Bir Din Irkçılığın Emrindeyse

Hüseyin Odabaşı

Hüseyin Odabaşı

27 Nis 2021 11:09
  • Halkları Müslüman olan İslam dünyasının en önemli sorunu dinin (İslam'ın) sadece “Allaha has olarak”(Zümer, 39) ele alınmaması ve kalplerde olduğu gibi algılanamamasıdır. Bu durumun en önemli sebebi o devletlerdeki diyanet gibi teşkilatları üzerinden tabiri caizse dinin Allah’ın elinden alınıp bir teşkilatın, devletin veya milletin eline teslim edilmesi, hademe derekesine düşürülmesidir. Bu tenzil(aşağılama) ve beşerileştirmenin sebebi, bir cemiyet/ırk yapısında bütün orijinalliği ve parlaklığı ile dinin kendini gösterememesidir. Halbuki dinimizin bulunduğumuz cemiyette hem dünya hem de ahret noktasında bizleri terakkiye(yükselme) maruz bırakmasını istiyorsak onu orijiniyle ele alıp sadece Allah’a has kılmamız gerekir. 

    Bugün Türkiye’de uzun müddet iktidarda kalan dinci bir siyasi parti tarafından din, kendi bağlamından koparılarak bir millete has hale getirildi. Değişik bir milliyetçilik türedi yani. İlk etapta güzel ve harika gibi görünen bu ilişkiden maalesef en büyük zararı neticede yine dinimiz görmüştür. Neden? Çünkü, söylemlerin kesişimini siyasal iktidardakilerin iradeleri belirlemektedir. Örneğin dinimizin kriterlerine göre düşman olarak belirlenmesi mümkün olmayan bir yapıyı(cemaat) önce siyasi irade, keyfine göre düşman olarak tayin etmekte ve daha sonra da dinimizin düşman/isyancılarla alakalı belirlediği hükümlere baş vurulmaktadır. Bir profesörün “namaz kılsalar da oruç tutsalar da bu isyancılar idam edilmelidir” iğrençliği hala kulaklarımızda çın çındır. 

    Veya bir örnek daha verelim; “Vatan sevgisi imandandır” hadisine göre herkesin kendi vatanını sevmesi gerekir. Fakat bu istenen sevgi her vatan için geçerli midir? Ya vatanlarınız zülüm makinesi haline geldiyse ne olacak? Kuran-ı Kerim’de dinini zülüm bahanesi ile yaşayamayanlara meleklerin verdiği cevap enteresandır: “Allah’ın yeryüzü geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya.” (Nisa, 97) Demek hicretle terk edilmesi gereken vatanlar bu sevgi çerçevesine asla dahil değildir. 

    Yani siyasetçilerin (siyasal İslamcıların) kendi menfaatleri doğrultusunda belirledikleri pek de dinimize uymayan politikalarına ayet ve hadis kaynaklı destek aramalarına dinin derekesi ve sui istimali nazarıyla bakıyoruz.  Hz. Musa(a.s) ile semadan taptaze inen Museviliğin zamanla Yahudilerin şahsında İsrailoğullarına has hale getirilmesi gibi bir durumdur bu. Maalesef bugün Müslüman devletlerin ve milletlerin yaşadığı coğrafyalarda İslamiyet algılanma şekli itibarıyla Allah’a değil de bulundukları coğrafyaların milliyetlerine has kılındıklarından dolayı Musevilikle aynı akıbete maruz kalmıştır. Yani bir manada Yahudileşmiştir.    
     
    Mahiyeti riya ve gösteriş ve propaganda ile bu derece zedelenen bir dinin kendinden beklenen semere ve fonksiyonu eda etmesi mümkün değildir. Böyle ırkçılığın gölgesinde kalan bir din ahlak üretmez mesela. Saliklerindeki ibadet görenek ve tiryakilikten öteye geçmez. İbadetler merasim tadında cereyan eder. Her şey folklor edalı bir ritüeldir artık.   

