Jean Valjean ve Masum Yardımseverler

Fikret Kaplan

Fikret Kaplan

09 Nis 2022 16:50
  • İnsanların yardım eli kurumuş, bir anne ve küçük kız çocuğu açlıktan ölmek üzeredir… Jean Valjean, özellikle vicdanına ağır basan kız kardeşinin çocuğunu açlıktan kurtarmak için çok çabalar ama elinden bir şey gelmez. Çaresizlik içinde kıvranır, durur. Büyük sıkıntılar içinde ne yapacağını düşündüğü o anlarda fırından izinsiz bir ekmek almaya karar verir mecburen… Fakat bu sırada yakalanır ve mahkum olur.  Bu mahkumiyet 19 yılına mal olacaktır…

    Victor Hugo, bu adamı unutmaz ve unutturmaz, dünyaya mal eder… Jean Valjean’ın hikayesini dokundurur neredeyse pek çok vicdanlı gönlün insaf tellerine…  

    Yeryüzünde yasalar, medeniyet içinde yapay cehennemler oluşturduğu müddetçe bu gibi kitaplar faydasız olmayacaktır, diyerek anlatır Jean Valjean’ın hikayesini yazma nedenini… 

    Kötülükten iyiliğe, adaletsizlikten adalete, sahtelikten hakikate, geceden gündüze, ihtirastan vicdana, çürümüşlükten hayata, canavarlıktan vazifeye, cehennemden cennete, hiçlikten Allah'a doğru bir yürüyüştür onun hikayesi… 

    Jean Valjean’ın hikayesi bugün daha bir masum şekilde yaşanıyor yeniden… Jean Valjean yüzbinler olmuş… Onların hikayesi daha bir hüzünlü ve daha yürek yakan cinsten… Yaptıkları işte en küçük bir suç emaresi bile yok. Onlar ekmek çalmıyorlar… Sadece kendi kız kardeşleri ve onun küçük çocuğuna da yardım etmiyorlar… 

    Bugünün vicdanlı Jean Valjeanları, zulümle, adaletsizlikle bütün imkanları ellerinden alınmış yüzlerce anne ve onların çocuklarına yardım ediyorlar… Kiminin eşi, kiminin annesi, babası… hukuksuzça zindana atılmış ihtiyaç sahibi masumlara uzatıyorlar iyilik ellerini… 

    Ama gelin görün ki, bu medeniyet asrında… Hiçbir düşünce ve inancın suç kabul etmeyeceği ‘fakire yardım etme işi’ suç sayılıyor. Hem de Ramazan Ayı’nda… İnsanların cömert olmaya ısrarla davet edildiği bir zamanda… İbn Abbas’ın (radıyallâhu anhumâ) tasviri içinde, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) en cömert olduğu mübarek Ramazan’da… 

    ‘Cebrâil’le (aleyhisselam) buluştuğu zaman cömertliği daha da artardı… O günlerde Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) insanlara rahmet getiren rüzgârdan daha cömert olurdu.’ (Buhârî, Bedü’l-Vahy 5, 6, Savm 7, Menâkıb 23; Müslim, Fedâil) denilen manevi günlerde birkaç mağdur aileye Ramazan kumanya paketi… bir iki iftarlık lokma verdi diye hapse atılıyor insanlar…   

    Yıllardan beri hapishanelerde adeta rehin tutulan masum insanların ailelerine yardımda bulundukları iddiasıyla yirmi hayırsever gönül, İstanbul’da sahur vaktinde yapılan operasyonla gözaltına alınıyor… Hem de ters kelepçe vurularak…  Çalmamış, çırpmamış… yakmamış, yıkmamış, kimseye bir zarar vermemiş… bir yerleri patlatmamış… sadece fakir birisine bir parça ekmek uzatmış… Drone ile operasyon yapılıyor… Sahur vaktinde Efendiler Efendisi’nin (sallallahu aleyhi ve sellem) yolunda olma şuuruyla seccadesine gözyaşlarını döken insaflı ellere kelepçe vuruluyor… 

    “Ramazan ayında verilen sadaka daha faziletlidir.” (Tirmizî, Zekât, 28) hadisine uydukları için suçlanıyorlar…

    Enes bin Malik’in (radıyallâhu anh) rivayet etmesiyle, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Medine’ye hicret ettiğinde irat ettikleri ilk hutbesi olan: 

