Risâle okuyan bizler hikmet ekolünden geliyoruz. Kâinatta meydana gelen her olayın bir sebebi ve saikı olduğu gibi başımıza gelen olayların da bir sebebi, hikmeti vardır. Çünkü Allah her olayı yarattığından onun yarattığı ve sevk ettiği olaylarda abes olmayacağından dolayı hikmet, ders ve ibret her olayda nümâyandır, aşikârdır. Fakat olayların yaşandığı esnada bu hikmeti idrak ederek almamız gereken dersleri hemen alamasak bile fakat olaylar cereyan edip bizlerden şöyle gerilere doğru akarak tarih hüviyetine büründüğü zaman ders verici keyfiyeti daha bariz ve daha görünür hale gelir. Geçmişte yaşanan olayların bir zaman sonra tarihleştiğinde ibretli ve ders verici bir mahiyete büründüğünü her akl-ı selim kabul ettiğinden tarih ilmi de, bir matematik ve fizik gibi bir ilim dalıdır. Zira bir ilim dalında ölçülebilir, anlaşılabilir, idrak edilebilir olmak çok önemlidir. Çünkü ölçüye yaklaşmayan, prensiplere bağlanamayan olaylar ve hadiseler ilmin ve bilimin konusu değildir.
Malum olduğu üzere Türkiye'de 2016 yılında gerçekleşen sahte bir darbeyle başımıza gelmedik kalmadı. Yüzbinleri aşkın mağduriyet yaşandı. Hapishaneler doldu, taştı. Kadın kız demeden insanımıza yapılan işkenceler aldı başını yürüdü. Babalar evlatlarına anneler ailelerine hasret kaldı. Öz vatanımızda terörist, öz vatanımızda parya muamelesi gördük. Cehennem haline gelen vatandan kendini gurbet diyarlarına atmak isteyenler yollara revan oldu. Yakalananlar oldu, yakalanmayanlar da Hz. Yusuf'un az bir paraya satılması gibi zahiri bir değersizlikle Avrupa devletlerine iltica etmek zorunda kaldık. Bir zamanın dünyanın dört bir yanına açılan ve eğitim seferberliği ile insanların gönlüne taht kuranlar mazlumlar ve mağdurlar ordusu olarak iltica ettik, gurbet garipliğine bir yorgan gibi sarıldık. Velhasıl;
“Tulumban al yetiş imdada, yangın var.
Dedim: zahirde mi âşık?
Dedi: ihfada yangın var.
Sefine-i kalbime alevli bir kor attın ey dost
Bülend-avaz ile dersin,
Bakın deryada yangın var!” (Suzi) deyip gönlü kırıklara, hayatı kor gibi yananlara bir itfaiyeci edasıyla yardım elini uzatanlar maalesef bugün yardıma muhtaç hale geldiler, ateşler içinde kaldılar, kaldık.
Her işi hikmetli olan Allah'ımızın başımıza gelen bunca devâhi ile bize vermek istediği mesaj neydi? Baş tacı edilmelerden sonra bu derece sıkıntılı durumlara duçar olmamızın bir hikmeti, izahı yok muydu? Başımıza gelen bunca devâhiye “olur böyle şeyler” diyerek de geçiştirebilir miyiz? Fakat hikmet ekolünden gelen bizlerin böyle davranması ve düşünmesi olaylardan ders almaya yanaşmaması ne mesleğimize ne de meşrebimize uyar.
Hadiselerle bizim idrakimize sunulan ibret ve dersler her insanın akıl idrak ve anlayışına göre değişik olacağından çıkarılan dersler ve alınan ibretler de haliyle farklılık arz edecektir. Yani olayların ruhunu okumada mutlak bir gerçeğin olmadığını bilmeliyiz. Olaylarla gelen mesajın anlamı ayet ve hadis-i şeriflerle ortaya konan gerçekler hariç kesinlik ifade etmezler. Zaten tevi’lul ehadisin temel esprisi de budur.
Halden anlama diye bir durum vardır. Her kez her şeyden anlayabilir amma halden anlamak o hali yaşamakla alakalıdır. Meşhur Nasrettin Hoca fıkrasında olduğu gibi, hani bir yerden düşüp de ayağını kırıyor ya Hoca. Soruyorlar; “seni doktora götürelim mi” diye. O da ne diyor “beni doktora değil ayağı düşerek kırılan bir adama götürün.”
Oruçlu olduğumuzda aç kalmamızın esprisi anlatılırken de aynı gerçeğe parmak basılır. Tok açın halinden anlamadığından ramazanda oruç tutan bizler, “iftarı belli olan bir oruç tutuyoruz fakat iftarı olmayan açlığı yaşayan kardeşlerimiz var” diyerek gönüllerimizin de keselerimizin de ağızını açarız. Yoksa Ramazan'da yardım ve sadakaların katlanarak artması bir tesadüf değildir.
Biz de Hizmet olarak zalime karşı çıkacak ve daima mazlumun yanında yer alacaktık. Hizmetimizin nihai hedeflerinden olarak yer yüzünde adaleti yayacak ve mağdur ve mazlumların yaralarını sarmayacak mıydık? Ebetteki saracaktık, hatta bu hususların yazılı olduğu Risaleleri de aramızda ders halkaları oluşturarak okuyorduk. Fakat pikniklerde okuduğumuz bu kitaplardan, insanlık dersleri verdiğimiz konforlu kolejlerimizden gerçekten mağdur ve mazlumların hallerini, yaşadıkları felaketleri, kan kusarak sürdürdükleri hayatlarını anlamımız mümkün müydü? Çoğunluğumuz itibarıyla ebetteki hayır!
Türkiye'de yaşama haklarının pek çoğundan mahrum kalınca anladık ki dünyada, Ortadoğu'da meğer ne kadar da mazlum varmış, evleri başına yıkılan kardeşlerimiz varmış, işkence altında inim inim inleyenler varmış. Hatta bir buz dağı gibi insanlığın görünenden daha fazla zülüm altında kalanların sayısı daha da fazlaymış.
Yürüdüğümüz bu Hizmet yolunda almamız gereken bu dersi almak, bütün bir dünyanın mağduriyetine can u gönülden el uzatma tecrübesini elde edebilmek için kolejlerimiz kapanmalı, mallarımız gasp edilmeli, vatanımızda parya muamelesi görmeli ve belki de mültecilerin geçtiği yollardan sıfırlanarak geçmeliydik.
Tüm bir dünyada mağdurların yardımına koşarak adaleti tesis etmeyi misyon edinen bizlerin bu adalet dersini de yaşayarak öğrenmemiz gerekiyordu.
Allah u alem!
Fakat, Rabbim gönül dostu arkadaşlarımızın hiçbirinin ayağına taş değdirmesin, Âmin!
Hüseyin Odabaşı