Doğu, Batı ve Terakki

Hüseyin Odabaşı

Hüseyin Odabaşı

02 Eyl 2024 00:50

  • Yaşadığımız hayat bireysel olsa da, hayatın niteliğinde içinde bulunduğumuz medeniyetlerin veya kültürlerin etkisi önemlidir.  Doğu veya Batı medeniyetine ait olmak, iddia edildiği gibi bir kader etkisi yapmasa da önemli bir ayraçtır. Çünkü Doğu’nun da Batı’nın da temel dinamikleri birbirinden çok farklıdır.

     

    Evet, Doğu - Batı diye bir ayrım vardır. Bu ayrımı kesin hatlarla tam doğru bir şekilde yapamasak da kabaca böyle bir ayrımdan bahsedebiliriz. Ünlü düşünürlerimizin çoğu da bu ayrımı kabul ederler. Fakat Doğu dünyasının tamamı Müslümanlardan, Batı da tamamen Avrupalılardan meydana gelmez.

     

    Çin, Hindistan ve Rusya’nın en azından bu ayrım içindeki yerleri tam da belirgin değildir. Fakat burada Doğu derken, daha çok Müslüman dünyayı, Batı derken de Amerika dahil Avrupa medeniyetini kastedeceğiz.

     

    Doğu Batı ayrımı içinde meseleyi tahlil edecek olursak, özellikle Müslüman ve iman ekseninde kurulan medeniyetlerin tarihten itibaren Batı medeniyeti ile büyük bir etkileşim veya mücadele içinde olduklarını görürüz.

     

    Batı medeniyetinin temelleri Mısır’a, Yunan’a, Bizans'a ve günümüzdeki Avrupa medeniyetine kadar gelir dayanır.

     

    Pek çok dönemde madde ve dünya ölçülerinde öncülük, önderlik Batı medeniyetine aittir. Doğuda daha çok din ve maneviyat terakkiye sebeptir. Doğu’da maddi terakki bile manevi ve ahlaki terakkinin tetiklemesiyle meydan gelir. Bu Doğu’nun mahiyetine yerleştirilmiş önemli bir kanundur. İslamiyet'e yaklaştıkça Doğu terakki eder. Batı da kendi bozuk dinine yaklaştıkça terakkiden uzaklaşır tedenni eder.

     

    Doğu İslamiyet'e yaklaştıkça terakki etti. Fakat madde sahasındaki eksikliğini de ekseriyetle Batı dünyasından tedarik etti.

     

    Tarihte Doğu ile Batı savaş, işgal, fetih ile de olsa birbirine girip birbirlerinin ilim, teknik ve tecrübelerinden istifade ettiler. Said Nursi mesela; İslam'ın büyük evladı sömürge Hindistan’ın İngiliz mektebinde tedrisat gördüğünü söyledi.

     

    Dünyanın kalbini Doğu toplumları, kafasını da daha çok Batı oluşturdu.    Dini ilimler kalbin; fen bilimleri de beynin gıdasıdır. Bu ayrıma göre Batı toplumları daha çok insanın beynine, Doğu da insanın kalbine tekabül eder. “Üstünlük hangisine aittir” dersek, bu sorunun tam cevabını bulamayabiliriz. 

     

    İnsanlık yaratıldığından beri meydana gelmiş olan bu ayrımla oluşan felaketlerin son bulabilmesi, kalbi temsil eden Doğu ile beyni temsil eden Batı’nın yan yana gelmesi, mezc olması veya en azından birbirleriyle irtibata geçmeleri ile ancak mümkündür.

     

    Kalp ve kafayı temsil eden bu medeniyetler, tarihte birleşmekten daha çok birbirinin içine girerek karıştılar. İşte bu karışım ve irtibatların sonucunda insanlığın yüzü güldü, toplumlar refaha erdi.  

     

    Doğu’nun ve Batı’nın tam birleşmesi, belki de büyük kıyamet alameti olarak verilen Muhammediyetle İseviyetin yan yana gelmesi ile mümkün olacaktır. Çünkü Muhammediyet Doğu’dur, İseviyet Batı’dır. Hadiste ifade edildiğine göre, Müslümanlığı temsil eden Mehdi ile Hıristiyan Batı dünyasını temsil eden Mesih, kıyamet kopmadan bir kere daha bir araya gelir, yan yana gelir. Aralarında namaz kıldırmak söz konusu olur. Hz. Mesih; “Siz bazınız bazınıza imamsınız” diyerek bir adım geri çekilir ve imamete Hz. Mehdi geçer, namazı kıldırır.  Sembol değeri olan bu hadise göre de; savaşı, fitneyi ve her türlü tahribi temsil eden Deccal tehlikesinden dünyanın kurtularak hakiki huzurun bütün dünyaya yayılabilmesi, Doğu ile Batının aralarındaki ihtilafları yok ederek yana yana gelebilmelerine bağlıdır. 

