Esma-i hüsnadan olan Nur; alemleri nurlandıran, istediği simalara, gönüllere ve zihinlere nur yağdıran anlamında, ebced değeri 256 olan bir ism-i ilahidir. Ayrıca Kur’an’da, Nur Suresi bulunmakta ve Nur ayeti de bu surenin içinde yer almaktadır. İnsan hayatında çok önemli bir yer tutan ışık ve aydınlık, Allah’ın Nur isminin bir tecellisidir. Gökteki güneşin ışığından müminin kalbindeki imanın nuruna ve ibadetlerin yüzlerde hasıl ettiği aydınlığa kadar her parıltı bu Nur isminin eseridir.
Allah’ın ilk yarattığı varlığın nur olması itibarı ile büyük bir kıymet ve değere haizdir. Sonrasında yaratılan bütün varlıkların mayasında o nur bulunmaktadır. Bunun için nur kelimesi hem fiziki hem de manevi aydınlığa şamil olması açısından ziyadan daha zengin bir muhtevaya sahiptir. Nurun zıttı karanlık olup Kur’an’da küfrün ve zulmün karanlık tabirleri ile anlatılmasının hikmeti bu olsa gerektir.
Bu yazının konusu; kitap ve sünnet açısından müminlerin iman ile elde ettikleri nur sayesinde dünyada, kabirde ve ahirette ne gibi faydalar temin edeceklerine dairdir.
Nur Suresi’nin 35. ayeti nurdan bahsettiği için bu sureye Nur Suresi denmiştir. ‘‘Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun misali, tıpkı içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. Lamba bir sırça (cam) içinde. O sırça da sanki parlayan incimsi bir yıldız! Bu lamba, ne yanlız doğuya ne de batıya mensup olmayan kutlu, pek bereketli bir zeytin ağacından tutuşturulur. Bu öyle bereketli bir ağaç ki, neredeyse ateş değmeden de ışık verir. Işığı pırıl pırıldır. Allah dilediği kimseyi nuruna iletir. Gerçeği anlamaları için insanlara böyle temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.’’ ( Nur, 24/35) Nurun hem maddi hem manevi yönlerinin tanıtımının yapıldığı bu ayette Allah görmeyi sağlayan ışık ile hidayetin temin ettiği iman nurunu beraber izah etmektedir. Yani güneşin iman kadar, imanın da güneş kadar nurlu varlıklar olup varlıkların güneşe ihtiyaç duydukları kadar insanların imanın nuruna muhtaç oldukları gerçeğini bizlere hatırlatmaktadır. Görmeyi sağlayan fiziki nurun anlaşılması da anlatılması da manevi olan imanın nuruna göre çok kolaydır.
Allah, Kur’an’da şöyle buyurmaktadır: ‘‘ Allah, iman edenlerin yardımcısıdır. Onları karanlıklardan aydınlığa(nura) çıkarır. İnkar edenlerin dostları ise tağutlar olup onları aydınlıktan karanlıklara götürürler. İşte onlar cehennemlik kimselerdir ki orada ebedi kalacaklardır.’’ ( Bakara.2/257 ) İman nurunun gücü gerçekten bütün karanlıkları izale edecek seviyede ve kalitededir. Bu nura sahip olan insan da her türlü zorlukların üstesinden Allah’ın izni ile gelebilir. ‘‘İman hem nurdur hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden kişi kainata meydan okuyabilir.’’ buyuran Üstad Bediüzzaman Hazretleri aslında tam da bu nurdan bahsetmektedir.(23.Söz)
Allah’ın Nur isminin tecellisi olarak insanın kalbinde hidayet neticesi yanan iman çerağı ile, eşya ve hadiseleri doğru okuma melekesi kazanan mümin, tavır ve davranışlarında daha az hata yapma imkanını elde eder. Öyle ya, ‘‘Allah birine nur vermezse artık onun hiçbir ışığı olamaz.’’ ( Nur. 24/40) İmanın nurundan mahrum olan ve karanlıkta kalan birinin göremediği gibi, onlar da gerçekleri asla göremeyeceklerdir.
Hidayet rehberi olan mukaddes Kur’an’ın bir ismi de Nur’dur. Beşeri, içinde bulunduğu küfür karanlıklarından imanın aydınlığına çıkartan rehber bir kitap olması ile Allah, bir çok ayette Kur’an’dan Nur diye söz etmektedir. ‘‘ Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir Nur indirdik’’ ( Nisa. 4/174) Kur’an’ın nurunu söndürmek isteyenlere asla müsaade etmiyeceğini diğer bir ayette şöyle ilan ediyor. ‘‘Onlar Allah’ın nurunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek isterler. Allah ise sadece nurunu tam parlatmak ister. Kafirler isterse hoşlanmasınlar.’’ ( Tövbe. 9/32 ) Dolayısıyla, Kur’anlaşabilen ve Kur’an’a talebe olabilen müminler o nurdan istifade eder. Kalp ve kafalarını Kur’an’ın nuruyla tenvir ederler. Bu nurlanmanın yansımaları müminde dünyada iken görüldüğü gibi kabirde de Kur’an’ın nurundan istifade etmesiyle devam eder. Hatta mahşerde bile Kur’an’ın şefaatine mazhar olur.
