Arabamız akşamın alacasında hızla yol alıyor. Yollar oldukça tenha. Her bir şey bütünüyle teslim olsa da hala kışa direnen ağaçların çokluğu gönlümüze inşirah veriyor. Arabanın camını hafifçe açıyorum. Bereketli bulutların göz pınarlarından dökülen yağmur kokusu doluyor içeriye.
Yaklaşık yarım saat kadar yol aldıktan sonra tarihi bir binanın önünde duruyor arabamız.
Yol arkadaşım “geldik diyor”.
Genişçe bir salon…
İçerde otuz kadar pırıl pırıl insan…
Bir hatip konuşma yapıyor…
Kalabalık derin bir sükût içerisinde dinliyor.
“Gül devri…” diyor. “Her şeyin en güzeli, en güzel devir.
Kur’an bahar yağmurları gibi güzel güzel yağıyor.
Yeryüzü bir mektep, Güllerin Efendisi muallim, sahabiler onun güzide talebeleri…
Güllerin Efendisi sözlerin en güzelini söylüyor…
‘Arşı azamın etrafında nurdan kürsüler vardır. Bu kürsülere öyle kimseler oturacaktır ki, elbiseleri ve yüzleri nur gibi parlayacaktır. Bunlar peygamber ve şehit değillerdir. Fakat peygamberler ve şehitler onlara gıpta edeceklerdir.
Sahabiler şimşek gibi atılıyor. “Ya Rasulallah kim o kullar onlarla dost olalım”
“Onlar Allah için birbirini sevenler, Allah için buluşup oturanlar ve Allah için birbirini ziyaret edenlerdir.” Buyuruyor.
Peygamberimiz Medine’ye geleli neredeyse beş ay olmuştu.
Muhacirlerin ellerinde avuçlarında olan ufak tefek birikimleri de bitmeye başladığından sıkıntılarda her geçen gün artıyordu.
Ayrıca Medine’de her bir kabilenin kalbinde, karşılıklı bıraktıkları acılar vardı. Emzikte büyüyen çocuk gibi gün be gün büyüyordu acılar.
Ensar ve muhacirin bu yaralarını sarmak kolay olmasa da, gözleri ışık saçan Kutlu Nebi çevresinde ağırbaşlı bir saygı uyandırmıştı.
Çünkü o herkesi kucaklıyor, herkes için yüreği titriyordu. Düşmanlığı yok etmek, yürekleri sevgide birleştirmek istiyordu.
Herkes yorgun yüreklere yeni bir umut güneşinin doğduğunun farkındaydı.
Bu güneşin tüm dünyayı sonsuza dek aydınlatacak güce sahip olması herkese ziyadesi ile haz veriyordu.
Bir gün Kutlu Nebi, ensar ve muhaciri Enes Bin Malik’in evinde topladı. Önce muhacirleri kendi aralarında, sonra da ensâr ve muhacirleri birbirleri ile kardeş yaptı.
Ama daha da önemlisi, yüz yıllar boyu birbirlerine kin ve nefretle bakan, birbirlerini acımasızca öldüren, Evs ve Hazrec kabilesinin insanları yüz yıl sonra birbirlerine sarıldılar.
O mütevazı evde Medine, tarihin en güzel ve duygulu sahnelerinden biri yaşandı.
Bu soylu kardeşlik inşası, Mekkeli muhacirlerin vatan hasretlerini biraz olsun hafifletmiş, onları Medine’de bir sığıntı, mülteci olmaktan kurtarmış, psikolojik eziklik duymalarını engellemişti.
Onlar Ensar’a yük değil kardeş olmuş, yabancı değil şehrin asil sakinleri haline gelmişlerdi.
Bu kardeşlik sayesinde yepyeni bir kimlik oluşturulmuş, Kureyşli, Evsli ya da Hazreçli olmanın değil Müslüman olmanın değer ifade ettiği yeni bir dünya kurulmuştu.
Ensar, muhacirlerin yaralarını sarabilmek için olağanüstü gayret sarf ediyorlar, ekmeklerini paylaşıyorlar, oturacakları evleri birlikte inşa ediyorlar, tarihin benzerini görmediği bir cömertlik ve fedakârlık tablosu çiziyorlardı.
Bu kutlu kardeşlik, Mekke’den gelen ve evi barkı olmayan muhacirlerin barınma sorununu ortadan kaldırdı. Ensar kardeşleri onlarla evlerini paylaştılar.
Tüm varlıklarını Mekkeli kardeşleriyle paylaşmak isteyen ensâr en büyük zenginlikleri olan hurma bahçelerini dahi muhacirlere vermek istiyordu. Allah’ın Rasulü buna karşı çıkarak hurmalıkların bakım ve sulanmasında birlikte çalışmalarını ve mahsulün paylaşılmasını tavsiye ettiler.