    “Ey insanlar! Allah, şüphesiz sizin için din olarak İslâm’ı seçti. Öyleyse siz de İslâm’la alâkanızı, cömertlik ve güzel ahlâkla pekiştirin.” (İbn Asâkir, Târîhu Dimaşk, 50/289; Mâide Sûresi, 5/3) sözleriyle hayırsever insanlar gönül dünyalarını pekiştirmek istedikleri için gece baskınıyla gözaltına alınıyorlar… 

    “Cömertlik bir ağaç gibidir; kökü Cennet’te, dalları ise dünyaya sarkmıştır. Her kim, cömertliği tabiatının bir yanı haline getirirse, er-geç o ağacın dallarından birine tutunur da Cennet’e yükselir.” (İbn Asâkir, Târîhu Dimaşk) sözleri her nasılsa artık suç sayılıyor mümin insanlar için…

    Şair, Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) cömertlik ve îsarını ifade için:
    “Eğer elinde avucunda canından başka bir şeyi olmasa, isteyene onu da verir. Bu sebeple O’ndan isteyen kimse Allah’tan korksun!” derken, bu iyilik hasletinin suç sayılacağını asla tahmin bile etmezdi…  

    “Bir gün biri, Seni (sallallahu aleyhi ve sellem) cömertlikte bulutlara benzetirse medhinde hata etmiş olur. Çünkü bulutlar verir ağlar fakat Sen, verir gülersin.” mısralarına pranga vurulacağını bilemezdi… 

    O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) cömertliğini, Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Kerîm’de kendisine “raûf ve rahîm” sıfatlarını vermesiyle (et-Tevbe 9/128) övdüğü Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e uymanın suç olacağını kim söyleyebilirdi?  

    İstanbul’da tutuklu masum insanların ailelerine yardımda bulunduğu için baskınla tutuklanan hayırseverler, cömertlik ve iyilik duygularını… başkası için yaşamayı, başka kimden öğrenmiş olabilirlerdi ki?

    O (sallallâhu aleyhi ve sellem), öyle mübarek bir aynaydı ki, Cenab-ı Hakk’ın bütün esması, bir mahlukta olacak en güzel şekliyle O’nda tecelli ettiği gibi, Kerîm ismi de en muhteşem haliyle O’nda tecelli ediyordu. Yeryüzünde O’ndan daha kerim bir ikinci insan gösterilemezdi. 

    İşte Kerimoğlu kerim bu güzel insanlar da O’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) yoluna baş koymuşlar, O’nun yolunda ilerliyorlardı… Bu yirmi insanın hepsi de aynı şekilde aslında ihtiyaç sahibiydiler… Ama değil mi ki:

    “Kendilerinin ihtiyacı olsa bile başkalarını kendilerine tercih eder, fedakârlık yaparlar. Kurtuluşa erenler, nefislerinin hırslarına, cimrilik duygularına karşı koyanlardır.” (Haşir sûresi, 59/9) 

    Hani, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) huzuruna bir garip gelir, Allah Resûlü onun karnını doyurmak ister, hane-i saadetlerinde ikram edecek bir şey olup olmadığını sorduğunda, “Sudan başka bir şey olmadığı” cevabını alır. Tekrar mescide gelir ve:
    “Bu zatı bu gece ağırlayabilecek kim var?” diye sorar. Ebû Talha, hemen ortaya atılır ve “Ben ya Resûlallah!” diyerek konuğunu alıp evine götürür. 
    Eve gelince, Hanımı Ümmü Süleym’e gizlice: 
    “Evde yiyecek bir şeyler var mı?” diye sorar. 
    “Sadece çocuklara ayırdığım şey var.” 
    Bu cevap üzerine şöyle der: 
    “Yemeği hazırla, lambayı yak, çocukları da uyut. Yemeğe oturduğumuzda, lambada bir şey varmış da tamir ediyormuşsun gibi yap ve lambayı söndür. Misafir bizim de kendisiyle beraber yemek yediğimizi sansın da mahcup olmasın. Yemek sadece ona yeter.”

    Plan aynen uygulanır, misafir ağırlanır, ev sahipliğinde kusur edilmez ve ertesi sabah Resûlullah’ın huzuruna varılır. Allah Resûlü’nün yüzü gülmektedir: 
    “Bu gece ne yaptınız öyle!? Allah sizin yaptığınızdan çok hoşnut oldu!” buyurur.

