Geçen günlerde kendini bilmez birisi kalkmış trol kafasıyla Sezen Aksu ile babasını mevzu edip Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi ve Hizmetler hakkında cahil cüheylanın yutacağı tarzda iftiralarını yazmış çizmiş. Bunlara cevap vermek bile gereksiz; ama bu tipler meydanı tamamen boş bulduklarında daha da ateşleniyorlar. Gerçi ne cevap yazarsan yaz karakterleri bozuk olunca ortalığı bulandırıp sonra da kayboluyorlar... Hal böyleyken, birkaç arkadaşın ısrarı ve özellikle Üstad Bediüzzaman’ın bu durumlar karşısındaki tavrı karşısında bir iki kelamla gerçekleri dile getirmeyi lüzumlu gördüm…
Zira, İstanbul işgal edildiği sıralarda, 21 Aralık 1918 tarihinde Arther Bootwood imzasıyla kendisine soru yöneltilen Bediüzzaman Hazretleri: ‘Bir adam seni çamura düşürmüş, öldürüyor. Ayağını senin boğazına basmış olduğu halde, küçük düşürmek gayesi ile sual ediyor…(ya da iftiralarını sıralıyor)… Bunları susturmak için verilecek cevap; sükût edip, yüzüne tükürmektir: Tükürün o lainin o hayasız yüzüne!... Ona değil, hakikat namına cevap şudur…’ (Sözler, Lemeât) diyerek sükut etmek yerine hakperest insanlara doğruları ifade etmek için cevap yazdığını belirtiyor.
İnsan olmanın gereği, herkese ve her hadiseye evvela hakperest bakıp, adilce ve insaflıca yaklaşmak gerekir. Gel gör ki, kaderi tenkit eden, (haşa) Yüce Allah’ı sorgulayan, itham eden onca şarkı türkü varken… tam beş sene önce söylenmiş bir şarkıyı belki o gün kendileri dahi dillerinden düşürmezken şimdi kalkmış sırf birileri hedef gösterdi diye yerden yere vuruyor. Ve söylemlerine güç katmak için de:
- Bak! Sezen Aksu ve ailesi şunlara mensup… Babası Sami Yıldırım zaten Fethullah Gülen’in adamı … cemaatten vs… vs… Arka arkaya sıraladığı iftiralarına kendisini o kadar kaptırmış ki bu zat, fırsatını bulmuşken bir de Hocaefendi ve hizmetlere ekstra saldırmayı ihmal etmiyor…
Yalan 1: ‘Sezen Aksu, Selanik’ten Türkiye’ye göçmüş bir ailenin kızı. Babası Sami Yıldırım, 1982’de İzmir’deki Yamanlar Koleji’ni kurup müdürlüğünü yaptı. Sami Yıldırım, Fethullah Gülen’in en önemli müridiydi.’
Evvela Sami Yıldırım, Selanikli değil, orada doğmamış. Sami Bey 1927 yılında Rize’nin Pazar ilçesinde dünyaya gelir. Babası memur, annesi ev hanımıdır. Öğretmen okulunu okur ve Anadolu’nun pek çok şehrinde zor şartlarda öğretmenlik yapar. Yıllar sonra İzmir İl Milli Eğitim Müdürü yardımcılığına kadar yükselir. 1979’da emekliye ayrılır. Yamanlar’ın ilk müdürü olması ise milli eğitimde beraber çalıştığı bir dostu vesilesiyle gerçekleşir. “Bir gün beni aradı. ‘Hocam, böyle böyle bir okul açılacak. Oraya müdür arıyorlar. Ben de sizi önerdim’ dedi. ‘Yahu ben bundan sonra tekrar milli eğitime bulaşmak istemiyorum, ben halimden memnunum’ dediysem de dinletemedim. ‘Ben de o zaman içişleri bakanı ile bir konuşayım’ dedim.” Sami Bey’in ‘içişleri bakanı’ dediği, eşidir tabii ki. Şehriban Hanım ‘sen çalışmayı seviyorsun’ diyerek onay verince Bozyaka’da 15 Kasım 1982 tarihinde eğitim hayatına atılan Yamanlar’ın ilk müdürü olur. Bu arada müdürlük için tek bir şartı vardır. O da her kafadan bir ses çıkmaması... Kendisi bizzat bunu anlatıyor zaten: ‘Benim sizden istediğim tek bir şey var!’ dedim. Ben eğitim, öğretim, yönetim ile ilgili bir şeyi yapmak istediğim zaman, ‘yok hocam öyle olmasın da böyle olsun’! diyecekseniz ben bu işe hiç girmeyeyim. Yanlış anlamayın, ben despot bir insan değilim.’
