Türkiye’de 6 Şubat 2023 tarihinde Maraş merkezli 7.7 ve 7.8 bir hafta sonra da 6.4 gibi depremlerle sarsıldık. Şimdilik 40 binin üzerinde vatandaşımız vefat etti. Binlerce bina hâk ile yeksan oldu. Moloz yığınlarından dolayı yardım malzemesi götüren tırlar sokaklara kadar giremedi bile. Allah'ın takdiri olan depreme bizim diyecek sözümüz olamaz fakat tedbir alması gereken hükümet ve ona bağlı idareciler, yetkililer yapması gerekenleri yaptı mı? Alınması gereken tedbirleri aldırlar mı?
Kıyamet felaketi gibi sarsıcı ve etkili olan bir depremin meydana gelmesi karşısında ilk iki gün insanlar kendi hallerine daha doğrusu kaderlerine terk edildi. Kara kışa rağmen depremzedeleri devlet baba, şefkat ve merhametiyle sarıp sarmalayamadı. Vergi aldığı vatandaşlarının yanında olamadı. 3 gün geçtikten sonra bölgeye AFAD’ı, polisi veya sınırlı da olsa ordusuyla müdahale etmeye çalışan devlet maalesef yaraları saramadı ve sınıfta kaldı. İnsanlar molozların bina yıkıntılarının altında; “sesimizi duyun, bizi kurtarın” diye diye, bağıra bağıra, yalvara yalvara can verdiler. Bu ihmaller yaşanan felaketi daha da katladı.
Tüm ve benzeri bu aksaklıkların temel nedeni kaht ı rical; yani kaliteli, iş bilir, ehil olan insanların depreme müdahale edecek ekiplerin organize olmayışıdır. AFAD, Kızılay, vb kurumlar ahbap çavuş ilişkisi içinde akraba -i taallukat ile doldurulduğundan kimse ne yapacağını nasıl müdahale edeceğini bilmiyordu. Bu tür müesseselerde görev almada liyakat değil de daha çok yakınlık, akrabalık ve partizanlık kriteri esasa alınmıştı.
Bir kere işin ehli olan deprem uzmanları kaç kez Anadolu fayında ciddi hareketlenmelerin olduğunu söylediler fakat sorumlu olanlar bu tür uyarıları pek de kâle almadılar. Üstelik birkaç sene önce AFAD, Maraş merkezli 7.5 şiddetinde deprem olabilir diyerek orada deprem tatbikatı bile yaptı. Anlaşılan o ki yapılan bu tatbikata kendileri de çok inanmadılar. Tatbikat yapmayla tedbir almayı birbirine karıştırdılar. Ve derken kendini saklamayan bela göstere göstere geldi. Bilançosu ise çok ağır oldu.
Depremlerle alakalı dört ana devre var olduğunu kabul edebiliriz.
Birincisi; işin uzmanı insanlar, biz bunlara deprem uzmanları diyebiliriz doğru bir tespit yapmaları gerekir. Fay hatları nerelerden geçiyor ve bu fay hatları ne durumdalar? Her fay hattının en az bin senelik hareketlenme tarihinin bilinmesi tespit edilmesi ilgililere ve kamuoyuna duyurulması gerekir. Örneğin Turgut Cansever ki Türk mimarlarının piri sayılır, “Kubbeyi Yere Koymak” kitabında İstanbul'da her 100 senede bir normal deprem her 500 sene de bir de kıyamet gibi depremlerin olduğunu söyler. Yine bu kitabında Mimarların Üstadı, Adnan Menderes döneminde pek çok yapının ve şehirleşmenin yanlış yapıldığını, üstelik İstanbul’un tarihi dokusuna çok ciddi zarar verildiğini belirten bir dosya hazırlar. Fakat rant kaygısı güden zamanın bakanları, siyasetçileri bilir kişi raporu olarak kendilerine gelen bu gibi dosyaları maalesef sümen altı ederler.
