlarının oldukça ilkel sayılabilecek görüntülerinden ibaretti. Görüntülerde çıplak dolaşan, dilenen, şeyh diye haddinden çok fazla saygı gösterilen kişiler vardı. Bazı insanlar ellerinde taşlarla secde edip taşları öpüyordu. Görüntülerde eski ve kirli burkalar içindeki kadınlar vardı. Deyim yerindeyse görüntüler baştan sona Müslümanlığın ne kadar çirkin bir inanç sistemi olduğu imajını veriyordu.
Sınıftaki Hıristiyan ve Yahudi öğrenciler bu görüntüler karşısında kahkahayla gülüyordu. On beş dakika geçmişti ki sınıftaki bir Türk öğrenci ağlamaya başladı. Bütün sınıf o anda sustu. Profesör Weiss, videoyu durdurdu ve ışıkları yaktı. Türk öğrenci, ayağa kalktı. Aslında sınıftan çıkmak istedi. Ama Profesör Weiss hemen yanına gelip:
“Ne oldu, bir şey mi oldu?” dedi. Türk öğrenci:
“İslam bu değil!” cevabını verdi. Prof. Weiss:
“Ben dört tane üniversitede ders veriyorum. Dördünün de kütüphanesine baktım. İslam’la ilgili en yakın tarihli videoyu aldım.” dedi.
Türk öğrenci, “Bu gösterdiğiniz görüntüler, olsa olsa bin, iki bin kişinin yerel inanışlara dayanan bir hayat tarzı. Bunun günümüzün İslam yaşantısıyla bir ilgisi yok. Gerçek İslam bu değil. Ben bile Müslüman olduğum halde bu görüntülerden korktum.” dedi.
Profesör Weiss videoyu kapattırarak:
“O zaman sen söyle. Namazı günde niye beş defa kılıyorsunuz? Neden taşa tapıyorsunuz? İslam’ı sen anlat!” dedi.
İslam’da taşlara tapmak söz konusu değildi. Tam tersine taşa tapmak, İslam öncesi cahiliye dönemine ait bir âdetti ve İslam bu putlara tapmayı kaldırmıştı. Türk öğrenci, Prof. Weiss’in kurban ve namaz sorularına da cevap vermeye çalıştı.
O gün o derste bu olayı yaşayan Türk öğrenci, İzmir İlahiyat Fakültesi’ni bitiren ve uzun yıllar Hocaefendi’nin yanında kalıp ondan İslam klasikleri dersleri almış olan Osman Şimşek’ti. Şimşek dersten sonra, hem okumakta olduğu bu üniversitenin hem de Profesör Weiss’in ders verdiği diğer üç üniversite olan Lehigh Üniversitesi, Carbon Üniversitesi ve Philadelphia’daki Temple Üniversitesi’nin kütüphanelerine baktı. Gerçekten de Profesör Weiss’in dediği gibi bu dört üniversitenin kütüphanelerinde İslamiyet hakkındaki en yeni tarihli video buydu. Üstelik bu dört üniversitenin kütüphanelerinde İslam’la ilgili video sayısı ikiyi, üçü geçmiyordu.
Peki İslam dünyasına bakıp doğru bilgiyi yani İslam’ın gerçek yüzünü öğrenemezler miydi?
Maalesef hayır! İslam dünyasında, İslam’ın sadece adı kalmıştı. Onu merak edip diline-dudağına değdiren “Aman, Allah göstermesin; bunu bir kere daha tatmayalım!” diyecek kadar, birileri tarafından çirkinleştirilmişti. O güzel çehre, zift püskürtülmek suretiyle karalanmıştı. Heva ve hevese kurban edilmişti. Dünyevî saltanat put haline getirilip her şeyin önüne gaye-i hayal diye konmuştu. Âhiret unutturulmuş; Allah sevgisi, Peygamber sevgisi, (haşa) kapılar ardına atılmıştı.
O günden bugüne uzun yıllar geçmesine rağmen hala bir şey değişmedi İslam aleminde. Hatta zulüm daha da vahim bir hal aldı. Suriye’den, Irak’tan, İran’dan, Yemen’den, Sudan’dan, Somali’den, Afganistan’dan… istisnasız bütün Müslüman ülkelerden kaçıp özgürce bir nefes alabilmek için hayatlarını ortaya koyan mazlumların sayısı az değil. Göç yollarında eriyip giden hayatların haddi hesabı yok.