Şimdi, Sami Yıldırım Bey, nasıl koleji kurmuş oluyor?
Peki Yamanlar Koleji nasıl kuruldu? Sırası gelmişken onu da anlatmakta fayda olabilir…
Mahkeme üyelerini ikna ederek bütün Nur Risaleleri, Bediüzzaman ve talebeleri için 15 Haziran 1944’te oy birliğiyle beraat kararının alınmasına vesile olan Ali Rıza Balaban’ı Bediüzzaman Hazretleri “Adil Hâkim” olarak vasıflandırmış ve daha sonra da bir takım Risale-i Nur’u ona göndermişti. Kaderin sevkine bakın ki bu adil hakim aynı zamanda başka hizmetlere de vesile olacaktı. Ali Rıza Efendi'nin İzmir'de bir dostu vardı. Bu dostu, hep kız olan çocuklarını İzmir’in İslamiyet’e uymayan menfiliklerinden koruyabilmek için o zaman İzmir'in dışında sayılan, Reşat Nuri'nin meşhur Çalıkuşu romanını yazdığı şimdiki ismiyle Bozyaka'daki Çalıkuşu Mahallesi'nde bir ev yaptırmış, etrafını duvarla çevirmişti. Fakat, çocuklar öyle yüksek duvarlar arkasına saklanmakla korunamazdı. Bu yüzden, Ali Rıza Efendi, Bediüzzaman'ın kendisine verdiği Risale-i Nurları okuduktan sonra bu çok sevdiği İzmir'li zengin dostuna verdi. Hediyeyi alan bu zât, Hacı Nefi Akyazılı’nın kayınpederiydi.
Yıllar sonra Ali Rıza Efendi'nin o dostunun damatlarından, Zehra Akyazılı’nın kocası, Nefi Akyazılı, Akyazılı Vakfı'nı kurarak birçok evi, dükkânı ve arsa ile beraber Bozyaka’daki bu yeri de vakfa bağışladı. O tarihlerde hizmet hareketi bir yurt yeri aramaktaydı. İlk defa oraya yurt yapımına uygun olur mu diye bakmaya giden heyet içinde Fethullah Gülen Hocaefendi, diğer Ağabeyler ve tevafuken tamir için İzmir’e getirilen Bediüzzaman’ın şimdi Isparta'da müzede duran arabası da vardı. İmkanlar çok kısıtlı olduğu için esnaf abiler, orasının arazi durumunu ve yüz ölçümünü nazara alarak yurt yapımına uygun olmadığını söylerler... Yurt yapmaktan vaz geçilmez üzeredir. Fakat o sırada orada bulunan Üstad Hazretleri’nin arabası da bir türlü o topraklardan çıkmak istememekteymiş gibi direnmekte ve yerinden ayrılmamak için adeta inat etmekteydi. Bunun üzerine Hocaefendi, tevil-i ehadis (olayların dilini okuma ve yorumlama) açısından, Üstad’ın ruhaniyetinin buranın ilim yuvası olmasını istediği işaretini çıkarıp: "Üstad'ın arabası buradan ayrılmak istemiyor gibi... Her halde yurt yapmamız uygun olacak" diye bir yorumda bulununca, inşaata karar verirler. Enteresandır, gerçekten bu karardan sonra hiç itekleme desteği verilmeden araba, o battığı yerden kolaylıkla çıkmış ve yoluna devam etmiştir. İşte bu hadiseden sonra Bozyaka Yurdu inşaa edilecek, daha sonra da Yamanlar Koleji’ne çevrilecekti. İftiracıların anlattığı gibi değil!