Müminler, imanları sayesinde kalplerine yerleşen bu nur ile eşya ve hadiseleri doğru olarak değerlendirme fırsatı elde ederler. Dolayısıyla kalpteki iman ne kadar güçlü ise bakışlar ve kararlar da o kadar isabetli olur. Zira Efendimiz(sav) ‘’Müminin bakışından sakınınız. Çünkü o Allah’ın nuru ile bakar.’’ (Tirmizi) buyurmaktadır. İman nurunun aydınlığında uzaklar yakın, karanlıklar da gündüz olur. Hz. Ömer (ra) hutbede iken kaç yüz mil ötedeki komutan Sariye’ye verdiği sözlü talimat ile harbin kaderini değiştirmiştir, Allah’ın izniyle.
Ayrıca; mümindeki imanın nuru ile isimlerinden biri Nur olan Kur’an’ın birbiriyle buluşmasıyla ortaya çıkan bu kutsi birliktelik sadece dünyanın karanlıklarını aydınlatmakla kalmaz, kabrin karanlıklarını bile aydınlatacak bir güzellik ortaya çıkarır. Zira, Kur’an’a gönlünü açanlara Kur’an bağrını açar. Nurundan samimi olarak istifade etmek isteyen müminleri tenvir eder. Kur’an takva sahiplerine hep vefalı davranır ve yol gösterir.
İmanın nuru ile ilmin nurunun bir araya gelmesiyle ise muazzam harikalar meydana gelir. Kitab-ı kebir-i kainatın sırlarını araştırma esnasında bu nur ile bakıldığında, iki nurun arasında kurulan köprü, bilgiyi yük olmaktan kurtardığı gibi, onu ibadet seviyesine yükseltir. Bilginin edinildiği bu sahada asla karanlık bir bölge kalmaz. Çünkü bilginin kaynağı da Allah’ın Alim ismidir. İster dini ilimler olsun iserse müsbet bilimler, hepsi Allah’ın Alim isminin tecellileridir. İmam-ı Şafi Hazretleri divanında, başından geçen bir hadiseyi şiir diliyle şöyle anlatmaktadır. Bir ara hafızamdaki gerilemeyi hocam İmam-ı Veki’e arzettim. O da bana, günahlardan uzak durmamı tavsiye etti ve : ‘‘İlim bir nurdur. Allah onu asi kullara vermez.’’ dedi.
Mümin, Allah’a iman etmekle elde ettiği bu nuru muhafaza edip geliştirmek için amel-i salih işlemeye devem etmesinin yanısıra, Allah’ın Nur ismini tesbih etmeye de önem vermelidir. Cevşen’in 47. faslı Nur ismini on cümle ile yad etmektedir. Ayrıca sabah ve ikindi namazlarının ardından okunan tesbihatta yer alan Tercüman-ı İsm-i Azam duasında iki yerde Allah’ın Nur ismi zikredilmektedir. Efendimiz’den (sav) rivayet edilen dualar (Me’sürat) içerisinde ‘‘Allah’ım, kalplerimizi ve kabirlerimizi nurlandır.’’ diye başlayan dualardan da anlaşılmaktadır ki mümindeki nuru korumak hem fiili ve hem kavli dualarla mümkün olabilmektedir. Abdest alırken yüzün yıkanması esnasında yapılan duada ise Kur’an’daki bir ayetten yararlanılarak ‘‘Allah’ım! Kıyamet günü sevdiklerinin yüzlerini nurunla aydınlatacağın gibi benim de yüzümü nurlandır.’’ diye okunması da imanın nurunun dünyada iken temin edilmesini sağlayacaktır. ‘‘Yüzleri ağaranlara gelince, onlar Allah’ın rahmeti içindedirler, orada ebedi kalacaklardır.’’( Al-i İmran, 3/107 ) Mahşerde ise, abdest esnasında yıkanan azalardan yansıyan nurdan Efendimiz (sav) kendi ümmetini onca kalabalık içinde tanıma imkanı bulacaktır. (Hadid,57/12)
Geçen asırda Anadolu’da başlayan iman ve Kur’an hizmetlerinin bir NUR hareketi olarak adlandırılması asla tesadüflere kurban edilemeyecek kadar büyük bir tevafuktur. Geçen asrın müceddidi Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin riyasetinde başlayan bu iman ve Kur’an hareketi milyonların imanına vesile olması ve kitapların da Risale-i Nur olarak adlandırılması da isabet olmuştur. Kader-i ilahi; imansızlık girdabında debelenen insanlığı, imanın ve Kur’an’ın nuru ile buluşturmayı murad buyurduğunda, bunun başlangıç noktasını Anadolu olarak kararlaştırdı ve milletimizi de bu Nur projesinde istihdam etti. Bir kısım azınlık ruhlu kişiler, Nur projesine karşı tavır alıp pek çok eziyeti Nur davası mensuplarına reva görseler de nurun yayılmasına mani olamamışlardır.
Bu asrın müceddidi olan Fethullah Gülen Hocaefendi’nin riyasetinde, iman ve Kur’an hizmeti Anadolu’nun sınırlarını aşarak bir dünya hizmeti olma yoluna girmiştir. Çünkü bu nura bütün insanlığın Anadolu insanı kadar ihtiyacı vardır. Bu Hizmet, bir Nur hizmetidir ve bu Nur’a insan olan hiçbir fert kayıtsız kalamaz. O Nur’u duyurmak bizden, Nur’u kalplerde parlatmak ise Allah’tan...
Dr. Hüseyin Kara