İkincisi; deprem uzmanların uyarılarına uygun konut ve şehir planlaması yapılması gerekir. Bu ikinci devre hükümet ve idarecilerin sorumluluğu altındadır. Fakat uzmanların görüşlerine göre bir şehir planı oluşturmak siyasetçilerin menfaatine, rant gelirlerine engeldir. Burada halkın bilinç ve şuurlarına dayalı iradeleri devreye girmelidir. Kendileri için depremde tabut olacak konutların yapılmasına izin veren ve gerekli kontrolleri yapıp da yanlış yapanları cezalandırmayan idarecileri halk, oy vererek destekleyecek mi, deprem onları evlerine daha doğrusu toprağın dibine sokmadan tedbirsiz idarecilerine sandığa gömecekler mi? İşin püf noktası burasıdır. Depreme dayanıklı evler yapmayan hükümete zamanında ceza kesemeyen halka fay hatları ceza keser. Bu Allah’ın yeryüzüne koyduğu kaderi bir kuraldır.
Üçüncüsü; deprem anında zamanında ve doğru müdahale etmek. Deprem meydana gelir gelmez devlet, siviliyle, askeriyle, AFAD’ıyla Kızılay’ı nesi varsa anında müdahale etmelidir. Fakat bu son depremde kara kışa rağmen iki gün ortalıkta devlet adına kimseler yoktu. Halkın bu felaketinde yanında olamayan hükümet yetkililerinin bu yaptıkları ihmal ve şaşkınlıkları yanlarına kar olarak kalır da en azından mahkemelere veya sandığa taşınmazsa bu ihmaller kıyamete kadar devam eder durur.
Dördüncüsü; bu üç maddede anlatılanlara kulak verip Türkiye'deki yapılaşmayı deprem haritalarına uygun olarak gerçekleştirmek gerekir. Toplum ve devletin her ilişkisinde deprem gerçeğinin bir karşılığı olmalıdır. Depreme hazırlık yapan hükümetlerle yapmayanlar halktan aynı desteği görmemeli. Fakat bu da yetmez bu dördüncü aşamada deprem bakanlığının oluşturulmasından tutun da okullarda deprem, eğitim müfredatına hem de uygulamalı olarak konmalıdır. Mümkünse artık deprem bölgeleri yerleşim yeri olmaktan çıkarılmalıdır. Deprem vaadi veya projesi olmayan partilerin artık Türkiye'de iktidar olma şansı olmamalıdır.
Tüm bu yapılması gerekenleri ortak bir noktada toplayacak olursak bütün işaretler işin ehli olan insanların azlığında birleşir. Yani eskilerin ifadesiyle kaht i rical yaşıyoruz. Terör örgütü yaftalamaları ile kovulan kaliteli insanların eksikliğini iliklerimize kadar hissediyoruz. Maalesef Türkiye'de şöyle garip bir manzara var; görevde olanlar liyakatli değil, liyakatli olanlar görevde değiller. Konuyu Resûlullah’In nurlu beyanlarından bir örnek vererek bitirmek istiyorum.
Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
Resûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir yerde sahâbîleriyle konuşurken bir bedevî çıkageldi ve:
“–Kıyâmet ne zaman kopacak?” diye sordu.
Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz sözlerini kesmeden konuşmalarına devam ettiler. Bunun üzerine sahâbîlerden biri:
“–Bedevînin sorusunu duydu, fakat soruyu beğenmedi.” dedi. Bir başkası da:
“–Hayır, soruyu duymadı.” dedi.
Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz konuşmalarını bitirince:
“–Kıyâmet hakkında soru soran nerede?” buyurdular.
Bedevî:
“–Buradayım, Yâ Resûlâllah!” dedi.
“–Emanet zâyî edildiği zaman kıyâmeti bekle!” buyurdular.
Bedevî:
“–Emanet nasıl zâyî olacak?” diye sordu.
Resûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de:
“–Emanet ehil olmayan kimseye verildiği zaman kıyâmeti bekle!” buyurdular. (Buhârî, İlim 2, Rikak 35)
Eğitimden ekonomiye oradan deprem bölgelerine kadar kıyametlerin durmasını istiyorsak emanetler ehline verilmelidir.