    Sahabe-i kiram efendilerimizin hareketlerine baktığımızda onların, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) emir, tavsiye hatta ima ve işaretlerini bile yerine getirmede olabildiğince hassas olduklarını görüyoruz. 

    ‘O’nun bir işaretiyle insanlar harekete geçiyor ve her bir sözü toplumda karşılık buluyordu. Vermede öyle mahir olmuşlardı ki, farz olan zekâtı edanın çok ötesinde ellerinde ne varsa bütünüyle ortaya dökmeye hazır idiler. Nasıl olmasın ki, aynı uğurda canlarını pazara çıkarmışlardı. Zira burada infak ettikleri nispette ahirette kendilerine ihsan ve ikramda bulunulacağını öğrenmişlerdi. Burada girdikleri dosdoğru yolun, kendilerini, doğruların varacakları Cennet’e ulaştıracağını müdriktiler. Resûlullah’ın ağzından, cömert, civanmert ve içtimai hayatta müsamahalı kimsenin günahkâr dahi olsa Cennet’e yakın olduğunu, aksine şahsî zevkleri peşinde koşan cimri ve eli sıkı birinin, âbid dahi olsa Cehennem’e yakın olduğunu duymuşlardı. İşte bu sebeple açıldıkça açılıyor ve canlarına kadar her şeylerini Allah yoluna bağışlıyorlardı.’

    Mekke’nin zenginlerinden olan Hazreti Hatice Validemiz (ra), İslâm’a en erken uyanandı. O, bütün servetini Allah ve Resûlü uğruna harcayıp tüketmişti. Öyle ki vefat ettiği zaman, bir kefen bezi alacak kadar dahi varlığı kalmamıştı. İhtimal Allah Resûlü, borç bulduğu para ile ona kefen bezi almıştı. Hâlbuki o, İslâm’a girmeden önce, zenginliğiyle dillere destandı. Bu koca servet, son kuruşuna kadar dinin i’lası uğruna sarf edilmişti. Bu da ayrı bir sırat-ı müstakim örneğiydi. Allah Resûlü, keremini öyle bir fetanetle kullanmıştı ki, yaptığı cömertliğin zerresi dahi boşa gitmemiş ve İslâm’ın gücü olarak geriye dönmüştü.’***

    Herkes neticede neye tam inanmışsa, onun usûl ve erkânına göre hareket eder. 
    İman ve küfrün birbiriyle mücadele ettiği, insanlığın maddî-mânevî bir sürü problemle kavrulduğu böyle bir dönemde eğer üzerimize ne düştüğünü idrak edip hayatımızı ‘gayet ağır, büyük ve umumî, kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur’aniye omuzumuza ihsan-ı İlahî tarafından konulmuş’ (İhlas Risalesi) hakikatine göre tanzim edersek ömrümüzü çöle düşen damlalar misali buharlaşıp gitmekten kurtaracak ve insanlığın huzuru için iman dümeninin çarkını çevirmiş olacağız.

    Bediüzzaman Hazretleri, İşaratü'l-İ'caz'da "...ve mim mâ rezaknâhum yünfikûn - Kendilerine ihsan ettiğimiz nimetlerden infak ederler" (Bakara, 2/3) ayet-i kerimesindeki "mâ" sözünün umumî bir manayı ifade ettiğini söyler. Yani, infak sadece mala ve paraya münhasır değildir; ilim, fikir, kuvvet ve amel gibi şeylerde de muhtaç olanlara yardımda bulunmak gerekmektedir, diyerek tam da kendilerini insanlığın bekasına adamış samimi Hizmet insanlarından bahseder…

    Bugün büyük bir ehemmiyet kazanan, kardeşlerimize ve neslimize sahip çıkma, insanlığa faydalı olma, onlara, ebedi saadet yurduna giden yolları gösterme meselesi istikametinde yapılacak maddî-mânevî hiçbir fedakârlık karşılıksız kalmayacak ve mutlaka semeresini verecektir.

    Belki bugünün gerçek Jean Valjeanlarını ‘Sefiller’le ölümsüz romanlara dökecek Viktor Hugo’lar görünmüyor. Ama, mele-i alanın sakinleri ‘Garipler’ olarak onları en silinmez ve unutulmaz defterlere kaydediyorlar. Nakşediyorlar tarihin altın sayfalarına… Burada da ötelerde de o anlı şanlı meydanlarda ‘Garipler’in hikayesi okunacak inşaallah…  
    09 Nis 2022 16:50
    YAZARIN SON YAZILARI