O topraklar tarihinde hiç yaşamadığı sevgi sahnelerine şahit oluyordu.
Mekke’de tarıma elverişli arazi olmadığı için muhacirler bağ bahçe işlerine yabancı idiler.
Ensâr ve muhacir kardeşler yalnızca ekmeklerini, evlerini ve hurmalıklarını paylaşmakla kalmıyorlar, zamanlarını, bilgi ve tecrübelerini de paylaşıyorlardı.
On üç yıl boyunca Peygamberimizin terbiyesi altında yetişen, büyük bir bilgi ve birikime sahip olan Mekkeli Müslümanlar, bildiklerini ensârla paylaşıyor, Medineli kardeşlerine ilim öğretiyor, onlara öğretmenlik yapıyorlardı.
Hurma bahçelerinde nöbetleşe çalışıyorlar, kardeşlerden biri hurma bahçesindeyken diğeri Peygamberimizin yanında bulunuyordu.
Yıllar Ensar’ın bu samimiyetinden hiçbir şey alıp götüremeyecekti. Onlar, İslam devletinin güçlendiği, Müslümanların nispeten rahata ulaştığı günlerde bile muhacirlere yardımcı olmaktan vazgeçmeyeceklerdi.”
Bir gurbet akşamında salonu dolduran insanlar konuşmacıyı büyük bir sükûnetle dinliyorlardı.
Konuşmacı “günler değişti, aylar değişti…” diye devam ediyor konuşmasına.
“Yıllar değişti. Çağlar değişti. Yaşam tarzı değişti. Kültürler farklılaştı. Dünün küçük yerleşim alanları bu günün şehirleri oldu. Dünün güvenilir coğrafyaları bugünün savaş alanlarına döndü.
Değişen dünyamızda değişmeyen bir gerçek var ki; insanlar bazen doğup büyüdükleri yerlerden değişik birçok sebeple ayrılabiliyor, muhacir olabiliyor. Kimi vatan toprağını bırakıyor, kimi köyünü, ilçesini, şehrini. Kimi ana-babasını bırakıyor, kimi evlatlarını ve eşini. Kimi kendi rızasıyla ayrılıyor kimi zoraki. Hangi gerekçeyle olursa olsun günümüzde var olan kaçınılmaz gerçeğin karşısında kardeşliğin zirvesi ve en güzeli olan Muhacir-Ensar kardeşliğini bugün yeniden hayatımıza aktarmalı, yaşam tarzı haline getirmeliyiz. Çünkü biz insanız. Tek başımıza yaşayamayız.
Dünyada yaşayan bütün Müslümanlar birbirlerinin kardeşidir.
Türkiye’de bir karı-koca pazardan balık alıyorlar. Biraz fazla alalımda kocası hapisteki o bacımıza da verelim…
Akşam pişirip götürüyorlar.. Kapı açılıyor ama içerisi karanlık.
Elektriklerin kesik olduğu anlaşılıyor. Yetecek kadar para bırakıyorlar.
Birkaç gün sonra uğradıklarında ailenin yine karanlıkta oturduğunu görüyorlar.
“Ne oldu bacım para mı yetmedi?”
“Yok, yetti ama üst katta bir başka aile var kocası hapiste o daha muhtaç ona verdim.”
Dünyanın en büyük saadetlerinden biri de dostların birbirlerine ilgi ve alakalarıdır. Evet, keder ve ıstıraba düşen bir insana teselli verecek ve onun gözyaşlarını şefkat elleriyle silecek olan dostların bulunması ne büyük bir saadettir.
Hulusi Abi diyor ki…
“Nur Talebesinde uhuvvet ruhu gelişmez ise, o Nur Talebesinde marifet sırrı da gelişmiyor,
İşte bu hareket tam bir dünya kardeşliği hareketidir.
Üstadımız diyor ki… “Ahir zamandaki gelecek zat müminler arasındaki muhabbeti tesis edecek…”
Yaklaşık yarım saat kadar süren konuşma bittiğinde salondakilerden biri yiğitçe kükrüyor.
“Kardeşlerim! Vakit elimizi taşın altına koyma vakti. Koyalım elimizi taşın altına kırılırsa bu yolda kırılsın”
Bu sözler üzerine salondakiler coşuyor.
Türkiye’de yıllarca yaşadığımız infak kahramanlarının sergilediği sahnelerden bir sahne yaşayarak gecenin bir vaktinde ayrılıyoruz o kutlu mekândan ve pırıl pırıl insanlardan.