Türkiye'de iktidarla bazı muhaliflerin beraber çalıştığı hep söylenir. Tabi duyduklarımızın ne kadarı doğru olduğu bilinmez fakat muhalefetin bazı söylem ve eylemleri var ki gerçekten insan kendini muhalefet, zalim iktidarın çarklarına su taşıyor mu acaba demekten alamıyor.
Örneğin, Kürt partisinde Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarının dokunulmazlığının kaldırılmasında muhalefet destek vermeseydi şu an halkın özgür iradesi ile seçilen milletvekilleri büyük bir ihtimalle hapiste olmazdı. Çünkü adalet tecelli eder de sonunda yine onlar meclise geri dönerler diyebileceğimiz bir adalet kaldı mı Türkiye'de?
Demokratik seçimlerle belediye başkanı olmuş doğu illerinin belediye başkanları kayyım mahareti ile görevlerinden alındığında muhalefetin gıkı çıkmamıştı. Şimdi ise İstanbul belediye başkanı yargı kullanılarak görevinden alınacak gibi gözüküyor. Dün ses çıkarmadığı olayın aynısı bugün CHP’nin başına geldi, geliyor. Şimdi de İmamoğlu'nu yedirmeyiz diye mitingler tertip edip duruyorlar.
Zulümde sınır tanınmayan bu iktidara bu cesareti muhalefetin suskunluğu vermiştir. Çünkü zulüm sadece destekleyenlerinden değil konuşması gerekenlerin suskunluğundan da beslenir.
Ama neden bu suskunluk?
Bu suskunluğun temel sebebi hikmete dayalı olmayan bir kin ve düşmanlıktır. “Düşmanımın düşmanı dostumdur” mantığı her zaman doğru her zaman geçerli değildir. Hatta bizim böyle bir toplumu düşman veya suçlu görücü ön kabullerimiz olmamalıdır. Bizim düşman tanımımız delile ve fiile dayanmalıdır. Bir insan bir suç işliyorsa suçludur o suçu işlemeyen suçlu değildir. Bu kadar! Halihazırdaki manzara itibarıyla Türkiye'de dost, düşman ve hain yaftalamaları tamamen propagandaya ve manipülasyona dayanmaktadır. Bu tür manipülasyonlarla zalimlerin oluşturduğu düşmana düşman gözüyle bakmak onların ekmeğine yağ sürmek demektir. Muhalefet maalesef İktidarla “hain”, “terörist” gibi aynı söylemi tekrar etmesi zalimlerin ekmeğine yağ sürüyor, mazlumların acısını artırıyor.
Anlatılan hikâyeye göre; kilisenin bahçesinde iki dilenci biri “Musa aşkına” diğeri de “İsa aşkına” diyerek dilencilik yapar. Kilisenin dibinden geçenler “İsa aşkına” diye para istiysen dilenciye aslında bir şeyler vermek istemeseler de birkaç metre ötede “Musa aşkına” diyerek para isteyen dilenciyi görünce düşmanlık damarları kabardığından tekrardan geriye dönüp büyük bir hınçla “İsa aşkına” diye mendil sermiş olan dilenciye biraz da fazlaca sadaka verirler. Tabi kilisenin dibi olduğundan “İsa aşkına” diyen dilencinin sergisi paralarla dolup taşar fakat “Musa aşkına” diye bağırıp para isteyen dilencinin sergisinde tek tük birkaç sadakadan başkaca da bulunmaz. Fakat bu iki dilenci akşam olunca bir araya gelir topladıkları sadakaları aralarında bölüştürürler.
Yukarda anlattığım hikâyenin bir benzeri Muharrem İnce’nin cumhurbaşkanı adaylığında yaşandı. Bazı mitingleri nerdeyse AKP'nin mitinglerinden daha şaşalı geçen İnce, seçim akşamı sandıklardan oyların çalınmasına sanki göz yumdu ve daha ortada sonuçlar tam da kesinleşmeden “Adam kazandı” dedi. Ve bir çuval inciri mahvetti.
Bu açıdan kimlerin kimlerle beraber olduğunu bilmediğimizden körü körüne bir düşmanlık veya destekleme bizim aramızda olmamalıdır. Çünkü şeytan, tilki ve kurnaz siyasetçiler ve derinlerin, bu düşmanlık ve inat duygumuzu kullanmalarına fırsat vermiş oluruz. Siyasetçiler ve politikacılar, takipçilerinin düşmanlık besleyenlerden olmasını isterler. Çünkü nefretle akıl aynı anda bir insanda beraber bulunmaz. En kolay yönlendirilen ve aldatılan insanlar neye niçin düşmanlık beslediğini bilmeyen inat ve haset duygusu yüksek insanlardır. Kör bir inatla veya ferman dinlemeyen bir kinle hareket edersek onların ağına düşen avlar oluruz.
Kürtlere biz neden düşmanız? Cemaat neden haindir? Bu soruların mantıklı cevabı yoktur. Zalimlikleriyle Everest tepesini aşmış insanların aklına uyarak bir kesime düşmanlık beslemek onların korkutmalarını gerçek kabul etmek akıl karı değildir.
Belli bire güce ulaşmış zalimler, sevgi ve nefret duygusu aşırı olan toplulukları çok rahat bir şekilde emellerine alet ederler, manipüle edebilirler. Zira “aşkın gözü kördür” kaidesi bu tür karakter taşıyan topluluklar için de geçerlidir.
Ölçü aslında bellidir; “hubbu fillah buğzu fillah.” Allah için sevmek ve Allah için nefret etmektir. Neyi niçin sevdiğini veya nefret ettiğini belli edememiş, ayırt edememiş topluluklar en tehlikeli ve zararlı topluluklardır. Yoksa Musa'dan nefret ettiğimizden dolayı İsa'yı seven ve dolaysıyla aldatılan güruhlar haline geliriz. Maalesef bu Cennet vatanda nefret ve sevgi hissimizi kullanan İsacılar Musacılarla beraber olup soygun düzeni kurdular ve bize zarar verdiler. Bizden aldıkları destekle yine bize kan kusturdular.
Bu bakımdan sevdiğimiz ve beğendiğimiz grupların hizip ve partilerin kimlerle ne şartlarda bir ittifak kurduklarına dikkat etmeliyiz. Çünkü Peygamberimiz buyurdu: “İnsan, dünyada kimi seviyorsa, ahirette onun yanında olacaktır.” (Buhari) Demek sevme veya nefret etme duygusu deyip de geçemeyiz. En azından bizim destek verdiğimiz insanlar bizim dünya ve ahiret hayatımızı berbat eden insanlar olmamalıdır. Veya gözümüzü çıkarmaya çalışanlarla ittifak içinde olmamalıdır.