Şu anda İslam dünyasında ve özellikle de son bir umut diye bakılan Anadolu’da daha karanlık bir tablo hakim:
Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile...
Adem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nafile!
Kaç hakiki Müslüman gördümse, hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir.
M.Akif
Müslümanım diyen insanlar, benliğini kemiren, mana kökünü darbeleyen, ruhî dinamiklerini yok eden hadiseleri sezemiyor. Cemiyetin basiret gözü tamamen körleşmiş. İçi boş bir muhafazakarlık tiplemesi ortaya çıkmış ve pek çok kişi sürü psikolojisi ile göstermelik olarak dine yakın gözükmekte. Ülkede insanların İslam'dan uzaklaştığı, deizm ve ateizme yöneldiği bir gerçek. Kollarını makas gibi açarak ‘dur, burası çıkmaz sokak’ diyecek Hizmet gönüllüleri de yok artık toplumda.
Zira, hayatlarında ellerine bıçak dahi almamış, suça bulaşmamış, yüz kızartıcı davranışların yanından geçmemiş, büyük fedakârlıklarla İslâm adına, Türkiye adına, nesiller adına, insanlık adına dünyaya yayılmış yüz binlerce seveni bulunan bir Hizmet Hareketi’ne ve bu hareketin rehber tanıdığı; hayatında tek bir leke olmayan Hocaefendi’ye tarihte kimsenin kimseye atmadığı iftiralarla ve yalanlarla şeytanı utandıracak düşmanlıkta bulunup samimi insanları toplumdan çıkardılar. Hapse attılar, zindanlara koydular, Meriç’in ve Ege’nin azgın sularına kurban ettiler.
Yüce Allah bu süreçte cebr-i lütfi olarak bazı Hizmet gönüllülerini de savurdu dünyanın dört bir tarafına. Meğer, bela ve musibetlerin o çok çirkin simalarının arkasında rahmetin ve hikmetin güzel yüzü saklıymış. Aslını ılımlı İslâm’da bularak kendisini insanlığı eğitmeye, dinler ve kültürlerarası diyaloğu geliştirmeye, dünyanın her kıtasında ihtiyaç sahibi insanlara yardım etmeye ve dünya barışına katkıda bulunmaya adamış böyle bir Hizmete insanlığın ihtiyacı varmış.
Bugün gelinen noktada yaşanılan zulmün aslında dünyaya açılmamıza bir vesile olduğunu daha iyi anlıyoruz. Koskocaman bir cihanın Hizmet’i duymasına, tanımasına, en azından ‘İnsanlığa umut verici bir şey varmış!’ demesine vesile imiş. Profesör Harold Weiss’in ‘İslam bu değil de nedir?’ sorusuna yaşamıyla cevap verecek güzel insanlara ihtiyaç varmış.
Çivileri her taraftan sökülmüş, kırılma üstüne kırılma yaşamış bir dünya duruyor Hizmet sevdalılarının önünde. İnsanların olduğu her yerde az dahi olsa aklı başında hakiki müminler olmalı. Şekil insanı değil, sûret insanı değil, taklidin âzâd kabul etmez kölesi değil. Her şeyi sindirmiş, içtenleştirmiş; inandığı şeyler tavır ve davranışlarına akseden samimi gönüller.
Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir Hadîs-i şerifte şöyle buyuruyor:
“Eğer kalbinde Allah’a karşı saygı/haşyet hissi olsaydı, bu, senin tavır ve davranışlarına da aksederdi!”
El-ayak hareketlerine, ses tonuna, vurgulamalarına, gözünün irisine, yüzündeki takallüslere, kırışıklığa, tebessümlerine, oturuş-kalkışına, her şeyine aksederdi inancın. O hâli, o keyfiyeti ihraz ederek, nerede dünyaya örnek olunabiliyorsa, insanlığa numune olunabiliyorsa, orada samimi hizmet gönüllülerinin olması lazım.
