Dünya nüfusunun bir buçuk milyardan fazlası Müslüman olmasına
rağmen, her türlü sıkıntı, sorun ve problemin olduğu dertli bir coğrafyada
yaşıyoruz. Ekseriyeti itibarıyla Müslüman olmasına rağmen, Müslümanlığını
yaşamayan bu topluluğun, içinde bulunduğu durumu anlama ve idrak etme
sorumluluğu ile karşı karşıyayız. Eğer, dinimize göre hayat yaşadığımız halde
bu derece felaketlere maruz kalıyorsak, o zaman dinimizin kendini yenileme
mekanizması olarak göreceğimiz ya içtihat müessesesi çalışmıyor veya
nâehillerin elinde kalmış demektir. Yok
kitaplardaki ve asr-ı saadetteki Müslümanlıkla yaşadığımız Müslümanlık arasında
bir uçurum varsa ilk önce derinlemesine bu gerçeğin farkına varmalıyız.
Evvela bu çarpıklığı idrak ederek düzeltilmesi ile alakalı kafa yormalıyız. Ne
demiş Ziya Paşa:
kıl sonra müdâvâta tasaddî:
(Önce hastalığı öğren sonra tedaviye başla)
merhemi her yareye merhem mi sanırsın.
(Her merhemi her yaraya ilaç mı sanırsın?)” (Terkib –i Bend)
Deizm (17. Yüzyıl) Etkisi
Evet, günümüzde yaşanan ve asr-ı saadete uzak düşen “Müslümanlıkta” deizm yatkınlığı var. Ve bu hastalık aramızda gittikçe daha da yayılıyor. Deizme göre, “Allah (c.c) var ama sosyal ve beşerî muamelelerimize karışmaz, karışamaz. Kâinatı sistemli bir şekilde yaratmış ve bize; “istediğiniz gibi yaşayın” demiş; kurduğu sisteme, nizama artık karışmaz. Bizden de herhangi bir talep ve istekte bulunmaz. İbadet talebi yoktur.” Dolayısıyla bu Deizm yatkınlığından dolayı ibadetsiz, derinliksiz bir din anlayışı almış başını gidiyor. Çünkü sadece Allah'ın (c.c) birliğine inandıktan sonra, “Allah (c.c) bizden bir şey istemez, karışmaz” düşüncesi, cahillerin ve tembellerin işine de geliyor. Halbuki sorulması gereken soru şu; Allah, madem insanlar dahil bütün bir kâinattan hiçbir talep ve istekte bulunmayacaktı, insanları ve kainatı neden yarattı o zaman? Hiçbir şey yapmamak için mi? Bu kâinatı yaratmaya gücü yetti de takip ve müdahaleye mi gücü yetmiyor? Tüm bu kâinatı yaratanın bizden bir isteği olmalı! Tüm bu kâinat boşu boşuna mı yaratıldı?
Bu bakımdan dinimize karşı “deist” bir yaklaşım içerindeysek, bize Müslüman olup olmadığımız sorulduğunda şöyle demeliyiz: “Müslümanım, Elhamdülillah. Fakat hiçbir şartını, gereklerini yerine getirmiyorum. Yani pratiklerini yapmıyorum, sadece adım Müslüman.” Doğrusu budur. Yani yaşamadığımız bir Müslümanlığı sahiplenirken utanmalıyız.
Evvela hayatımızdaki bu çarpıklığı gidermemiz gerekir.
İhsan Eksikliği
Diyelim ki Deizm yatkınlığından kurtulduk, iman da ediyoruz, ibadetlerimizi de yapıyoruz. Yeterli mi? Bizde bunların yanında, kalbimizin ibadeti olarak göreceğimiz ihsan duygusu da olmalıdır. Yoksa İslamı yaşayışımızdaki çelişki devam eder, gider.
“Cibril hadisinde” iman ve ibadet esasları sorulduktan sonra ayrıca “ihsan” da sorulur. Abdullah b. Ömer'in, babası Hz. Ömer'den naklettiği bu hadis şöyledir:
Ya Muhammed! Bana İslâm'ın ne olduğunu söyle?" dedi. Rasûlullah (s.a.s.): "İslâm; Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt'i haccetmendir." buyurdu. O zat: "Doğru söyledin." dedi. Babam dedi ki: "Biz buna hayret ettik. Zira hem soruyor hem de tasdik ediyordu."
dedi. Rasûlullah (s.a.s.): Âllah'a, Allah'ın meleklerine kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine inanmandır." buyurdu. O zât yine: "Doğru söyledin." dedi. Bu sefer:
(Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1)
Allah’ın her an bizi gördüğü duygusu içinde yaşamalıyız
Evet ihsan, Allah (c.c) her yaptığımızı görüyor ve sorguya tabi tutar ve tutacak inancı ve itikadı ile bir hayat yaşamaktır. Allah (c.c) tarafından görülüyor duygusu içinde devam eden bir yaşantımız olmalıdır. Hayatımızda iman ve ibadetler olsa da Müslümanlığımıza tamamlanmış gözüyle bakamayız. İman edip ibadetleri yapsak da bir Müslümanın yalan söylemesi, aldatması, liyakat konularına dikkat etmemesi gibi ahlaksızlıklara kolayca başvurabilmesi, ihsan şuurunun eksik olduğu anlamına gelir. Eğer ihsansız sadece ibadetler ve inanma yeterli olsaydı Cebrail, Peygamberimiz’e (sav) imanı ve İslam'ı sorduktan sonra üstüne üstünelik bir de “ihsan nedir” diye sorma ihtiyacını hissetmezdi. Demek mümin olmak ve ibadet ediyor olmak hakiki Müslümanlık açısından kesinlikle yeterli değildir.
