Soğuk bir sonbahar sabahı güne motor sesleri ile uyanıyor. Perdeyi sıyırınca odama ölgün bir sonbahar güneşiyle birlikte kesik çayır kokusu doluyor. Karşı parkın çimen-çayırını biçiyorlar. Yerde yatan kesik çimleri uzun uzun seyrediyorum.
Kısa bir kahvaltıdan sonra çalışma masama oturuyorum. Sosyal medyada gezinirken Yılmaz Özdil’in Teğmen Çelebi’yle ilgili yazdığı yazı gözüme ilişiyor. Yazıyı sonuna kadar okuyorum. Yazı kendi içinde son derece tutarlı.
Baştan sona Teğmen Çelebi’yi utanmaya davet eden bir yazı.
Geçmişte kendisine ve arkadaşlarına yapılanları bir bir hatırlatarak Çelebi’ye “Nasıl olur da öyle bir çatının altına girersin?” diyor.
“Sen de hiç utanma diye bir şey yok mu?”
Çelebi’de utanma duygusunun olup olmadığını bilmiyorum ama gittiği yerde utanma duygusunun olmadığını biliyorum.
Eğer utanma duygusu olsaydı, insani yardım yapan 550 insanı bir sabah vakti çocuklarının gözleri önünde toplamazlar, “kesik çayır biçilmez” diyerek bir daha bir daha biçmeye kalkmazlardı.
Üstelik bunlar kediyi hapsettiği için açlıktan öldüren kadının cehenneme gittiğini bilen insanlardı.
Yüzbinlerce masum çocuğu, eşi hapiste olan kadınları aç bırakmaktan ar duymuyorlardı.
Sarayları, uçakları, otelleri, gemileri, arabaları, pudraları, markalı çantaları yoktu bu insanların. Ejder meyveli sumutinin ne olduğunu da bilmiyorlardı.
Sabah, çocuğunun beslenmesine kek koymaya çalışan annelerdi bunlar.
KHK’lı diye iş verilmeyen ve sosyal ölüme terk edilen insanlardı.
Şimdilerde kan kanseri olan AK Parti Isparta İl Başkanı Osman Zabun’un “Ağaç kabuğu yesinler!” dediği insanlardı.
Bütün “suç aletleri” ele geçirildi: Mercimek, bulgur, nohut, makarna kraker, şeker, sıvı yağ…
Ve bir miktar da para...
Ayakkabı kutularında çaldıkları paraları, sıfırlayamadıkları yüz milyonları unutturmak için, bir aileye ancak bir ay yetebilecek parayı terörize ettiler.
Eğer bunlarda utanma duygusu olsaydı; yedi yıldır erkek-kadın, genç-ihtiyar, hamile-hasta demeden üç günlük dünya ikbali için cadı avı sürdürmezlerdi.
Eğer azıcık utanma duygusu olsaydı, insanların içindeki hayır yapma duygusunu vahşice yok etmezlerdi.
Eğer azıcık utanma duygusu olsaydı, Ergenekoncularla, Ulusalcılarla birlikte olup ülkenin en temiz, en masum evlatlarına çıplak arama, işkence, insan kaçırma dahil her türlü zulmü reva görmezlerdi.
Dün Mekke müşriklerinin yaptığı alay, işkence, işsiz bırakma, sürgün, açlık, mala çökme gibi her türlü zulmü reva görmezlerdi.
Rahmetli babam, “Oğlum, insanın ar damarı çatladı mı ondan herşey beklenir.” derdi.
Ekmek gibi, su gibi lazımmış insana ar damarı. İktidardakiler ar damarını yırttılar.
Nesiller boyu kapanmayacak yaralar açtılar.
Eğer azıcık utanma duyguları olsaydı, sevgi okulları, iftar sofraları, Abant Toplantıları ile bir barış adası haline gelen ülkemizde şiddeti, nefreti zehirli bir sarmaşık gibi gün gün, saat saat, dakika dakika büyütmezlerdi.
Tomalarla okullar, kreşler basmazlar; milletin gözbebeği eğitim yuvalarını kapatmazlar, koca bir neslin dağlar gibi vebalini yüklenmezlerdi.
