Bedevilerden Siyasal İslama: Tahripkarlık

Hüseyin Odabaşı

Hüseyin Odabaşı

15 Şub 2021 11:15
  • Dışardan amiyane bir gözle bakıldığında her Müslüman topluluk hep aynı görünür. Aynı peygamber, aynı Kuran ve camilerimiz ve namazlarımız da aynıdır. Bu aynılık aslında yüzde seksen denecek seviyede de olabilir. Fakat bu kadar aynılığa rağmen “niyet ve nazar ve anlayış” farklılığından dolayı Müslüman dünyanın tamir edicilik yani salihât ve tahripkârlık açısından bir yarısı diğer yarısından farklıdır. Hatta Müslümanların içinde tamiri esas alanların sayısı, tahribi esas alanların sayısına göre daha azdır. Belki de şu an ekalli kalildir (azın azı).

    Tahribi tamirden üstün tutarak zarar verme ve yok etme duygusunun müslümanların arasında gelişmesi Süfyanizmi besler, mayalar, vasat meydana getirir. Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri’ne göre Süfyan alem-i islamda Müslüman grupların arasındaki ihtilafları kullanarak tahriple iş görür (Beşinci Şua), gücünü tahripten alır:

    “Ahirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhas -ı müthişe-ı muzırraları, İslamın ve beşerin hırs ve şikaklarından istifade ederek, az bir kuvvetle nev’-ı beşerî herc ü merc eder ve koca alem-ı İslamı esaret altına alır.”(Bediüzzaman, Yirmi ikinci Mektup, sf 257)

    Ayrımcılık ve tekfir ve nefret dili bunların usulü, üslubu ve metotlarıdır. Fakat işin garip tarafı nefret dilini esas alıp tahribi prensip haline getirenler İslam tarihinde sonradan meydana gelmediler. Efendimiz(sallallhu aleyhi vesellem) dönemninden itibaren Müslümanlığın gelişmesine paralel olarak bedevi Arapların şahsında bu kaba düşünce de zamanla gelişti, büyüdü ve günümüze ulaştı.

    Kuran’da bedeviler, “arap” diye bahis mevzu edilir. Kuran’da nerede “Ey Araplar” gibi bir ifade geçiyorsa bu tabirden kastedilen bedevilerdi, bütün Araplar değildi. Yoksa Kuran'ı Kerim’in ilk muhatapları zaten Araplardı. Böyle bir tabir malumu ilan olurdu. Bu bakımdan Kuran’daki, “Araplar şöyle yaptı, böyle yaptı” gibi ifadeler genellikle onları ikaz etmek içindir. Onların inançlarındaki çarpıklıklara dikkat çekmek içindir. Yani bundan anlıyoruz ki Kur'an-ı Kerim bütün inanan Arapları(müminleri) aynı kefeye koymamış “Ey Araplar” diye sık sık özellikle bedevilere hitap ederek onların o toplum içindeki sosyolojik farklarına, tahripkâr özelliklerine dikkatleri çekmiştir. Bu bakımdan Kuran’ın ve Efendimiz ’in(sallallahu aleyhi vesselem) Bedevilere karşı tutum ve tembihlerini birkaç maddede özetlemeye çalışırsak:

    a. Bedeviler Efendimiz(sallallahu aleyhi vesellem) tarafından hazari(şehir) medeniyetten uzak tutulmuştur. Bu sebeple onların Medine mescidinin yakınlarına taşınarak daha fazla İslam'dan istifade edelim tekliflerini Efendimiz(sallallahu aleyhi vesellem) nazikçe reddetmesinin altında bu sebep vardır. Zira Efendimize göre Onların şahadetleri dahi kabul edilmemelidir: “Bedevinin, köylü aleyhinde şahadeti caiz değildir.” (Edu Davud, Akdiye17,3602)

    b. Bunlar imanı zayıf insanlardı. İnandık demesinler fakat iman onların gırtlakların aşağıya inmemiştir: “Bedevîler "İman ettik" dediler. De ki: "İman etmediniz. (Öyle ise, "iman ettik" demeyin.) "Fakat boyun eğdik" (Hucurat, 14)

    c. Araplar(bedeviler) tahripkâr ve kaba idiler. Enes (radıyallahu anh) şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber yürüyordum. Üzerinde Necran kumaşından yapılmış, kenarları sert ve kalın bir hırka vardı. Bir bedevî Resul-i Ekrem’e yetişerek hırkasını sertçe çekti. Hırkanın boynuna gelen kısmına baktım, bedevînin sertçe çekmesinden dolayı hırkanın kenarı boynuna oturmuştu. Daha sonra bedevî:
    - Ey Muhammed! Elinde bulunan Allah’a ait mallardan bana da verilmesini söyle, dedi.
    Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bedevîye dönüp güldü. Sonra da ona bir şeyler verilmesini emretti. (Buhârî, Humüs 19, Libâs 18, Edeb 68)

