Ramazan ayı, farz olan oruç ibadetinin ifa edildiği kutlu bir zaman dilimi olmakla birlikte, içinde Kur’an'ın indirilmeye başlandığı bir ay olmakla da şerefler üstü bir şerefe sahiptir. Yirmi üç yıllık peygamberlik süresi içinde her ramazan ayında Cebrail aleyhisselam ile Efendimiz aleyhisselam karşılıklı olarak o güne kadar indirilen ayet ve sureleri birbirlerine okurlardı.
Efendimiz aleyhisselam’ın ruhunun ufkuna yürüdüğü yılın ramazanında bu karşılıklı okuma iki defa yapılarak adeta Kur’an'ın taraflar arasında son sağlaması yapılmış oldu. (Ramazan mukabeleleri bunu hatırlatır)
Veda hutbesinde Efendimiz aleyhisselam’ın ümmetine emanet ettiği Kur’an, aslında Allah’ın ilâhî koruması altındadır. Başka hiçbir kutsal kitaba nasıp olmayan bir şekilde kıyamete kadar düşmanlarının tecavüzünden mahfuzdur. (15:9) Ancak bu büyük emanete ümmetin fertleri sahip çıkmakla Kur’anı değil kendilerini korumuş olacaklardır. Çünkü Kur’anı korumak ve kollamak gibi bir görevi Allah kullarına vermemiştir. Kur’an, Allah’tan inanan kullarına kopmaz, sağlam bir urgan olması itibarı ile ona kimler tutundu ise yollarını hiç şaşırmamışlardır. Kur’an inmeye başladığı bölgenin insanlarının kalitesizliğini nasıl değiştirip kısa sayılabilecek bir sürede onları vahşetten medeniyete yükseltti ise bugün de Kur’an aynı güce sahiptir. Yeter ki insanlar o dönemdeki gibi Kur’an'a gönül versinler. Kur’anlaşmayı fıtratlarının bir parçası haline getirsinler. Bu yönü ile Kur’an asla ramazan ayında ilgilenilip de on bir ay ayrı kalınacak bir kitap değildir. Belki ramazanda daha çok ilgilenme olabilir ve olmalı da, fakat Kur’an asıl itibari ile müminlerin bir başucu kitabı ve bir hayat kitabı olması gerekir Kur’anlaşabilmek için.
On asır Kur’ana hizmet etmiş şerefli bir milletin izzetli evlatları olarak bizler de Kur’anlaştığımız asırlarda hep gözde millet olduk, dünya milletler muvazenesinde hatırı sayılır yerler edindik, elimizi ondan gevşettiğimiz dönemlerde de başkalarının elinde mel’abe olduk. Hele Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş döneminde yaşanan travmalar henüz tam tedavi görmüş sayılmaz. Millet olarak mevcut görüntümüz Kur’anlaştığımızı göstermekten bir hayli uzakta bulunduğumuzu gösteriyor.
Düne göre okuyanımız çoğalsa da anlayanımız, hele onu yaşayanımızın da çoğaldığını söylemek büyük bir iyimserlik olur. Fakat yarınlarımız adına ümitsiz değiliz. Bu aziz milletin şerefli evlatları ve yetişen Kur’an talebelerinin elleri ile Ramazanlar birer rampa olarak kullanılarak yeniden Millet-i İslamiye'yi ve insanlığı Kur’an’la mayalamaya ahd-ü peymanımız vardır.
Zaten Kur’an tek başına bunu az da olsa kendisi yapıyor. Dış dünyada Kur’anı Allah’ın kelamı olarak kabul edip inceleyen ve onu diğer kutsal kitaplarla mukayese edebilen pek çok talihli hidayeti bulabilmiştir. Çünkü Kur’an müttakîler için bir hidayet rehberidir.(2:3)
Kur’anlaşmak kadın-erkek her Müslümanın hedefi olmalı ki Kur’an adına yapılacak işler bir sıra çerçevesinde birbirlerini tamamlar mahiyette olsun. Bunları yedi başlık altında ele alırken ehem-mühim sırasını da gözetmiş olacağız. Yedi maddenin ilk dördü her Mslümanın farz-ı ayin olarak kendisinin yapması gerekenler, son üç madde de farz-ı kifaye olarak başkalarına Kur’an hizmeti olarak verilmesi gerekenler olarak sıralanmıştır.
1-KUR’ANA İNANMAK VE ONU AŞK DERECESİNDE SEVMEK:
İman esaslarından biri olan ‘’kitaplara iman’’ asıl ve evvelen Kur’ana ve dahi Allah’ın gönderdiği kutsal kitapların asıllarına imanı ihtiva ediyor. Kur’anın Allah’ın kelâm-ı ezelisi olduğuna ve içinde beşer sözünün karışmadığına sağlam bir itikad ile inanmakla işe başlamak gerekir. Kur’ana karşı en küçük bir şüphe dahi müminde bulunmaz. Kur’anın en emin olan Allah’tan ünvanı Rasülün emin olan Cebrail aracılığı ile yeryüzünün en emin insanı olan Muhammed-ül emin Efendimize indirilen bir kitap olduğuna iman etmekle işe başlamak Kur’anlaşmak için olmazsa olmaz kuralların başında gelir. Böyle bir kutsal kitap muhabbet duyulmaya değerdir. Öpülüp koklanmaya, baş tacı yapılmaya layıktır. Mümin onsuz yaşayamaz. Her şeyin eksikliği çekilebilir, azı ile iktifa edilebilinir, fakat Kur’ansızlığa tahammül edilemez. Ona karşı ilgisizliğe ve sevgisizliğe bir müminin kalbi dayanmaz. Müminlerin hayatlarının merkez noktasında Kur’an yerleşirse, Kur’ana karşı iman ve muhabbet bütünleşmesi sağlanırsa Kur’anlaşmak için ilk adım atılmış olur.