Hayatın her kademesinde samimi ve gerçek Müslümanlığı tavır ve davranışları ile aksettirecek şekilde insanlar olsa, Müslümanlığın, IŞİD tarafından temsil edildiği gibi, Boko-Haram tarafından temsil edildiği gibi, Murâbıtîn tarafından temsil edildiği gibi… bilmem hangi radikaller tarafından temsil edildiği gibi olmadığını anlayacaklar; “Bu, başka bir Müslümanlık!” diyecekler. O örgütleri İslam’ın temsilcileri olarak görmeyecekler… Ve dünyanın buna şiddetle ihtiyacı var!..
Hizmet sevdalıları ve hizmet felsefesinden ilham alan binlerce insan, dünyanın her köşesinde artık “gerçek İslam”ın sesi olarak kabul görmeye başlıyor bugün.
“Doğu ile Batı’nın gerçek iman konusunda kaynaşıp kader birliğine ulaşması, hayatımın en büyük gaye ve emellerinden biri olmuştur. Tam cennete girmenin eşiğinde olduğum bir sırada bana gelip Doğu ile Batı’nın bütünleştiğini, kendi değerlerini koruyarak ve birbirlerine saygı içinde bu iki dünyanın iç içe girdiğini söyleseler, bunu hayatımda bana verilmiş müjdelerin en büyüklerinden biri kabul ederim.
20. yüzyıl kendini inkâr edenlerin çağı olmuştur. İnsanlık yaldızlı sloganların kurbanı oldu. 21. yüzyıl ise bir inanç ve inanmışlar asrı olacaktır. Bu yüzyıl, iman ve ahlâki değerler çağı, dünyanın her yerindeki inananlar için bir Rönesans ve yeniden canlanmaya tanıklık edecek bir çağ olacaktır.” diyor bu işin önündeki büyük Rehber.
Tarih perspektifi açısından bir kısım tersliklere rağmen, insanlığın yeniden bir bahara doğru kaydığı ve geleceğin aydınlık olacağı hususunda ittifak ediyor herkes. Ancak cihan çapındaki bu “oluşumu”n azim, irade ve yüksek bir performansla gerçekleşeceği de muhakkak. Yatıp-kalkıp sürekli geleceğin hülyalarıyla yaşayan, yolların bir gün mutlaka düzlüğe çıkacağı ümidiyle hep çırpınıp duran vefalı ve sebatkar insanların gayretleriyle olacak bu.
İşte ‘bu müthiş zamanda, dehşetli düşmanlar, şiddetli baskılar, hücum eden bid’atlar ve sapkınlıklar karşısında çok az, zayıf, fakir ve kuvvetsiz olmalarına rağmen, gayet ağır, büyük, mukaddes ve bütün insanlıkla alakalı olan imana ve Kur’an’a hizmet vazifesi Allah’ın ihsanı olarak Hizmet insanlarının omzuna konulmuş.’
Üstad Hazretleri, “Asırlardan beri, delik deşik olmuş bir kalenin tamiriyle mükellefiz.” diyor.
Asırlardan beri surları yıkılmış, duvarları sökülmüş, taşları sağa-sola saçılmış, kapıları kırılmış, çeşit çeşit delikler açılmış…yıkılmadık, dökülmedik bir tarafı kalmamış İslâm kalesini tamir ve onu gerçek yüzüyle dünyaya tanıtma vazifesi…
Hasılı, insanlığın problemlerine çare bulunacağı; onlara hak ve hakikatin anlatılacağı her yerde Hizmet insanları diriltici ve ümit verici O Ruhla (sav) olmalı. Zengin kültür dünyalarını onlara taşımaya ve onların da zenginliklerinden istifade etmeye çalışmalı.
İnsanları tereddüde sevk etmemeli, şaşırtmamalı ve duraksamalarına yol açmamalı. Bütün insanlık adına güzel neticeler vaat edecek bir yolda yüründüğüne inanılıyor, yolun her menzilinde durup bir kere daha genel kıstaslar ve evrensel değerler açısından bulunulan yerin doğru olup olmadığı test ediliyor ve yanlış bir şey yapılmadığı görülüyorsa fevkalâde basiretle yola devam edilmeli.
Dünyada tohum saçılabilecek ve meyve alınabilecek her yer samimi ve gayretli Hizmet insanlarının canla başla İslam’ın gerçek yüzünü göstereceği günleri bekliyor. Yoksa Profesör Harold Weiss gibi başkaları da bizim sevgi ve hoşgörü medeniyetimizi başkalarının yanlış yansıtmalarından okuyacaklar…