Namaz kıldığı halde hırsızlık, yolsuzluk ve aldatma peşinde olan bir Müslümanın hayatında “ihsan duygusu” eksik demektir.
Kul Hakkına Riayet Etmeme
Kul hakkı olarak bilinen davranışlar, yalan söylemek, malına el koymak, aşağılamak, alay etmek, rencide etmektir.
İslami kaidelerin hayata aksetmediği şekilde yaşanan “Müslümanlığın” en önemli sebebi de ahlak, hak, adalet ve fazilet önceliklerimizdeki kayma yani tutarsızlıklarımızdır. Şimdi şöyle bir çelişki var dünyada. Tevhid inancına sahip olmayan Batı medeniyetinde yaşayanlar ortalama olarak aldatmıyor, insanların hakkını ödemeye dikkat ediyor, borç takmıyorlar. Mesela Almanya’da köylerde kasalarla satılan meyvelerin başında sahipleri olmasa da müşteriler orada yazan fiyat üzerinden meyve veya sebzeleri kendileri tartar ve bu tartıya göre ne kadar ödemeleri gerekiyorsa parasını oradaki kasaya bırakırlar. Bizde olması gereken ihsan duygusu sanki Batı’ya hicret etmiş.
Fakat diğer taraftan bir Alman ailesi restoranda gittiğinde bizde olduğu gibi baba aile bireylerinin hepsinin hesabını ödemez. Baba kendinin, anne kendinin, çocuklar da kendinin borcunu öder. Kimsenin hakkına girmiyorlar fakat en yakınlarına karşı bile cömert değiller.
Diğer taraftan bir Alman ailesinde olmayan misafirperverlik bizde fazlasıyla vardır. Restorana gitsek değil ailemizin arkadaşlarımızın dahi hesabını öderiz. Öderiz amma diğer taraftan cömert ve misafirperver olduğumuz kadar borçlarımızı ödemede o derece titiz ve hassas olmayız. Acaba yaptığımız ibadetlerin veya cömertliğimizin, ödemediğimiz borçları telafi ettiğini mi bilinçaltı olarak düşünüyoruz? Belki de! İhlal ettiğimiz kul hakkı gibi hatalarımızı, yaptığımız bazı iyilik, hasenat ve hayırseverliğin kapatacağını düşünüyorsak, çok büyük bir yanılgı içindeyiz demektir.
Bu mantık bir manada doğru olabilir; bazı kötülükleri veya hatalarımızı iyilik yaparak telafi etme yoluna gidebiliriz. Çünkü, “kötülükleri iyilikle sav” der Kur'an-ı Kerim. (Fussilet, 34) Fakat buradaki iyilik de kötülük de kul hakkını içermeyen sadece Allah (c.c) ile aramızda olan iyilikler ve kötülüklerdir.
Borç, ortaklık, emek gibi kulları ilgilendiren konularda Allah (c.c) ile olan münasebetlerimizi işin içine karıştırarak vebalden kurtulamayız. “Borçlarıma çok sadık olamasam da insanların hakkına hukukuna riayet edemesem de yaptığım ibadetler, verdiğim sadakalar zaten bu açığı fazlasıyla telafi eder, ediyordur” diye düşünemeyiz. Bu büyük bir aldanmadır. Kul hakkının ihlali anlamına gelen konularda ibadetlerimize, sevaplarımıza kesinlikle güvenemeyiz. Onlarla tatmin olamayız. Kaldı ki bu konuda suistimale yol açmamak için, Allah Zülcelal Hazretleri kul hakkı gibi konulara af cihetinden karışmadığını Resulüne (s.a.s.) defaten bildirmiştir:
“Kim din kardeşinin şeref, onur ve haysiyetine veya malına yönelik bir haksızlık yapmışsa altın ve gümüşün fayda vermeyeceği kıyamet günü gelmeden önce o kimseyle helalleşsin. Aksi takdirde yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınarak hak sahibine verilir. Şâyet sevabı yoksa hakkına girdiği kişinin günahlarından alınarak kendisine yüklenir” (Buhârî, Mezâlim, 10 [2449]).
Cömertiz ama borcumuzu ödemiyoruz
Evet, Batılılara göre bizler oldukça misafirperveriz, cömerdiz, ikramı seviyoruz. Fakat borcumuzu ödemiyor, kusurlu ayıplı mal satıyor ve müşterinin parasının üzerine yatabiliyoruz. Hangisi daha doğru? Cömert olup kul hakkı yemek mi daha doğru yoksa kul hakkına riayet edip borçlarımızı ödememiz mi? Diğer yandan misafirperver olmamak mı? Bence lüzumsuz ikram ve cömert olacağımıza, insanları aldatmamamız, borç takmamamız, özürlü mal satmamamız herhalde daha doğru bir davranış olur. “Bırak elaleme cömertlik yapmayı da bana borcumu öde kardeşim.” Hepimiz bunu deriz.
Yani, Müslümanlığı algılama biçimimizi; deizm yatkınlığı, ihsan duygusunun eksikliği ve kul hakkına riayet edip etmememiz noktasından yeniden ele alıp değerlendirirsek, ancak o zaman İslamiyet'in bize olan katkı, tesir ve faydasını fark eder ve hayatımıza yansıtabiliriz.
Satın aldık diye kullanmadığımız ilacın nasıl faydasını bakliyemeyiz; öyle de, Müslüman olduğumuz halde gereklerine riayet etmediğimiz bir dinin dünya ve ahiret faydasını umamayız.