2-KUR’ANI OKUMAK:
Kadın-erkek her müminin Kur’anı layıkıyla okuması, en azından namazda okuduğu Kur’andaki yanlışlıkları namazı bozmayacak seviyede olması farz-ı ayindır. Hiç kimse bundan müstenkif kalamaz. Bu Kur’an okumada en alt bir seviyedir. Buradan tutun da Kur’anı on vecihle okumaya kadar yükselen derecelerde Kur’an okumak inananların asıl işidir.
Okuma konusunda ilk tercihin mümincesi elbette Kur’an okuma olmalıdır. Okunacakların sıralamasında birinci sıra her zaman Kur’an olmalıdır. O ikinci veya üçüncü sıraya itilecek bir kitap değildir. Kur’an elbette Kur’anca okunmalı, Cebrail aleyhisselam’ın okuduğu gibi okunmalı. Efendimiz aleyhisselam’ın mübarek dilinden seslendirdiği gibi okunmalı. Okuma ölçümüzde hedefimiz bu olmalı. Tecvid kurallarına, meharic-i hurufa riayet etmeden yapılan keyfî okuyuşlarla sadece Kur’anın canına okunmuş olur ki böyle bir okuyuşa Kur’an okuma denemez. İnsan kendi kendine pek çok şey öğrenebilir. Fakat güzel ve doğru okumak için her kes bir fem-i muhsine (iyi okuyan) mutlaka ihtiyaç duyar. Ana dili Arapça olmayan bir mümin için doğru ve güzel bir Kur’an okumak çok da kolay değildir. İmkansız da değildir. Ancak bu uğurda sarf edilecek her gayret mukaddes ve mübarektir. Bu konuda hiç bir mazeret asla geçerli değildir. Yaşı-başı ne olursa olsun. Zira önümüzde sahabî örneği var. Bazı kişilerin dillerindeki peltekliler bunun dışındadır.
3-KUR’ANI ANLAMAK:
En az Kur’anı doğru okumak kadar onun manasını anlamak da Kur’anlaşmanın önemli bir basamağıdır. Kur’anı sadece okumakla sevap kazanılabilir. Bu durum Kur’anın bereketli bir Allah kelamı olmasından kaynaklanıyor.Ramazanda okunan Kur’anın her kelimesine hatta her harfine binlerce sevap verildiği herkesçe malumdur. Fakat sadece okumakla iktifa edip Kur’anın ne dediğini merak etmeden yapılan okuyuşlarla asla Kur’anlaşmak ve Kur’an talebesi olmak mümkün değildir. Hiç değilse kendi ana dilinde yazılmış bir meal-tefsir karışımı bir kitaptan marzıyat-ı ilâhiyi anlamaya çalışması farz-ı ayindir. Okunan Kur’ana hepimiz kadın-erkek ayrı ayrı muhatabız. Hepimiz Kur’anı aynı seviyede anlayacağız diye bir genelleme elbette yapılamaz. Ancak her mümin idrak seviyesine ve Kur’ana olan yönelişine göre ondan mutlaka nasiplenir. Bu yönü ile Kur’an kimseyi hissesiz bırakmaz. Kur’an, manası anlaşıldıkça sevilerek okunur. Okundukça da haz duyulan ve her okuyuşta farklı güzellikler sergileyen bir kelam-ı ilâhîdir. ‘’ Allah’ın kulları Allah’ın kitabına ne kadar gönüllerini açarlarsa Kur’an da o kadar içini onlara açar.’’ düsturu unutulmamalıdır. Kur’anı ‘’bu gün kendine indirilmiş bir kitap’’ olarak okumanın hazzı ve mutluluğu ve onu anlama cehd ve gayreti Kur’anlaşmak için çok önemlidir.
4-KUR’ANI YAŞAMAK:
Kur’an bir hayat kitabıdır ve hayattakilere indirilmiştir. Ondan hayatında yararlanamayan mematında nasıl istifade edebilir ki. Allah’ın buyurduğu emir-yasak, haram-helal müslümanın hayatında ne varsa hepsi genelde Kur’an merkezlidir. Fakat bu yapıp-edilenler Kur’anın hangi sure ve ayetinde olduğunu bilerek yaşamak mümine güç verir ve Müslümanlığı yaşama zevki sağlar. Neyi niçin yaptığı sorulduğunda da doğru ve tatminkâr cevap verir. Kur’an, yaşanan hayat ile bire bir uyumu sağlamak ve Kur’ana tutunarak hayat sürmek için Kur’andan her gün bir hizip okuma önerilmiştir. Taki müminin hayatı Kur’anın dışına taşmasın, Kur’anlaşması bu dünyada başlayanın, kabirden başlayarak Kur’an da ona vefasını göstersin. Onu yalnız bırakmasın. Doğru okunup doğru anlaşılan ve dahi doğru yaşanılan Kur’an, her zaman kendine sahip çıkanlara vefasını göstermiştir. Çünkü o bir VEFÎ (c.c)'nin kelamıdır. Hakiki dost arayana Kur’an yeter, hem dünyada, hem kabirde ve hem de mahşerde.
Not: Kur’anlaşmanın son üç farz-ı kifaye olan maddelerini bir sonraki yazıda ele alacağım.
Dr. HÜSEYİN KARA