     

    Deccal’e karşı Doğu’yu temsil eden Hz. Mehdi’nin Batı’yı temsil eden İsa’ya namaz kıldırması, terakki ve rehberlik noktasında değer ve kıymet olarak kalbin kafadan bir parmak önde olduğun da gösterir.  (^ "Sahihi Müslim, 1-ci kitap İman, 71-ci bab)

     

    Kenan ili bağrında peygamberleri barındıran bir Doğu’ydu. Mısır ise aklı temsil eden yüce bir Batı medeniyetiydi. Kenan'ın peygamberi Yakup, Yusuf'unu kaybetti. Onu satın alan köleler Batı medeniyetin kalesi Mısır’a getirip sattılar. Çünkü kardeş kavgası ve hasedinin hâkim olduğu Kenan’da Yusuf daha fazla kalamazdı, yaşayamazdı. Onun misyonu Mısır’a varıp kölelik zinciri altında hicret etmesine bağlıydı. Doğu’yu temsil eden Kenan’da fakirlik, Batı’yı temsil eden Mısır’da ise refah ve lüks vardı. Vardı ama ruh ve mana eksikti.

     

    Batı’nın yollarına revan olan her mülteci bir Yusuf 

     

    Doğu’nun Batı’yı aşılamasında kardeş kavgasından kaçış vardı. Halen daha öyle değil mi? Afganlısı, Suriyelisi, Iraklısı, Turanlısı bugün Batı medeniyetinin temsilcisi olan Avrupa'ya bir Yusuf gibi göç etmek zorunda kalmıyor mu? Kardeş kavgasından canını kurtaranlar çareyi Batıya iltica etmekte buluyorlar. Yakub’un kuyuya düşen Mısır’a köle gibi satılan bir tane Yusuf’u vardı. Şimdi ise Batı’nın yollarına revan olan her mülteci bir Yusuf bir Yusufçuk.

     

    Yakub’un gözünü kan bürümüş, haset evlatları bugün Ortadoğu'da Türkiye'de cirit atıyor. Daha çok hasede dayalı kardeş kavgalarının ayyuka çıktığı Ortadoğu, Yusuf’u kuyuya atan kardeşlerinden farksızdır.  

     

    Doğunun kalbini, vicdanını, inancını manasını temsil eden Yusuf, aklın ve mantığın medeniyeti Mısır’a hicret etti. Köle diye satıldı. Kardeş kavgası onu köle durumuna düşürdü. Mısır’daki sarayın ise iki sorunu vardı. Evlatsızlık, yani neslin azalması ve insan gücüne olan ihtiyacı. Potifar’ın Zeliha’ya Yusuf'u getirip teslim ederken gösterdiği gerekçe, günümüz gerçekleri için de geçerlidir. Batılı Potifar köle diye satın aldığı Doğulu Yusuf'u hanımına takdim ederken şöyle dedi:

     

    “Onu satın alan Mısırlı hanımına: “Ona güzel bak; belki bize bir faydası dokunur yahut onu evlat ediniriz” dedi. Böylece Yusuf'a o ülkede ayağını basacağı sağlam bir zemin ve büyük bir imkân verdik. Ona rüyaların tabirini, eşya ve hâdiselerin yorumunu öğretmek istiyorduk.” (Yusuf Suresi, 21)

    Bir, Batılıların gözünde Yusuflar evlatlıktır. İki, bu evlatlıklar, Batı medeniyetine faydalıdır.

     

    Yusuf'un annesi, babası ve tövbe eden kardeşleri hep beraber Mısır’a göç ettiler. Yani Hz. Yusuf’un etrafında teşekkül etmiş olan bu ruhani topluluk Mısır’ın maddi bedenine gidip yerleşti.

     

    Sokrat, Batı medeniyetinin önemli aşamasını kaydettiği Antik Yunan medeniyetinin ruhuydu.  Sokrat, Yunan için Doğulu bir ruhtu. Çünkü Antik Yunanın (MÖ 756 (Arkaik dönem) ile MÖ 146 (Roma işgâli)) sanat ve madde planında ne kadar deha ise, mana ve ruh planında o derece yerlerde sürüm sürümdür. Bu ruhu Antik Yunan’ın sefaleti baldıran zehri içirerek boğdu.