Yalan 2: ‘Fethullah Gülen, İzmir Kestanepazarı’nda büyüdü. Önü hızla açıldı.’
İnsan, yüzü kızarmadan nasıl bu kadar rahat yalan uydurur ve ‘bunları çok derin çalışmalarım sonucu elde ettim’ der! Ve en acıklısı da on binlerce insan tebrik eder…Fethullah Gülen Hocaefendi, 1938’de Erzurum’da doğdu. (Bizzat itimat ettiğiniz Kırkıncı Hoca, hatıralarında Hocaefendi’nin Erzurum günlerini anlatır.) Hocaefendi, Erzurum’dan uzun süreli ayrılmaya karar verdiğinde 20 yaşındaydı. Nüfus cüzdanına göre ise 17. Önce Edirne’ye gitti… sonra Kırklareli ve ardından da İzmir’e tayini yapıldı. Yaşar Tunagür Hoca’nın 1965 yılı sonbaharında Ankara’ya Diyanet İşleri Başkan vekili olarak tayini çıkmıştı. Kestanepazarı’ndaki talebeler ve camiye gelen insanlar “Bizi kime bırakıp da gidiyorsunuz?” deyince, Yaşar Hoca onlara "Size öyle kıymetli birisini göndereceğim ki, kısa bir müddet sonra beni bile unutacaksınız” diyordu. Onlara isim vermiyordu. Fakat kafasında sadece tek isim vardı. O da Edirne’de müftü iken tanıdığı henüz 27 yaşında genç bir hoca olan Fethullah Gülen Hocaefendi’den başkası değildi. Yaşar Tunagür, Hocaefendi’ye: "Bir dilekçe yaz ve İzmir Vaizliğini iste" demişti. Aniden böyle bir teklifle karşılaşınca şaşırmıştı. "İzmir büyük yer, beni yutar. Mümkünse beni şarkta küçük bir vilayete verin." Yaşar Hocaefendi, ısrar etmiş, bir başkasına dilekçeyi yazdırmış, Hocaefendi’ye de zorla imzalatmıştı. Daha sonra da kararnameyi Diyanet İşleri Reisi Elmalı'ya imzalatacaktı.
Yaşar Tunagür Anlatıyor:
“Ankara'ya gider gitmez de ilk işim Hocaefendi'nin tayinini İzmir'e yapmak oldu. Ve böylece bu müessese ehil bir insana teslim edilmiş oldu. İnsanı hangi ameli kurtaracaktır, bunu ancak Cenab-ı Hakk bilir. Fakat ben kendi namıma şöyle düşünüyorum: “Ahirette beni kurtarmaya vesile olacak hiçbir amelde bulunmadım. Sadece bir işe vesile oldum ki bütün ümidim ondadır. O da Fethullah Efendi’yi İzmir’e tayin etmiş olmamdır. Evet, beş senelik Diyanet İşleri Reis Muavinliği döneminde yaptığım en hayırlı iş odur.”
