Otuz yıl oldu neredeyse…
Bir cumartesi günüydü ve yağmur yağıyordu. Apartmanın isminden hareketle “Doğu” ismini taktığımız “abilerin evi”nde Numan abiyi bekliyordum. Yağan yağmurdan olsa gerek gittiği yerden gelememişti. Fen liseleri sınavına hazırlanan bana, ders anlatacaktı o gün. Başarılı bir tıp öğrencisiydi Numan abi…
Camdan yağan yağmuru seyrederken, edebiyata meraklı, çok kitap okuyan Faruk abi geldi yanıma; havadan sudan muhabbet ettik. Tatlı-sert “hem sınava hazırlanıyorsun hem de boş boş oturuyorsun” dedi. Ne diyeceğimi bilemedim. “Sana matematik-fen anlatamam ama gel bir şeyle okuyalım, hem Türkçe sorularına hazırlık yapmış olursun” dedi.
Abilerin elinde gördüğüm ama pek itibar etmediğim Sızıntı, o günden itibaren okulum, öğretmenim, rehberim oldu. Bugüne kadar sayısız reklam ve tanıtım faaliyetine muhatap oldum ama hiçbiri zihnimde kalıcı yer edinmedi, hiçbiri hayatımı değiştirmedi…
O gün hayatımı etkileyen bir tanıtıma muhatap oldum. Hazırlıksız bir sunum ve tek alıcısı olan bir tanıtım…
Yolculuk, kapakla başladı ve iç sayfalardaki resim değerlendirmeleri ile devam etti. İlk defa böyle bir şey görüyordum; hayret ve hayranlıkla Faruk abiyi dinliyordum. İkinci aşama ikinci sayfadaki başyazı idi. Ne yazık ki bir şey anlamıyordum. Bunu fark eden Faruk abi üçüncü aşamaya geçti; bilim, edebiyat, kültür ve tarih konularındaki yazıları özetledi, izahlarda bulundu. Derginin sonuna geldik ve ben muhabbetimiz bitti diye düşünüyorken dördüncü ve son aşamaya geçtik.
Tekrar derginin başına döndük ve sayfaları çevirmeye başladık. Bazı yazıların üst kısmında bir çerçeve ile ayrılmış o yazıya ait olmadığı belli olan 1-2 cümlelik yerleri okumaya başladık. Önceki aşamalarda bu bölümleri fark edememiştim veya yazının bir parçası sanıp önemsememiştim. Bu ölçüleri de okuyup bitirince Faruk abi son noktayı koydu: “Benim için bu ölçülerin her biri, en az diğer yazılar kadar önemli…”
Şaşırmıştım; nasıl oluyor da 1-2 cümlelik ifadeler sayfalarca yazılara bedel oluyordu? O günden beri bu cümleyi hiç unutmadım. İlk anda inandırıcı bulmasam da zamanla bunun doğru bir hüküm olduğuna kanaat getirdim. Ölçüler ve Yoldaki Işıklar kitabını da çıktığından beri defalarca okudum.
Bu olayı yaşadığımda Sızıntı 6-7 yaşlarındaydı. 37 yaşına geldiğinde artık olgunlaşmıştı ve yerini cebr-i lütfi ile Çağlayan’a bıraktı.
“Sıza sıza göl olur
Akar akar yol olur
Yaradan dileyince
Az çoklardan bol olur”
diyerek yola çıkmıştı Sızıntı… Kapağında,
“Merhametin yok diyelim nefsine
Merhamet etmez misin evladına”
demiş ve hemen arka sayfasında
“Bu Ağlamayı Dindirmek İçin Yavru” başyazısıyla çıkış felsefesini ortaya koymuştu.
Bu, Hizmet’in bütün ünitelerinin başlangıç parolasıdır adeta. İddiasız, beklentisiz ve mütevazı… Esas olan devamlılık olduğundan benlik, sertlik, hakaret, gürültü ve acelecilikten uzak; hatta “dövene elsiz, sövene dilsiz…” Yıllardır ihmal edilmiş ve toplumda hayatiyet bulmuş olan temel problemlere, âdet yerini bulsun diye değil, gerçekten çözüm arayan…
Şimdiye kadar yapılan hizmetlere destek olanlar da oldu, köstek olanlar da… Bundan sonra da bundan farklı bir durum yaşanmayacak; dostlar da olacak, düşmanlar da…
Sızıntı, yayın hayatı boyunca bir okul oldu; hem sayfalarında yazısı yayınlananlar hem de dergiyi elini alıp okuyanlar için… Yayınlanan yazıların içeriğinden konuları ele alış farklılığına, sayfa tasarımından seçilen resimlere kadar nev’i şahsına münhasır bir özelliğe sahipti Sızıntı… El atmadığı ve değinmediği neredeyse hiçbir konu kalmamış; bu özelliği ile de okuyucularını dünya vatandaşı olmaya hazırlamıştı. Hizmet Hareketi müntesiplerinin gittikleri yerlerde hızlı bir şekilde kabul görmelerinin ardındaki sırlardan biri de bu olsa gerek.
Hizmet’in yeni boyuta evrilmesiyle Sızıntı, üzerine almış olduğu misyonu Çağlayan’a devretti. Temel olarak yayın çizgisi değişmemekle beraber bazı yenilikleri de beraberinde getirdi. En büyük yenilik Hocaefendi’nin her sayıya 2’şer yazı ve şiirle katkıda bulunarak âdeta “yıkılmadık, ayaktayız” şeklinde meydan okumasıdır. Diğer yazıların konularına bakıldığında da birer dünya vatandaşı olan gönül erlerine hitap ettiği görülmektedir. Başka bir ifadeyle Sızıntı, Türkiye’ye hitap ediyorken Çağlayan artık dünyaya hitap ediyor.
Bu itibarla dünyanın dört bir yanına yayılan düşünce ve aksiyon insanlarının misyonlarını yerine getirirken ihtiyaç duyacakları beslenme kaynakları da hazır hale gelmiş durumdadır. Çağlayan’ın sayfalarında gezinirken yazılarda işlenen muhtevayı başlıklar halinde sıralamak istiyorum:
İnsanın kendiyle yüzleşmesi
Hizmet Hareketinin tarihçesi
Diyalog faaliyetlerinde kullanılabilecek argümanlar
Eleştiri kültürü, muhasebe ve istişare
Bilim ve kâinat ‘Allah’ diyor
Maddi ve manevi açıdan insanın kendini tanıması
İyi insanın/dünya vatandaşının vasıfları
İslam’ın bilim ve sanata verdiği önem
Çağdaş eğitim metotları
Örnek alacağımız insanların hayatları
Ve şiirler, hikâyeler, hatıralar…
Kazanımlar elbette bu kadarla sınırlı değil. Daha fazlası için Çağlayan’ın sayfalarında seyahat etmek gerekiyor. Böyle bir seyahate çıkmayanlar neler kazanabileceklerini bilemez.
Yeniden diriliş türkülerinin söylendiği bu dönemde önümüze açılan kapılardan geçmek ve varılan menzilde tutunabilmek için yapılacak diğer işlerin yanında okumayı ihmal etmemek gerekiyor. Unutmamak gerekir ki, bizi biz yapan değerleri hatırlatan kaynaklardan uzaklaşmak, “kazanma kuşağında kaybetme”ye sebep olabilir.