Utansalardı, ülkenin saygın iş adamlarının el emeği, göz nuru ile büyüttüğü işyerlerine el koymazlar; sahiplerini tutuklamazlar, hukuk değil, haramîlik hâkim olmaz; kendi çocuklarına, yandaşlarına peşkeş çekmezlerdi.
Çirkin bir savaşı bunca zaman sürdürmezler, kiminle savaştıklarını bilmeyecek kadar ahmak, bu kadar acımasız olmazlardı.
Utansalardı, talebelere burs vermek için evinin iaşesinden kesip, kuruşlarını biriktirip iyilik yapmaya azmeden insanları ağır para cezaları veya hapisle tehdit ederek iyilik yapmaktan alıkoymaya çalışmazlardı.
Mantı yaparak, kermesler düzenleyerek burs bulmaya çalışan bacılarımızın o bereketli bileklerine kelepçe takma çılgınlığına düşmezlerdi.
Utansalardı, ülkenin en saygın gazetecilerini, milletvekillerini, savcılarını, hâkimlerini, polis müdürlerini, iş adamlarını, öğretmenlerini, ev hanımlarını haksız yere tutuklayıp hapse göndermezlerdi.
Tayyip Erdoğan’la aynı mahallede oturuyorduk. Kızımın nikâh şahidi idi. Bir şiir yüzünden Pınarhisar’da yatarken Alaaddin Kaya ile kendisini ziyaretimizde, onu dört duvar arasında görünce, derin bir teessür duymuş, üzüntümden ağlamamak için dudaklarımı ısırmıştım.
Eğer azıcık utanma duygusu olsa, yaşı seksene dayanmış Alâeddin Kaya gibi, İlhan İşbilen gibi saygın insanları hapse attırmazdı.
Bülent Arınç’la Türkçe Olimpiyatları’nda, Abant Toplantılarında, iftar sofralarında defalarca birlikte olmuş, aramızda derin dostluklar oluşmuştu. O da Hizmet Hareketi’ni yakından tanıyan biriydi. Hepsinin de evlatları Hizmet Hareketi’nin okullarında okumuş, yurtlarında kalmıştı.
İktidardakilerin pek çoğunun Hizmet Hareketi ile bir şekilde irtibatları vardı.
Diyelim ki birileri suçlu; peki, öğrencilerden, öğretmenlerden, ev hanımlarından, masum çocuklardan ne istediniz.
Daha dün her gittiğiniz ülkede sırtlarını sıvazladığınız, başlarını okşadığınız ömrü gurbette geçmiş öğretmenlerden ne istediniz? Ülke ülke dolaşıp “Bunları ülkenizden kovunuz!” demeyi vicdanınızın neresine sığdırdınız?
Mazlum milletlerin ufkuna bir şafak pırıltısı gibi doğan bu insanlar, yarın mahşerde “hangi suçumuzdan dolayı bizi gammazladınız? Biz size ne yaptık?” dediklerinde verecek herhangi bir cevabınız var mı?
Siz çok iyi biliyorsunuz ki bizler terörist değiliz. Eğer biz terörist olsaydık bize bu kadar hoyratça davranamazdınız.
Eğer azıcık utanma duygunuz olsaydı. İnsanlara kendi ülkelerini cehenneme çevirmezdiniz.
On binlerce yetişkin beyin canları pahasına, timsahlardan kaçan ceylanlar gibi derin suları geçerek ülkelerini terk etmezler, gurbetleri vatan kılmaz, serin sular onlara mezar olmazdı.
Anam ölüm döşeğinde baş ucunda beni görünce, “Ah oğlum! Keşke benim için kendini yakmasaydın.” demezdi.
Nice evlatlar bir daha yaşlı analarını, babalarını göremediler. Son anlarında yanlarında olamadılar. Akrabalar birbirlerine hasret kaldılar.
Utanma duygunuz olsaydı bu kadar zalim olmazdunız..
