Bu ikinci bölümde Kur’anlaşma konusunun son üç farz-ı kifaye olan maddeleri açıklanacak ve böylece yedi madde tamamlanmış olacaktır.
5-KUR’ANI BAŞKALARINA ÖĞRETMEK:
Yeryüzünün en hayırlı insanı olma seviyesi Kur’anı başkalarına öğretme gayret ve fedakarlığı ile elde edilebiliyor. Efendimiz aleyhisselam’ın ''İnsanların en hayırlısı Kur’anı öğrenen ve öğretendir'' hadisinden bunu anlamaktayız. Kadın-erkek her müslümana Kur’an okumayı öğretme işi toplumların üzerinde farz seviyesinde bir görevdir. Yapılmadığında da toplumun bütün fertleri sorumluluktan kurtulamazlar. Fakat yeterince bu işe insan tahsis edilmesi halinde bu görev tam anlamıyla ifa edilirse geri kalanlar sorumluluktan kurtulurlar. Ana dilleri Arapça olmayan veya kullandıkları alfabe arap harflerinden oluşmayan Müslüman milletlerin evlatları hususi bir gayret olmadan Kur’ana ulaşmaları ve onu doğru okumaları kolay değildir. Hele devlet Kur’an okutulması taraftarı değil hatta karşısında ise işin ne kadar daha zorlaşacağını otuzlu-kırklı yılların nesline sormak lazım. Bütün zor şartlara rağmen o talihsiz yılların kahraman hocaları her şeyi göze alarak yeni nesle Kur’an okutma gayretleri her türlü takdirin üstündedir. Ahırlarda, samanlıklarda geceleri çocuklara Kur’an okutmaktan tutun da jandarmanın gidemeyeceği mezra ve yaylalara kadar gözden ırak mekanlarda Kur’an okutmaya devam etme ısrarının nasıl bir fedakarlık ve cesaret ürünü bir iş olduğunu bugün bizler takdir etmekten aciziz. O yıllarda şehirler daha sıkı kontrol altında tutulduğu için çok sıkıntı yaşayan vefakar hocalar her türlü tedbiri alarak Kur’an okutmaya devam ederken bazıları da hapse atılıyordu. Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretleri için anlatılan bir olayda; Kur’an okutma tedbirleri arasında talebeleri ile uzun tren yolculukları yaparak onlara Kur’an öğrettiği söylenmektedir.
Kur’an okumanın ve okutmanın yasak, hatta Kur’an bulundurmanın suç sayıldığı bir dönemden bugüne kalan acı hatıralar bir milletin Kur’anlaşmasına çok ciddi engeller oluşturdu. Bu arada nice kadın-erkek Müslüman Kur’anın orijinal metni ile hiç tanışamadan ölüp gittiler. Bir Müslüman için bundan daha acıklı bir sahne olamaz. Bir mümin düşünün ki kendi inandığı dinin kutsal kitabının orjinalini okumaktan mahrum yaşıyor ve o hal üzere ölüyor. Bunun suçu öğrenmeyende mi, öğretmeyende mi yoksa öğrenme ve öğretmeyi yasaklayanda mı? Bütün bu ve bunun gibi soruların cevapları defterlerin uçuştuğu mahşerde belli olacak.
6-KUR’ANI BAŞKALARINA ANLATMAK:
Kur’anı başkalarına anlatmak onu anlamakla doğru orantılıdır. Zira Kur’anı doğru olarak anlamayan onu başkalarına anlatamaz. Bazen anlayan da anlatma ihtiyacı hissetmez. Halbuki bu görev de farz-ı kifayedir. Yani bir Müslüman toplumda bu kutsî görevi sürekli ifa edecek yeterli ve de yetkin insanların bulunması bir zarurettir. Hatta bu mukaddes görevi ifa edecekler harbe bile iştirak etmezler dinimize göre. Kur’anın dellallığını yapmak, pek çoklarının ellerini gevşettikleri bir zamanda buna ısrarcı olmak her babayiğidin karı değildir. Bir toplumda din sadece bir kültüre dönüşmüş ve dinin içi boşaltılmış, muhtevası kaybolmuş ise bu toplum ancak doğru bir Kur’an anlatımı ile dirilebilir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri'nin bu sahadaki feryatları ortalığı velveleye verecek kadar güçlü olmuştur. Zira o geçen asrın müceddidi olarak Kur’anı yepyeni ve taptaze bir üslupla anlatmaya muvazzaf bir isim olarak bu feryadında çok samimi idi. Şartların ve ortamın namüsaitliği bu feryat karşısında Temmuz'un sıcağına maruz kalan karlar gibi erimeye mahkum olmuştur. Bunun da bedelini talebeleri ile beraber fazlası ile ödemiştir.
