Toplumun bütün bireylerini kapsayan gerçek adalet de, yemek içmek gibi zaruri ihtiyaçlarımızdandır. Barınma ihtiyacımızdan geri kalır tarafı yoktur. Bundan dolayı bir toplumda adaleti temin edebilmek ve bu sosyal ve ferdî ihtiyaca cevap verebilmek için avukatlıktan hakime, oradan kolluk kuvvetlerine kadar geniş bir meslekî oluşum devlet ve toplum bünyesinde teşekkül etmiştir. Teşekkül etmiştir ancak bunca emek ve gayretler, toplumda adaletin tecellisi için yeterli değildir. Hatta daha önemlisi, adaletin ruhunun varlığı, mevcudiyeti ve fonskiyonel olmasıdır. O da kanunlarda ahlâkiliğin olup olmamasıyla alakalıdır.
Hemen pek çok şey kanun ve kural olarak yazılı olsa bile aynı kanun maddelerine göre hakimlerin farklı hatta birbirine zıt kararlar verebildiğini biliyoruz, görüyoruz. Ve bu durumu pek çok defa makul karşılıyor ve icraatını akla yakın buluyoruz. Çünkü öyle olaylar, öyle hadiseler hatta aynı fiili işleyen öyle şahıslar var ki bunlar arasındaki sebep sonuç, mevzu mekan, his ve duygu noktasında birbirinden farklılıklar arz ettiğinden olayın künhüne vakıf olmaya çalışan bir hakimin vicdani kannatlerine göre zahiren birbirine benzeyen fakat batıni şartları bibirinden farklı olan hadiselerde farklı karar verilmesini olabilir deyerek kabul etmek zorunda kalıyoruz. Birbirine benzeyen olaylarda farklı kararların verilebilmesi hakimin bütün düşünce imkanlarını kullandıktan sonra vicdani kanaatine göre karar vermesi kanunların içindeki ruhunu kavrama ve idrakle alakalıdır.
Kanunların ruhunu teşkil eden ahlâkilik işte burda devreye girer ve girmelidir de!
Çünkü kanunların da bir insanda olduğu gibi bir ruhu vardır. Hüküm vericilerin vicdanlarıyla sezdikleri, kanunların canlılığını ve topluma menfaatini temin ettiren ruhu ahlâkiliğidir. Ahlâkilik yazılı olanın içindeki yazılı olmayanı, görünenin içindeki görünmeyeni sezmekle ancak mümkündür. Tıpkı insanda olduğu gibi. İnsanın görünen biolojik yapısı tıp, fizik, matematik vb kanun ve prensiplerine uyacak kadar görünür ve hesaplanabilir ve elle tutulur cinstendir. Fakat ruh, lakin ruhu olmasa bütün ilim dallarını hayran bırakacak derece muhteşem olan bu ceset kokuşuyor ve fonsiyonlarını kaybediyor öyle değil mi? Ruhunu yitiren bir cesette gözler artık görmez oluyor, tutan eller artık tutmuyor, yüreyen ayaklar artık kımıldamaz oluyor. Bunun gibi ahlâkiliğini kaybeden kanun ve hukuk da kokuşarak etrafa rahatsızlık verdiğinden bir zülm ve istibdat makinesi haline geliyor.
O zaman bu kadar önemli olan kanunların ruhu mesabesindeki ahlakiliği nasıl anlamalı ve nasıl kavramalıyız?
Bir okul müdürü olan dostum kanunlara riayet ettiği halde okuluna kesilen cezayı sorunca, anlattı. Gelen müfettişler; “Okulunuz çok iyi ve kaliteli. Her şey kanun ve mevzuatlara uygun. Fakat ahlâkilik noktasında sıkıntı var” demişler. Okulun yemekhane ve kırtasiye ihtiyaçlarını belli, yani size yakın kurum ve kuruluşlardan temin etmiş, satın almışınız. Kanunen bu satın almada bir kusurunuz olmasa da yani şartlara uygun bir alış veriş olsa da okulun sermayesini yine kendinize yakın bir topluluğun içinde döndürmeniz ahlâki değil, diyerek hatırı sayılır bir ceza kesmişler. Çünkü bu devlette yüzlerce topluluk var; her topluluk böyle yapar da parayı kendi arasında döndürürse olur mu? Burada yetmiş türlü topluluk yaşıyor” mealinde uyarılarda bulunmuşlar.
Alev Alatlı’nın bir ödül töreninde yapmış olduğu konuşmaya atıfta bulunarak konumuza devam edelim. Meselâ, bir kimsenin iflas eden bir kardeşinin icranın eline düşen mallarını kelepir fiyatına satın alması yasal olabilir ama helal değildir, ahlâki değildir.
Ruhsatlı da olsa bir müteahhidin şehrin ufkuna tecavüz eden bir bina yapması onun kanuni hakkıdır. Fakat helal değildir.
Büyük bir şirkette çalışan bir müdürün kendine zaman zaman itiraz eden ancak işini daha çok kaliteli yapan bir çalışanını, saygılı ancak işinde ehil olmayan biriyle yerini değiştirmesi yasal hakkı olabilir, ama yaptığı bu iş ahlâkî değildir, helal değildir.
Yeni ve topluma faydalı bir maden bulan bir işletme sahibinin ruhsat aldıktan sonra üretim yapmaması helal değildir, ahlaki de değildir.
Kanserojen maddeyi ekmeğin içine koyan ekmek üreticisinin bu yaptığı, formülünü ekmeğin üzerindeki etiketine yazdığı müddetçe yasal fakat helal değildir, ahlâki değildir.
Bir yazar gençleri tahrik edip toplumsal karışıklık çıkardığı zaman olay mahallinde olmadığını ispatladığı müddetçe kanunen suçsuz fakat, bu çıkardığı yangını evinden oturup seyrettiğinden dolayı ahlaksızlık yapmış olur.
Helal olanla yasal olanı örtüştürmek gerekir.
Nefs terbiyesi, sevgi terbiyesi bir milletin dumura uğramışsa, manevi enerjisi dumura uğramışsa o medeniyeti hiç bir kanun hiç bir tüzük ne Helsinki beyannamesi hiç bir mevzuat ne de üstün silahlar kurtaramaz.
Çünkü ahlâkiliğini kaybeden bir medeniyet ruhunu kaybetmiş ve vicdansızlaşarak fonksiyonlarını yitirmiş demektir.