Eğer utanma duygunuz olsaydı; iffet sahibi kadınlara, kızlara çıplak arama yaptırmaz, memleketin öz evlatlarını sırtlanların, çakalların, kurtların önüne atıp bunu zevkle iştahla seyretmezdiniz..
Hamile kadınlar soğuk betonların arasında doğum yapmak zorunda kalmaz, çocuklar güneşi görmeden büyümek zorunda bırakılmazdı.
Hem babayı hem anayı tutuklayarak çocukları anasız, babasız bırakmazdınız.
Eğer utanma duygunuz olsaydı; memleketin tertemiz, pırıl pırıl evlatlarını hapse atıp kendi çocuklarınızı kumar masalarından, eroin pazarlarından toplamazdınız.
Eğer utanma duygunuz olsaydı, aydınlığa bu kadar düşman olmazdınız.
Sizin ülkemizde tutuşturduğunuz orman yangının yalımları çoktan dünyanın en uç sınırlarına ulaştı. Bu yangın insanlık için yeni bir aydınlık getirecek. Baharda esen fırtınalar tehlikelidir ama aynı zamanda tohumları, çiçekleri sağa sola savurarak baharın da her bir yana ulaşmasını onlar sağlarlar. Büyük inkılaplar büyük patlamalardan ve acılardan doğar.
Ülkemizin yaşamakta olduğu dehşetin farkındayız. Fakat felaket bir gün son bulacak ve ülkemiz yeni bir güne uyanacak.
Bu süreç bize, uzun zamandır göz ardı ettiğimiz çok sayıda gerçeği gösterdi. Bize aynı zamanda varış noktamıza ulaşmamız için yol gösterdi. Kısa bir süreliğine geride kalıyor gibi görünsek de yeni çıktığımız maratonda büyük mesafeler aldırdı.
Bir bölgede kış bütün şiddetiyle sürerken bir başka bölgede bahar kıtalar dolaşmaya başladı.
Bu süreç bize büyük bir aile olduğumuzu gösterdi.
Aile olmak için kan bağı gerekmediğini gösterdi.
Aile olmak için mesafelerin önemli olmadığını gösterdi. John Steinbeck'in Gazap Üzümleri’nde dediği gibi, birimiz öldüğünde hepimizin evinden cenaze çıktı. Bir çocuk doğduğunda hepimizin gözü aydın oldu. Birimiz tutuklandığında hepimiz tutsak olduk. Birimiz özgür olduğunda hepimiz özgürlük şarkıları ile coştuk.
Elimizden başka bir şey gelmediğinde dünyaya dağılmış ailemizin bütün fertleri ile duaya durduk.
Hediye paketlerini görünce, paketlerin içinde harçlıkları görünce daha iyi anladık büyük bir aile olduğumuzu.
Yardım paketleri büyük bir aile olduğumuzu gösteren görsel bir sonbahar şöleni gibiydi.
Gurbette yaşayan sıcakkanlı, sevecen Anadolu insanının hayırseverlik öyküsü gibiydi.
Bu Hizmet, unutulmaya yüz tutmuş değerleri gönülden yaşayan, alın teriyle kazanırken sevdasını yüreğiyle hisseden, umutları ve hayalleri uğruna yaşam mücadelesi veren masalsı kahramanların hikayesidir.
Biz büyük bir aileyiz.
Aile olmak dertler karşısında omuz omuza olmak, sırt sırta durmaktır.
Bizi güçlü kılan da bu değil mi?
Soğuk bir sonbahar sabahı güne motor sesleri ile uyanıyor. Penceremi açınca odama memleket özlemi gibi kesik çayır kokusu doluyor. Gün boyunca motor sesleri hiç eksik olmuyor. Sanki biçtikleri çimleri, çiçekleri bir daha bir daha biçiyorlardı.
Dışarıda sonbahar ölüme doğru yürüse de Neruda’nın sözleri ölümsüzdür...
“Bütün çiçekleri koparsanız da baharın gelişini engelleyemezsiniz.”
Sitemizi kullanmaya devam
ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz.
Detaylı bilgi almak için Çerez Politikasını ve Gizlilik Politikasını inceleyebilirsiniz.