    Gerçi Tevbe Suresi’ndeki şu ayet bedevilerin ruh yapılarının anatomisini olduğu gibi gözümüzün önüne sererek başka her türlü izahı lüzumsuz kılar:
    “Bedeviler küfür ve nifak yönünden daha şiddetli ve Allah’ın Resülü’ne indirdiği emir ve yasakları bilmemeye daha müsaittirler”(Tevbe, 97)

    d. Menfaatperest idiler. O denli Müslüman görünmelerine rağmen verdiği sözlerinden dönebilir ahitlerini bozabilirlerdi. Bir bedevinin Peygamberimize(sallalahu aleyhi vesellem) sattığı atı başkasına satmaya çalıştığı rivayet edilir. Yani bedevi anlaşmayı bozmaya kalkmış fakat Peygamberimiz(sallallahu aleyhi vesellem) olaya müdahale ederek buna müsaade etmemiştir. (Ebu Davut, Akdiye 20,(3607))

    Kuran’ın Araplar diye bahsettiği ve hadislerde ve Efendimiz ’in uygulamalarında farklılığa maruz kalan bu bedeviler (Araplar), daha sonra Hz. Ali döneminde Müslüman olmalarına rağmen “hariciler” olarak tarih sahnesinde yerini alacaktır. Hz. Ali Efendimiz bu tahripkâr toplulukla defalarca savaş etmek zorunda kalmıştır. Namaz ve Kuran okumada aşırı dindar ve ibadetlerine düşkün olan bu tahripkâr haricilerle savaş etmek de Ali Efendimiz ’in önemli bir yönünü ve basiretini ifade eder.

    Ne acıdır ki bu kaba ve tahrip üzerine hayat süren harici ruhu, Osmanlı’nın son döneminde yeniden hortlamış ve Arap Yarımadası’nın Osmanlı’dan ayrılmasında mühim bir rol oynamıştır. İsterseniz Mehmet Akif’in çöl hatıralarını bir dinleyin, bir okuyun. Bir Akif'in Necid Çöllerinde oturup konuştuğu bazı Vehhabi şeyhlerin, önce Osmanlını aleyhinde fikir beyan ederken bazı iltifat ve hediyelerden sonra ise nasıl ağız değiştirdiklerini göreceksiniz. (Fahrettin Paşa, Feridun Kandemir. sf: 274)

    Osmanlı aleyhine Lawrence'lerle çalışan Arapların Hz. Ali dönemindeki havariçten farkları yoktur. Fındık kabuğunu doldurmayan küçücük menfaatleri için her türlü tahribata gönülden razı olmuşlardır. Küçük hesapların kurbanı bu insanlar üç beş kuruş alabilmek için demir yollarını dinamitleyip birbirinden ayırarak develerine bağlamış ve Lawrens casuslarının işini kolaylaştırmışlardır. Neticede Osmanlının mübarek beldelere uzanan yardım eli kırılmıştır. (Medine Müdafaası, Feridun Kandemir, sf: 99,100)

    Alem-i İslam’da ta başından itibaren Efendimiz(sallalahu alaeyhi vesellem) dönemindeki bedevilerden Hz Ali Efendimizin savaş ettiği haricilere, oradan Osmanlı devletinin yıkılmasında büyük payı olan Vehhabilere, oradan da günümüzün tahripkâr ve menfaatçi siyasal İslamcılarına, Hizbullah ve benzeri radikal gruplara doğru uzanan bir çizgi vardır. Bu çizgi, organik olmaktan daha ziyade taklidî imana dayalı aynı çarpık mantık ve aynı sığ bir muhakeme etrafında şekillenmiştir. Kuran-ı Kerim’in “teşabehet kulubuhum” dediği gibi kalpleri de kafa yapıları da zaman farkına rağmen bunların birbirine çok benzer.

    Günümüzde Türkiye’de yaşanan hizmetimiz aleyhindeki fecai ve zulümler de bu çizginin devamı hükmündedir.
    Siyaset bilimi ve tarih profesörü Edward Luttwak’ın de işaret ettiği gibi Türkiye’de bugün aslında eğitimli olanla cahil olanların, kaba davrananlarla hoşgörülü olanların, ahlaklı davranmayı ilke olarak görenlerle hiçbir ahlaki kriteri tanımayanların arasında bir mücadele söz konusudur:

    “Eğitim seviyesi düşük Erdoğan’ın başını çektiği radikal siyasal İslam'ın dünyada binden fazla okul, onlarca üniversite, öğrenci yurtları ve eğitim enstitüleri açmış Fethullah Gülen’in iyi eğitim görmüş takipçilerine karşı savaşı...” (Faruk Mercan, Bu da Batıdan Bir Ses: Samanyolu haber, 14 May. 2019. Bir Barış İnşa Edici Olarak Fethullah Gülen Hocaefendi)
    Fakat Allah’ın inayeti ile bu mücadelede tamir edenler bir gün tahripçilerin önüne geçecek ve nur karanlığı boğacaktır.

    Hüseyin Odabaşı

    15 Şub 2021 11:15
    YAZARIN SON YAZILARI