Nush ile uslanmayan

Hüseyin Odabaşı

Hüseyin Odabaşı

07 Haz 2024 01:23
  • Bir topluluğun hayatiyeti adına, kültürü ve ananesi muhafaza edilmelidir. Haddizatında kültürün temelinde muhafaza vardır. Çünkü belli adet, gelenek ve davranışların korunması ile kültür oluşur.  

    Kültür, hem bireye hem de topluluklara kimlik kazandırır.  En azından bir insan veya toplum kendini kültürel kodlarıyla oluşan kimlikleri üzerinden tanımlanırlar ve okuma yaparlar. Ve rahatlarlar. Çünkü toplumlar kültür yapılarına uyumlu eylem ve davranış şekli geliştirirler. Eylem ve davranışların dayandığı tutarlı bir kültür olmazsa anarşi doğar. Değerler çatışması da doğuran bu durum, toplumsal huzuru zir ü zeber(yok) eder. Örneğin bugün olduğu gibi, kültürü bozulan her cemiyet cinnet yaşar.  

    Düğünler, merasimler, yeme içme, ibadet, giyinme tarz ve stilinden; mesken şekillerine kadar yaşamın her alanında kültürümüz belirleyicidir. Kültür aslında bir yaşam şeklidir. Bu bakımdan yeni bir yaşam şekli oluşturmadan yeni bir kültür oluşturmak mümkün olmaz. Veya yeni bir kültür oluşturmadan yeni bir yaşam şekli de geliştiremeyiz.

    Bizi biz yapan kültürler de tekâmül edebilir, gelişirler. Veya hâkim kültürün etkisine girebilir, bozulabilirler. Hatta ölebilirler. Dahası bir kültürde iptidailik de olabilir. Yani gerileme tersine dönme de oluşabilir.

    Kültürleri maddi ve manevi kültür diye de ikiye ayırmamız mümkündür. Maddi kültür manevi kültüre, manevi kültür de maddi kültüre etki eder. Örneğin savaş, zenginlik, maharet ve teknik noktasından maddi kültür, manevi kültüre etki eder, şekillendirir, oluşturur.

    Topluluklarda hayranlık uyandıran baş döndüren kültürler vardır. Popülaritesi yüksek olan bu kültürler kendimize olan güveni sarsar, bizi kendimizle alakalı şüpheye düşürür. Zamanla terakkiyi kendi mahiyet ve yapımıza uymayan bu kültürleri taklit ve benimsemede görenlerimiz olur. Bu tehlikeli bir durumdur. Çünkü kendini böyle bir mahiyet değişimine zorlayan kültürler ufalanıp gittikleri gibi hâkim kültür içinde rahat etmeleri, bunalımdan kurtulmaları da mümkün olmaz. Ancak bizi bu feci akıbetten ait olmayı kafaya koyduğumuz yabancı kültürün taşıyıcısı olan toplulukların gerçek yüzlerini görmemiz kurtarabilir. Örneğin çok iyi, merhametli ve yardımsever sandığımız birinden adam akıllı bir dayak yersek kazın ayağının böyle olmadığını; melek diye gördüklerimizin şeytan olabileceğini şak diye anlama imkânına ereriz. Acı ama faydalı bir aydınlanma yaşarız.

    Çin’in altınları, ipekleri ve kadınları hoşuna gitti ve eridin

    Kültigin Anıtlarında (732) Bilge Kağan tam da bunu söylüyor. “Ey Türk milleti Çin milletine vardın ulaştın fakat. Öldün. Daha da çok öleceksin.  Kendi benliğini kaybettin. Onun agısı yanı altınları, ipekleri ve kadınları senin hoşuna gitti. Sana kaç sefer söyledim. Çin’e ne zaman gittiysen kaybettin, kayboldun ve eridin.” Yani Bilge Kağan diyor ki; Çin’le savaş fakat Çine gidip yerleşme, eğer yerleşirsen onlar gibi olursun.

    Eğer Türk milleti tarihte pek çok kez Çinlilerle savaşmasaydı böylece onların sert ve kaba düşmanlığını görmeseydi, kendi kültüründen vazgeçerek Çinlileşebilirdi.

    Birinci Dünya savaşındaki yenilgimizin sebebini, daha doğrusu hikmetini Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri bu sebebe bağlar. Osmanlının son dönemlerinde başlayan Batı hayranlığı kendi kültür ve dinimizi terk edip Batılılaşmamıza sebep olabilirdi. Yirmisekiz Mehmet Çelebi (1732) Sefaretname’sinde (1842) Batı’dan övgüyle bahseder. Evliya Çelebi de Batı’dan normal olarak bahsedilir. Islahat Fermanları ve Tanzimat Fermanı, Batı karşısında diz çöktüğümüz vesikalardır. Zamanla Batılılaşma serüveni, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra inkılaplarla kendi kültürümüzü terk edip Batı kültürünü şartsız kabul etme noktasına kadar geldi. Bu devlet eliyle dinimize dayalı kendi kültürümüzü terk edip Batı kültürünü (modernleşme) olduğu gibi toplum olarak kabul etmemize özellikle Birinci Dünya savaşında yaşadığımız felaketler mâni oldu. Birinci Dünya savaşında Osmanlı Türk toplumu Batının gerçek ve vahşi yüzünü gördü. Sadece Çanakkale cephesinde Batılılarla savaş eden Osmanlı 250 binden fazla erini(insanını) kaybetti.