    Ali Fuat Başgil hocanın da iddia ettiği gibi dinin bir milletin ırkçılık duygusunun emrine verilmesinden ise laisizmle kendi haline bırakılması çok daha iyidir. 

    Diğer taraftan din ve iman duygusu ile ırkçılık maalesef birbirine zıttır. Bir türlü uzlaşı noktaları olsa dahi biri diğerinin rağmına ilerler, işler.  Irkçılık duygu ve düşüncesinin bir millette aşırı derecede ilerlemesi dinî duygu ve uygulamaları yok etmiyor amma dini kendisine hizmetçi haline getiriyor. Yani daha kötüsü oluyor. Çünkü, dini Allah’tan alıp bir milletin, zümrenin veya teşkilatın emrine vermek hem dine hem de o milletin fertlerine zarar verir.

    Vatan, millet duygu ve temlerinin bir millette yükselmesinin bir sınırı olmalıdır. Irkî ve millî düşüncelerin Din ve diyanetin bir parmak altında olarak dinimize ve ahlâkımıza hizmet eder durumda olması gerekir. Irkçılık düşüncesinin gemi, dizgini bütün ırkları ve kâinatı yaratan Rabbimiz’in gönderdiği dinimizin elinde olmalıdır. 

    Çünkü ırkçılığın aslında çok da kriter ve prensipleri yoktur. Türk'ü Türk yapan veya İngiliz'i İngiliz yapan bir kriter, yazılı bir eser veya eserlerin olmadığını biliyoruz. Mesela insan hangi kriterlere uymalı ki Alman milletinden sayılabilsin. Bu yaratılıştan gelen ilahî bir tercihtir. Şartlara, prensiplere ve kaliteye göre yapılmış bir tercih veya taksim değildir. 

    Din Allah’a değil de bir millete has hale getirilirse ne gibi zararları olur?

    a. Dini o ırkın hizmetçisi durumuna düşürmüş oluruz.  
    b. Irkın hizmetçisi derekesine düşürülen bir dinin üzerinden siyasetçiler, dine inanan saf zümreleri aldatırlar, manipüle ederler. Bu noktada, bu durumda olan bir din tam bir afyondur. Kitleleri uyutma aracıdır.  
    c. Din böylece evrensel özelliğini kaybeder.
    d. Din, savaş ve çatışmaların aparatı durumuna düşer. Haçlı seferleri bunun en bariz örneğini teşkil eder. Dinin şartlarını kabul etmediği ırk hesabına ve gurur niyetine yapılan savaşların din savaşları olarak algılanmasına sebep olur. Çünkü niyetinde Allah adının yüceltilmesi bulunan ve dinin şartlarını kabul ettiği ve sınırlarının yine onun tarafından çizildiği hukuki çerçeveye uyan savaşlar din adına yapılan savaşlar olarak görülebilir. (Bakara, 190)
    e. Bir milletin kimliği ile eriyik haline gelmiş dinin diğer millet veya toplumlar tarafından kabullenilmesi mümkün olmaz.  Çünkü din değiştirmek mümkündür ancak ırkı değiştirmek mümkün olmaz. Irk yereldir, din ise evrenseldir. Evrensel olanı yerel olanının emrine vermek onu dondurmak, betonlaştırmak demektir. 
    f. Milletin egosu karşısında teslim olmuş olan bir din kendinden çok şey kaybeder. Toplumun zaaf ve ahlaksızlıkları dahi dinden bilinir. Ve böyle bir din zamanla kaybolur, bozulur. 
    g. Irkçılığın gölgesinde kalarak bodurlaşan dinler zamanla o toplumun gelenek ve göreneklerinden biri haline dönüşür, gelir.  O kadar!
    h. Irkçılığın pençesi altında kalan bir din kendi bütünlüğünü ve orijinalliğini de kaybeder. 
    i. Irkçılığın hâkim olduğu yerlerde din, yaşlıların, acuzelerin, fakirlerin, hastaların ve dağlarda yaşayanların dini haline gelir. 
    j. Menfi milliyet anlamındaki Irkçılık ile din; Hz. Âdem ile Şeytan arasındaki kavga kadar eski bir maziye dayanıyor gibidir. Neredeyse Âdem ve Şeytan kadar birbirine zıttır. Şeytan dememiş miydi; “Ben ona secde etmem. Çünkü beni ateşten O’nu (Adem’i) de topraktan yarattın.” (Araf, 12) Irkçılığın elinde de aslında Şeytan’da olduğu gibi kuru bir gurur ve kibirden başka bir şey yoktur. Bu bakımdan ırkçılık, liyakat esasına dayanmayan iddialar bütünüdür desek sezadır. 

