Bir neslin, cemaatin, dinin, kültürün veya cemiyetin varlığı devamlılığına bağlıdır. Devamlılık da entegredeki irtibatı istikametle muhafaza etmekle mümkündür.
İstikamet deyince ilk aklımıza gelen Peygamberimize(sav) hitaben vahiy edilen “festekim kema umirte- Emredildiğin gibi dosdoğru ol.” (Hud, 112) ayetidir, sözüdür.
İman'ın korunması ve Müslüman kimliğinin muhafazası için savunduğumuz doğruları yaşamak ve yaşatmaya da devam etmek gerekir. İşte istikamet, iman ve Müslümanlıkla elde ettiğimiz duruşumuza devamlılık ve süreklilik kazandırmakla yakından alakalıdır. Devamlılığı olmayan bir şeyin istikametinden de bahsedilemez.
Bu doğru yaşam ve duruş devamlılığını bozan her mevzi ve cephe değiştirmeyi münafıklık olarak değerlendiririz. Çünkü münafıkları Kuran tarif ederken; “ Muzebzebîne beyne zâlike lâ ilâ hâulâ-i velâ ilâ hâulâ - Küfür ile iman arasında bocalamaktadırlar. Ne Müminlere bağlanırlar ne de şu kâfirlere.” (Nisa, 143) der. Zıp orada zıp burada. Bugün kara dediğine yarın ak der; bugün ak dediğine yarın çok rahatlıkla karadır diyebilir. Aslında onun kendi menfaatinden başka kutsalı yoktur. Yani münafık, savunduğu doğruları yaşamada devam ve sebatı olmayan insan demektir. Bu durum onun istikametinin de bozulmasına sebep olur.
İstikametle koruma veya korunma arasında da dorudan bir bağ vardır. Sizi siz yapan değerleri korumayı istikametle devam ettirirseniz hem o değerleri korumuş hem de korunmuş olursunuz. Vikaye kökünden gelen takvayı böyle de anlayabiliriz. Takva başka değil ancak istikameti muhafaza ederek müstakim bir hayat yaşamakla elde edilebilir. Takva istikametin sonucu imanın neticesidir. Bu açıdan inançtan hemen sonra istikamet gelmelidir:
Ebû Amr (veya Ebû Amre) Süfyân İbni Abdullah (r.a) şöyle dedi:
- Yâ Resûlallah! Bana İslâmı öylesine tanıt ki, onu bir daha senden başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim, dedim.
Resûlullah(sav):
- “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” buyurdu. (Müslim, İmân 62. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 61; İbni Mâce, Fiten 12.)
Örneğin bir şehre varmak için arabanızla yola çıktınız. Ve şehre en yakın noktada diyelim ki başka bir sapa yola saptınız. İstikametinizi korumadınız demektir. Hedefinize ulaşamazsınız. Bu açıdan hedefinize veya menzile varabilmek için yolunuzu, yürüyüşünüzü sonuna kadar korumanız da gerekir. Bu nedenle hedefe vardırmada şüphe duyulan yollardan da uzak durma zarureti vardır. Hadislerde takvayı ifade ederken bu şüpheye dikkat çekilir:
"Dağ ma yeribuk ila ma yeribuk-Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe etmediğini yap.” (Buharî, Büyü 3; Tirmizî, Kıyâme 60.)
Bir de bir toplumun istikametini kendi benliğini koruyarak vikaye çerçevesinde hayatî faaliyetlerini sürdürmesi vardır. İstikametin temini ve vikayenin tahakkuku adına azınlık topluluklar, çoğunlukla irtibat halinde olmalıdır. Bu bakımdan azınlığın istikameti de kendilerini koruyabilmeleri de çoğunluğa entegre olabilmesinden geçer. Çoğunlukla irtibat, entegre olmaya o da istikametin korunmasına sebep olur.
Yani azınlık çoğunlukla asimile olmadan entegre olabilmelidir ki varlığını istikamet içinde koruyarak devam ettirebilsin. Çünkü sosyolojik olarak azınlık yani ekallin (azınlığın) yanlışta ittifakı çoğunluğa göre daha kolaydır. Özel manada “çoğunluktan” kastımız cedde i kübra olan ehl-i sünnet ve’l cemaatin yoludur, caddesidir. Genel manada ise çoğunluk, cemaat olarak içinde bulunduğumuz herhangi bir dünya toplumudur. Bu Amerika'da olabilir, Avrupa da olabilir.
Aklımızın bir köşesine aldığımız bu düsturların ışığında şu hadise yani Peygamber(sav) sözüne bir kulak verelim:
“Bir yolcu bir şeytan, iki yolcu iki şeytan sayılır. Üç yolcu ise, kâfiledir.” (Ebû Dâvûd, Cihâd 79; Tirmizî, Cihâd 4)
“Ümmetim dalalet üzerine birleşmez. Öyleyse bir konuda ihtilaf olduğunu gördüğünüzde sevad-ı azama (büyük çoğunluğa) tâbi olun.” (İbn Mace, Fiten, 8)
“Allah’ın yardımı cemaat ile beraberdir.” (Tirmizî, Fiten 7; Nesâî, Tahrîm 6) buyurmuştur.