     

     

    Galip olsaydık, cereyan-ı müstebidaneye daha şedîdâne kapılacak idik

    Bediüzzaman Hazretlerine Birinci Dünya savaşında Osmanlı devletinin her şeyini kaybetmesini netice verecek şekilde mağlup olmamızın hikmeti sorulur. Ve cevap verir:

    Galip olsaydık, hasmımız ve düşmanımız elindeki cereyan-ı müstebidaneye, belki daha şedîdâne kapılacak idik. Halbuki o cereyan hem zalimâne, hem tabiat-ı âlem-i İslâma münâfi, hem ehl-i imânın ekseriyet-i mutlakasının menfaatine mübayin, hem ömrü kısa, parçalanmaya namzettir. Eğer ona yapışsaydık, âlem-i İslâmı fıtratına, tabiatına muhalif bir yola sürükleyecektik.

    Şu medeniyet-i habise ki, biz ondan yalnız zarar gördük. Ve nazar-ı şeriatta merdud ve seyyiatı hasenatına galebe ettiğinden, maslahat-ı beşer fetvasıyla mensuh ve intibah-ı beşerle mahkûm-u inkıraz, sefih, mütemerrid, gaddar, mânen vahşî bir medeniyetin himayesini Asya’da deruhte edecektik." (Said Nursi, Sunuhat)

    Osmanlı, Batı kültürü esaretiyle karşı karşıya kalacaktı

    Bu metni okuduğumuzda anlıyoruz ki; son zamanlarında Osmanlı toplumunda öyle bir Batı hayranlığı almış başını yürümüş ki, Osmanlı Devleti Birinci Dünya savaşında Avrupalılarla savaşa girmemiş olsaydı, Osmanlı, devlet ve millet olarak yüzde yüz Batı kültürünün esaretiyle karşı karşıya kalacaktı. Yani Osmanlı da kültür olarak vahşi Batı devletlerinden biri haline gelecekti.

    Seneler önce Bosna'yı ziyarete gittiğimizde, 93 yılında, Sırplarla yapılan savaşla alakalı hemen hemen aynı şeyleri duydum: “Mütecaviz Sırplara karşı savaşmasaydık Sırplaşabilirdik. Savaş öncesinde nasıl olsa dilimiz de ırkımız da aynı diyerekten din farkını gözetmeden Sırplarla evlenen Boşnak ailelerin sayısı bir hayli artmaya başlamıştı. Yugoslavya devletinin en kalabalık topluluğuna sahip Sırplara özenti almış başını yürümüştü. Bu özenti başkent Sarayova’nın dağlarında, tepelerinde Sırp tankları görünene dek devam etti. 3-4 sene devam eden felaketler Bosnalıların Sırplaşmasına mâni oldu. Ak koyun kara koyun belli oldu. Boşnaklar acı bir tecrübe yaşadılar fakat Sırplardan farklı bir millet olduklarını anladılar.”

     

    Ayette tam ifadesini bulduğu gibi belki Müslüman merhametlerinden ötürü her milleti kendileri gibi düşünüp sevgi beslerler, acırlar. Fakat sevdiğimiz öyle topluluklar var idi ki biz anlamadık lakin bizden daima nefret ettiler:

    “İşte siz o kimselersiniz ki o düşmanlarınızı seversiniz, Halbuki siz bütün kitaplara iman ettiğiniz halde, onlar sizi sevmezler. Hem huzurunuza geldiler mi “âmenna! ” biz de “inandık! ” derler. Aralarında başbaşa kaldıkları vakit de, size duydukları kin ve düşmanlık sebebiyle, parmaklarını ısırırlar. De ki: “Geberin kininizle!” Allah bütün kalplerin künhünü bilir.” (Ali İmran, 119)

    Siyasetçi şeytanların eliyle bir tokat yedik ki

    İstemesek ve arzu etmesek de bazen olayları doğru okumak ve dostu düşmanı doğru tanımak için bazı felaketleri yaşamak zorunda kalabiliriz.  Son süreçte yine aynı şeyler oldu. Siyasi şeytanlarla öyle bir yakınlaşma hatta mahiyetimizi bozacak şekilde bir difüzyon meydan geldi ki siyasetin imkanlarıyla da artık hizmet etmeliyiz noktasına gelmiştik... Fakat siyasetçi şeytanların eliyle bir tokat yedik ki sormayın! 10 sene geçti Türkiye'de bize olan kin ve nefrette gram azalma meydana gelmedi. Onların gerçek yüzünü yaşadığımız bu sıkıntılı süreçlerde görmeseydik belki de şu an hizmet düsturları yerine siyasetin prensipleriyle hareket edeyim diye masum insanların hakkına giren zıvanadan çıkmış bir cemiyete dönüşme ihtimalimiz vardı.

    Her yolu mübah görmek demek yolunu kaybetmek demektir

    Çünkü siyaset, menfaati uğruna her yolu mübah görür. Oysaki bizim için her yolu mübah görmek demek yolunu kaybetmek demektir. İçinde ateş yanan sobaya eli değen çocuk gibi siyasetçilere yakın olmanın da ötesine geçerek onların yolunu yol edinmeye kalkmanın ne denli tehlikeli olduğunu yaşayarak, tecrübe ederek anladık, elhamdülillah.

    Aslında Üstadımızın Risalelerinde siyasetin Şeytan işi olduğunu defalarca okuduk. Fakat siyasetin zararlarını yaşayarak öğrenmek kitaplardan okumaktan daha etkilidir. 

    07 Haz 2024 01:23
    YAZARIN SON YAZILARI