    Kuran’ın ırkçılığa kesip biçtiği seviye tanıma ve tanışmadır.  Muavenetin teshili(kolayı) için buna lüzum vardır. “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, herşeyden haberdar olandır.” (Hucurât, 13)

    Dine kap olmalı milliyet. O aslın imanın ve diyanetin yerini almamalı. Su gibidir imanımız. Kabı değişik değişik olabilir. Milliyet kapları değişik olup kaba göre şekil alsa da diyanetimiz, aslı özü bir olur, zararı olmaz. Hatta su için kap nasıl olursa olsun kaçınılmazdır. Bu yüzden yüce Kuran; “Siz dinden yüz çevirirseniz Arap kavmi diyor, Allah başka kaplara koyar dinini de kaybeden siz olursunuz. (Mealen, Maide, 54) 

    Yani din tamamen bir milletin malı haline gelirse diğer milletler ve ırklar de başka milletlerin esareti altına girmek istemeyeceklerinden bu durum dinin yayılmasın ve başka milletler tarafından kabul edilmesine engel olur. Hucumat ı sittede Üstadımızın ırkçılığın bu yönünden bahsetmesi sebepsiz değildir.  

    Ekseri dinimizden rahatsız olan “gizli yapılar” (komite ı sırrıye), “dinden kitaptan rahatsızız” deyip direk dinle mücadele etmek yerine, milliyet ve vatan duygularını tahrik ede ede o kadar ifratkârane bir seviyeye getiriyorlar ki; o toplumda, millet vatan duygularının yanında din ve diyanete artık nerdeyse yer de kalmıyor, ihtiyaç da kalmıyor. Bu bakımdan Bediüzzaman Hazretleri’nin döneminden itibaren hasbi ve fedakâr bir şekilde diyanet duygusu ile hareken eden hizmet insanlarının vatan ve millet düşmanı olarak yaftalamaları boşuna değildir.
     
    Bir şart ve kuralı olmadığından dolayı da çok tembel ve nefisperestlerin milliyetperverlik hoşuna gidiyor. Din diyanet ise teat ve şartlara uyma gibi prensiplerinden ötürü çoğu tembellere sakil geliyor, ağır geliyor. 

    Irkçılık karşısında önem ve değerini kaybeden din ise zamanla Max Weber’in tespiti üzerine Protestan ahlakının, kapitalizmin ruhunu oluşturduğu gibi artık o din (İslamiyet) de bulunduğu milletin ırkçılığına bağımlı, onun sadakasına muhtaç hale gelir. Irkçılığı esas alan halkların gözünde İslam'ın değeri de ırkçılığa verdiği destek nispetinde olur.   

    Evet zaman zaman siyasi manevra sağlamak hesabına işine gelmediğinde dini reddeden veya köşeye sıkıştıran, dolayısıyla bodur bırakan bir ırkçılık değil de dinle barışık hatta edille-i şeriyede “örfün” yerini alan bir milliyet şekline veya gelenek mahiyetine ihtiyaç vardır. Çünkü dinimizde ırkın sebebi hikmeti tanışmak, değer ve kıymeti de örfün zeminini oluşturmasından ibarettir.   
    Velhasıl; dinin bulunduğu topluma dünya ve ahiret saadetini temin edebilmesi için siyaset vasıtasıyla ırklara veya milletlere değil de sadece Allah’a has kılınması gerekir. 

    Hüseyin Odabaşı

    27 Nis 2021 11:09
    YAZARIN SON YAZILARI