     

    Çünkü Muhterem Fetullah Gülen’e göre anlatılarından yola çıkarak, Sokrat'ın peygamber olduğunu iddia edemeyeceğimiz gibi, peygamber olmadığını da söyleyemeyiz.

     

    Roma devleti güçlü bir imparatorluktu. Batılıların kurduğu bu devlete Doğu’dan gelen Hz. İse ile kalp ve mana rüzgârı can verdi, hayat verdi. Önce 313'te Roma İmparatorluğu'nda Milano Fermanı ilan edildi ve Hristiyanlık serbest bırakıldı. 325 yılında, evrensel bir Hristiyan amentüsünün kabul edildiği Nikaia (İznik) Konsili gerçekleşti. 380 yılında da Hristiyanlık, Roma İmparatorluğu'nun resmî dini kabul edildi.

     

    Doğulu İsa (r.a)’nın ruhu Roma’ya Hızır çeşmesi etkisi yaptı.  Bu karışımla dünya tarihinin görebileceği en uzun ömürlü bir medeniyeti doğdu. 

     

    Doğu’yu temsil eden Müslümanlar, ilk defa Mute Savaşında (629) Bizanslılarla karşı karşıya geldi. Savaşın sebebi, Gassan (Gassani) valisi Şurahbil’in Peygamberimizin (sav) elçisini öldürmesiydi. 3 bin kişiye karşılık 100 bin kişi çarpıştı. Üç komutanın şehit olduğu bu savaşta Halid Bin Velid’in usta manevrası ile ordu sağ salim Medine'ye ulaştı. Zayiatı fazla olan Bizans Ordusu da geri dönmekte olan İslam ordusunu arkadan takip edemedi.

     

    Hakiki ve son dinin Peygamberinin (sav) Batı ile ikinci diyaloğu, Tebük  Seferi (630) ile oldu. Harakliyus (Herakleios), Peygamberimizin (sav) tebliğ için gönderdiği elçiyi katletti. Bunu üzerine Peygamberimiz (sav) Bizans'la savaş için Tebuk’e kadar yürüdü. Bizans ordusu savaş meydanına gelemedi ve bu hareket sefer olarak kaldı.  Savaşa dönüşmedi.

     

    Şimdi ise bir Yusuf gibi kuyunun dibindeyiz, Mısır için yollardayız

     

    Tebük ve Mute savaşları ile başlayan bu diyalog, Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethedene dek, bu minval üzerine devam etti. Özellikle İslam, Osmanlı döneminde devamlı Bizans toprakları aleyhinde ilerledi. Karlofça Antlaşması sonrası bir kırılmaydı. Doğu’nun kıyıları son haddine vardı.  Doğu rengini kaybetmeye başladı. Batı ise yükselme trendine girdi. Bu geri çekilme, Çanakkale savaşına kadar devam etti. Şimdi ise bir Yusuf gibi kuyunun dibindeyiz, Mısır için yollardayız.

     

    Osmanlı medeniyetinin, Batı medeniyetini temsil eden Bizans topraklarında ilerlemesi ve harmanlanması, Osmanlı’nın teknik ve kültürünün de zenginleşmesine sebep oldu.  Osmanlının özellikle madde planında da zirveye tırmanışının altında, gücünü kaybetmiş de olsa Batı medeniyetinin topraklarına varis olmasının büyük etkisi vardır.  Örneğin Fatih döneminde İstanbul'un fethini kolaylaştıran Şahi topları bir Ermeni yapımıdır.  

    Bugün ise Batı medeniyeti zirvelere tırmandı. Güç, kuvvet ve teknik onların yanında tarafında. Müslüman milletlerle kavga ederken Doğu medeniyetinin birikimine varis oldular. Batı Endülüs'ten çok şey öğrendi. Avicenna olarak bilinen İbni Sina'nın kitapları 9 asır Batıda okutuldu. Osmanlı medeniyetini didik incelediler. Eğitimden ekonomiye kadar örnek aldılar, ders aldılar. Öyle ki Osmanlı devleti ile alakalı baştan sona Hammer tarih kitabı kaleme aldı. Vakıf sistemini modellediler. Derken batı Doğu karşısında baş döndürücü bir mesafe kat etti.

    02 Eyl 2024 00:50
    YAZARIN SON YAZILARI