Yalan 3: ‘(Hocaefendi’nin) Annesi, Edirne’den Erzurum’a göç etmiş… Ailenin ataları ise Edirne’ye 1492’de İspanya’dan göç etmiş…’
Nasıl olsa karşısında bir sürü var.. ne atarsa millet yiyor… Fethullah Gülen Hocaefendi’nin anne ve baba tarafından büyük dedeleri hakkında hem şifahi hem de belgeye dayalı bilgiler mevcuttur. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Tapu Tahrir kayıtları, Kadı Sicilleri ve İçişleri Bakanlığı’na bağlı Nüfus Sicilleri’nde bu bilgilere erişebiliyor. Hocaefendi’nin baba tarafından dedeleri, Bitlis'in Ahlât ilçesinden Erzurum’un Korucuk Köyü’ne göç edip gelmişlerdi. Çünkü kız kardeşi kaçırılan Halil Ağa (ailenin bilinen ilk reisi) bu duruma tahammül edememiş ve kavga silahlı çatışmaya kadar varmıştı. Ecdatlarının Ahlât’ı terkedip Erzurum'a gelmelerinin sebebini Fethullah Gülen Hocaefendi şu şekilde anlatıyor: “Bizim sülale bir nâmus meselesi yüzünden karşı tarafla silahlı çatışmaya girer. Halil Dedem'in kız kardeşi kaçırılmıştır. Vuruşma esnasında karşı taraftan biri ölür. Ve devlet meseleye el kor.
Halil Dedem çok suçlu görülmez ki, sadece sürgün edilir. Önce Hasankale'ye sonra da Korucuk Köyüne yerleşir. Halil Dedem, hep Ahlât'a geri dönme düşüncesiyle yaşamıştır. Onun içindir ki, Ahlat'taki mal varlığına dokunmamış, sadece taşınabilir mallarıyla bu sürgün edildiği Hasankale'ye oradan da Korucuk'a gelmiştir. Ancak hiçbirine bir daha Ahlât'a dönmek nasip olmayacaktır.”
Fethullah Gülen Hocaefendi, hem baba hem de anne tarafından Peygamber Efendimiz Aleyhissalatü Vesselâm’ın mübarek soyundan gelen köklü bir aileye mensuptu. ”Ailenizin seyyidler soyundan geldiği söyleniyor?” şeklinde kendisine sorulan bir soruya Hocaefendi şöyle cevap veriyor: “Olabilir, öyle diyorlar. Ancak bu mevzu bizim aile içinde ne annem ne de babam tarafından konuşulmazdı. Ben annemden iki defa böyle bir merbutiyetten bahis duydum. Her ikisi de şecerenin kaybolduğundan bahsederken oldu. Babam daha da dikkatliydi. Ahmet dedem de bu mevzuda bir şey anlatmazdı. Zaten çok az konuşurdu. Ben daha çok bu tür konuşmalara yakın akrabalarımızda muttali oldum. Ancak, şu anda şecere var mıdır, yok mudur onu da bilmiyorum. Onun için kesin bir şey söylemem mümkün değil...” (Fethullah Gülen’in bütün eserleri / Terbiye ve cihad / hayatı / hayatından kesitler)
Emevi ve Abbasi dönemlerinde Peygamber Efendimiz Aleyhissalatü Vesselâm’ın mübarek torunları gördükleri baskı ve zulüm üzerine Anadolu’ya doğru göç etmişlerdi. 1071 Malazgirt Zaferiyle onların bir kısmı girmişti Anadolu’ya. Bulundukları bölgenin örf ve adetlerine uyarak, oranın dilini konuşmuşlardı. O’nun (sav) güzide torunlarının sığındıkları önemli yerlerden birisi de Bitlis yani Ahlât ve yöresiydi.
Yalan 4: ‘‘Minik Serçe’ lakabı verilen Sezen Aksu neden kısa sürede ünlenip büyüdü? Sebatayistler’in desteğiyle…’
Bu zat, herhalde sağır olmalı ki bunları ileri sürüyor… Sezen aksu’nun sesi, sazı, bestesi bu kadar açık şekilde ortadayken… Kısa sürede büyümeyip 1970'lerin ortalarından itibaren şarkılarıyla etkili bir figür hâline gelerek Türk pop müziğine yön verdiği ve yaklaşık 40 yıldır dünyada ve Türkiye’de aldığı ödüller ve halk tarafından gördüğü ilgi biraz araştırıldığında rahatlıkla görülecektir. Alemi nasıl bilirsin… kendin gibi! İşi gücü yalakalık, dalkavukluk, yalan dolan olan birisinin başkasını da kendisi gibi görmesi gayet normal!
Allah ıslah etsin!