Tarihte öyle zalim topluluklar vardır ki bu topluluklar, ümmetin büyük çoğunluğu ile entegre yani irtibat halinde olduklarından bu durum akan suyun kendini temizlemesi gibi zamanla zalimliklerine rağmen temizlendiler; aksine öyle masum ve günahsız topluluklar da büyük çoğunlukla entegre olmadan küskünlükle irtibatlarını kestiklerinden marjinal kaldılar, gettolaştılar ve içten içe çürüdüler. Örnek mi istiyorsunuz zalim Emevîler ve Hz. Hüseyin (r.a) Efendimizin şehadetini dava edinen masum Aleviler. Bu tespit bana değil Bediüzzaman Hazretlerine ait:
“Büyük çoğunluğa tabi olunmalı. Ekseyiyete ve büyük çoğunluğa dayandığı zaman, lakayt olan EMEVİLİK, en n ihayet(büyük yanlışlıklarına rağmen sonunda) Ehl-i Sünnet cemaatine girdi. Sayı itibarıyla azınlıkta kalan salabetli(sağlam) Alevilik, en nihayet az bir kısmı Rafiziliğe dayandı.”(HAKİKAT Çekirdekleri)
Bu tespite Aymaz abinin şerh ve izah adına söyledikleri de şöyle;
“Sadece düşünce ve ruh anlayışımızın doğru ve isabetli olması yeterli olmuyor. Aynı zamanda büyük bir topluluğun kabulünü de kazanması gerekiyor. Azınlıkta kalan gruplar azınlık psikolojisi ile muvaffakiyetsizlikler karşısında, harikalar kuşağında beklentilere girip hayallerle tatmin olmaya çalışıyor ve zamanla dengeyi kaybedebiliyorlar. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) “Ümmetim dalalette birleşmez.” buyurmasında da bu gerçeğe işaret vardır. Ana yol, büyük cadde varken yan yollara, dar sapaklara yönelmek bizleri yanıltabilir. Hz. Ali Efendimiz haklı idi. Karşı taraf içtihadında yanılmıştı. Fakat ümmetin büyük çoğunluğunu yanlarına alan Emeviler, Velid ve Yezid gibi pek çok yanlışı yapan meliklerine rağmen günahkar ve zalim olsalar da toplum Ehl-i Sünnet çizgisinde kaldı. Mevzii kalan kötülük ve yanlışlar toplumu dalalete götüremedi.
Hz. Ali ve Al-i Beyt elbette içtihat ve davalarında hakl idiler. Fakat sonradan onlar adına dava sürenler azınlıkta kaldıkları için hep harikalardan medet umup gelecek bir kurtarıcıyı beklediler. Sayıları az da olsa bir kısmı dengeyi kaybedip Rafiziliğe, hatta ittihat ve hulule kadar yanlışa saplandı. Yani haşa “İlahlık Hz Ali ile birleşti. Onun içine İlahlık hulul edip girdi” diyerek yoldan çıkanlar bile oldu. (Hutbe-i Şamiye sf, 151, 152 )
Bin sene önce Emevîler'le Hz. Ali'yi sevenler arasındaki mücadele gibi bugün Türkiye'de devlet gücünü arkasına alan zalimler ile her türlü mazlumiyeti yaşayan Hizmet Hareketinin durumu birbirine çok benziyor. Bizler şu an yaralı bir ekalliz, yani azınlığız. Bu zulümlere seyirci kalıp zalimler karşısında ses çıkarmadılar gerekçesiyle Anadolu insanına ve onların ehli sünnet Müslümanlığına küsmekle karşı karşıyayız. Bu küsme hastalığı sadece Anadolu insanıyla sınırlı kalmaz da yurt dışında yaşadığımız başka topluluklara kadar uzanabilir. Kısa zaman sonra içimize döner ve pembe hayaller kurmaya başlayabiliriz. Ve sonuçta irtibatı keserek bulunduğumuz topluluklara entegreyi, diyaloğu reddersek kabuğumuza çekilmek bizim sonumuz olur. Hulula inanan Rafıziler gibi olağan üstü güçlerden medet uman akidesi bozuk yapılara dönüşebiliriz.
Evet toparlayacak olursak; şeytanların iğvasına uğrayıp da istikametimizi bozmamak için gönül dostlarımızla eklemleneceğiz, cemaat olacağız. Eğer cemaat haline geldiysek bu defa da içinde bulunduğumuz veya bağlı bulunduğumuz milletlere entegre olarak eklemlenmeliyiz ki şeytani hayallerin arkasından giderek dalalet vadilerine sapmayalım. Çünkü her zaman için marjinallik, içinde büyük riskler taşır.
Bu bakımdan hicret ettiği Medine'de yaşayan milletlerle Medine Vesikası anlaşması yapmakla yetinmeyip her fırsatta kendi milleti olan Mekkelilerle de irtibat temin etmenin yollarını arayan ve bulan Peygamberimiz Hazreti Muhammet Mustafa bizim en büyük örneğimizdir.
Allah O’nun(sav) yolundan bizi ayırmasın. min!