Kur’anı başkalarına anlatma konusunda hedef sadece Kur’anı yeterince tanıyamayan Müslümanlar değil; aynı zamanda Kur’andan haberdar olamamış bütün insanlara anlatma mecburiyeti de müslümanın omuzlarında şerefli bir görevdir. Buna ilaveten Kur’anı yeterince tanıyamamaktan veya aleni düşmanlıktan kaynaklanan sataşma ve itirazlara da muknî cevaplar bulmak mümince bir duruştur. Bu konuda Üstad Bediüzzaman Hazretleri her iki cenaha birlikte seslenerek; Müslümanları kitaplarına sahip çıkmaya çağırırken, Kur’an düşmanlarını da susturacak ve onları ilzam edecek çok güçlü beyanları olmuştur. Kur’ana bütüncül bir nazarla bakmak her halde böyle bir şey olsa gerektir. Neden olmasın ki: Allah’ın en son peygamberi ile gönderdiği ve kendisinin koruduğu İslam dininin biricik kaynağı olan Kur’an-ı Kerim'i anlama ve anlatma zorluğu veya imkansızlığı düşünülemez. Zaten Kur’an kendi kendini anlatıyor. Bize düşen o mukaddes sese kulak verip duymayanlara da duyurmaktır.
Bu günün teknolojik imkanlarının da Kur’anı başkalarına anlatmada çok büyük fırsatlar sunduğu dikkate alınınca hiçbir müslüman artık mazeretlerin arkasına sığınmasına yer bırakmamıştır. Geride sadece iki şey kalıyor. Birincisi iyi bir Kur’an kültürü, diğeri de bu iş için dertlenmek. Kur’an ile alakalı kime neyi nasıl anlatabileceğimizi planlamak ve yapmak.
7- KUR’ANI YAŞATMAK:
Kur’an yaşayanlara indirilen ve kendisi de zamanın ihtiyarlatmaya gücü yetmediği bir ilahî kitap olması itibarı ile getirdiği düsturları hayata hakim kılınınca toplumları dirilten bir özelliğe sahiptir. Dünyada yaşarken Kur’anlaşamayan ölü gönüller gerçekten öldüklerinde Kur’an onlara ne katkı sağlayabilir ki? Onun hakkında nasıl şahitlik yapabilir ki. Ona kabirde nasıl enis ve yoldaş olabilir ki?
Dünyada yaşarken 24 saatlik gün dilimleri halinde bir ömür tüketiyoruz. Aylar ve yıllar bu günlerin birikmesi ile oluşuyor. Dolayısıyla ibadetlerimiz de günlük olarak, aylık olarak ayarlanmıştır. Bütün bu zaman dilimlerinde Kur’an müminin hayatında nasıl yer almalı ki insan Kur’anlaşabilsin. Mümin kendisi Kur’anla yaşadığı gibi başkalarını da Kur’anla yaşatmak için nasıl bir gayretin içinde olmalıdır.
Hayatta Kur’anı yaşatmak tabirinden iki şey anlıyoruz.
1- Kur’anın kendisi ile olması gereken mümince iyi bir iletişimin kurulmasını sağlamak.
2- Kur’anın ahkamının toplumda yaşanması için gösterilen gayret ve faaliyetler.
Kur’an bu yönü ile diğer müharref kutsal kitaplardan ayrılır. Diğer kitapların, hatta İslamın dışındaki diğer dinlerin ahkamı toplumların yaşantılarından çoktan ellerini çekmişler. Zira o kitapları sonradan dizayn eden eller onları yaşanan hayatın dışına çıkartmak sureti ile onları ölüme mahkum ettiler. Kur’an ise yaşayan insana hayatta iken söyleyeceği çok sözü ve yaptıracağı da çok işi vardır. Onun için müminler Kur’anı yaşatırken kendilerini de yaşatmış oluyorlar. Kur’anın ön görmediği bir hayat veya Kur’ansız bir yaşantıya gerçek bir hayat denemez. Bu da ancak Kur’an merkezli bir eğitim sisteminin uygulanması ile mümkün olacağına şüphe yoktur.
Efendimiz aleyhi ekmelüttahaya ''Gerçek Kur’anın okunmadığı ev kabir sayılır'' buyurmakla Kur’anın olmadığı dil, Kur’anın olmadığı gönül ve Kur'anın gerçek değerini bulamadığı toplumlar kabir karanlığına düçar oldular demektir. Bunların yeniden Kur’anla diriltilmesi her zaman olduğu gibi günümüzde de mümkündür. Kur’an öyle bir hayat ve ışık kaynağıdır ki 14 asırdan beri kim onu önüne almışsa o yolla saadet-i dareyni bulmuştur. Kimler de bu hayat ve ışık kaynağından mahrum kaldıysa onlar da bocalamaktan kurtulamamışlardır.
SONUÇ: 21. YÜZYIL VE KIYAMETE KADAR İNSANLAR ANCAK KUR’ANLAŞIRLARSA KURTULURLAR , ÖNCE MÜSLÜMANLAR SONRA DİĞERLERİ.
Dr. Hüseyin Kara