Hizmetimiz yaşamış olduğu bu sıkıntılı süreçte Kuran-ı Kerim’de anlatılan olayları daha iyi anladım. Mesela Kuran’da anlatılan Hz. Musa ile Firavun arasında yaşananların önceden yaşanmış bitmiş bir daha yaşanması mümkün olmayan olaylar olarak görürdüm, bakardım. Fakat 15 Temmuz sürecinden sonra özellikle Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Yusuf (a.s) gibi pek çok peygamberin çileli, elemli hayat hikayelerinin bizler için çok şeyler ifade ettiğini daha iyi idrak ettim, diyebilirim. Daha çok Hz. Musa’nın hayatını esas alıp adım adım ilerleyecek olursak;
1- Firavun erkek çocuklarına hayat hakkı tanımadı, öldürülmesini emretti. Firavunun askerlerinden Musa’nın korunması için Allah, annesine: “O’nu nehrine bırak diye ilham etti. (Kasas, 2). Firavunun eşi Asiye, Musa bebeğine bir kadın şefkatiyle sahip çıktı. Evlatlık edindi. Firavunun düşmanını karısı himaye etti.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda da inkılaplarla dine, diyanete daha önemlisi Anadolu insanına hayat hakkı tanınmadı. Hayatın hayatı olan dini hayatın defteri dürülmeliydi. Fakat öyle olmadı 40’lı yılların sonlarına doğru gelişen demokrasinin şefkatli eğilimi, Risale-i Nur hareketinin kısman de olsa devlet olarak kabulüne sebep oldu.
2-Hz. Musa (r.a) Firavun’un sarayında, büyük imkanlar içinde yaşadı.
Hizmet hareketinin pek çok ferdi Devletin bünyesinde her meşrepten insanlarla beraber memur olarak görev yaptılar. Büyük yolsuzluk yapanlarla yan yana görev yapmak zorunda kaldılar. Firavun sarayında Firavunlarla beraber olmak nasıl Musa'nın ahlakını bozmadı ise günümüzün Musalarının ahlakını da kötü insanlarla beraber görev yapıyor olmak bozamadı.
3- Musa saraydaydı fakat öz annesinin sütü ile besleniyordu. Bu beslenme kaynağı onun sarayda asimile olmasına, firavunlaşmasına mâni oldu.
Biz de hicret ettiğimiz yabancı memleketlerde asimile olmamak için kendi kaynaklarımızla beslenirsek bozulmayız.
4-Musa (a.s) Firavunu sarayında büyürken kendinin İsrail Oğullarından olduğunu ve ailesi ile ilgili gerçekleri zamanla öğrendi. Musa (a.s) sarayda yaşarken öyle bir olay imtihan yaşadı ki bu imtihan sonunda tarafını belletmek zorunda kaldı. Saray mensubu bir kipti, kendi milletinden bir işçi veya köleyi dövüyor, haksızlık yapıyordu. Musa (s.a) tam da bilmediği gerekçelerle bir iç insiyakı ile Yahudi köleye yardım etti ve Kiptıye attığı tokatla istemeden ölmesine sebep oldu.
17; 25 Aralık’ta (2013) da Türk devletinin imtiyazlı kimselerinin yaptığı zülüm ve hırsızlık karşısında belki devleti temsil edenlerin safında yer alıp onların hırsızlıklarına ses çıkarmaması gereken Anadolu evlatları olan polisler, halkının menfaati doğrultusunda bir tavır belirledi ve kendini devletin sahipleri olarak gören hırsızlara karşı tokat gibi bir operasyon çekti. Bu durum, devletin imkanlarını eline geçirip su-i istimal edenlerle, hizmet hareketinin mensuplarının beraber çalışsalar da onlar gibi olmadığını gösterdi.
5- Hz. Musa tarafından öldürmek kastıyla vurulmayan ancak Kıptinın ölümü ile sonuçlanan “tokat” neticesinde mahkemeler kuruldu, Musa’nın yakalanıp öldürülmesine hüküm verildi. Çünkü bir köleden dolayı bir üst sınıfı temsil eden bir Kıpti’nin ölümü görmemezlikten gelinecek basit bir olay değildi.
17, 25 Aralık operasyonundan sonra da devletin malından kendini devletin sahipleri olarak görenlerin usulsüz bir şekilde tasarruf etmelerinin hırsızlıkla cezalandırılması saray ehlini harekete geçirdi, mahkemeler kuruldu ve hüküm verildi. Zira saray ehline Türkiye tarihinde ilk defa yaptığı hırsızlıklarından ötürü hesap sorulmak isteniyordu. Bu görülmüş bir şey değildi.
6-Kıpti'nin ölümü ve Firavun sarayında Hz. Musa'ya verilen haksız ceza karşısında uzak yerlerden (makamı yüksek) gelen biri Hz. Musa'yı uyardı: “Ey Mûsâ! Firavun’un ileri gelen adamları şu anda seni öldürmek için aralarında görüşüp duruyorlar. Hemen buradan çık, git! Şüphen olmasın, ben senin iyiliğini isteyen biriyim!” (Kasas, 20). Genç Musa’yı uyarmak için gelen devletin idare edenleri arasından makamı yüksek biriydi. “Aksa’l medinenin” böyle bir manası da vardır. Büyük bir ihtimalle sarayda gençliğini geçiren Musa’nın tanıdığı, yakın dostlarından biriydi. “Buraları terk et” dedi ama Musa’nın ne tarafa doğru gitmesi gerektiğini de söylemedi, tembihlemedi. Bu da aslında daha sonra Firavun’un baskısına maruz kaldığında Musa’nın nereye gittiğini deşifre etmemekle alakalı alınmış doğru bir tedbirdi. Çünkü Musa’nın şehri terk etmesinden sonra Musa'yı tanıyan her kişi sorguya çekilebilir ve işkenceye maruz kalabilirdi; “Nereye kaçtı bu Musa, söyleyin” baskısına maruz kalabilirdi.
Günümüzde zalimlerin zulmüne maruz kalanlara; “bu şehri terk et kardeşim kendini selamete al” desek de çıkış yolunu mağdurların kendine bırakmak gerekir. Zira her mağdur, bulunduğu memleketi terk etmekle alakalı kendine en uygun çareyi yine kendisine Allah ilham edecektir.
7-Musa şehri korku ile terk etti. (Musa) korku içinde, (etrafı) gözetleyerek şehirden çıkmış (ve) “Rabbim! Beni zalimler topluluğundan koru!” diye dua etmişti. (Kasas, 21). Bu süreçte derin bir korku ile Türkiye'yi terk ederken bu “duayı” yapmayanımız var mıdır?
8-Burada durup ele almamız gereken bir konu var. İsrailoğulları hesabına hareket eden ve onların hakkını koruma eğilimi gösteren Hz. Musa'ya halk desteği neden olmadı veya olamazdı?
Köleliğe alışmış bir toplumu uyandırmak ve salih bir davranışa sevk etmek kolay değildir. İkinci gün kendi kavminden aynı adaman yaptığı başka bir çığırtkanlığına maruz kalan Musa'yı ilk ele veren de yine aynı şahıstır.
“Toplum bir Caliban” der Cemil Meriç. Onu kim uyandırırsa önce uyandırana saldırabilir. Bu son süreçte Anadolu insanının tavrıyla İsrailoğullarının tavrı ne kadar da birbirine benzer. Zalimlerin korkusu içine işlemiş toplumları uyandırmanın da bir bedeli vardır. Zarar verebilir.
9-Hz. Musa’nın hangi yolları kullanarak veya kimlerin yardımı ile Medyan’e ulaştığını bilmiyoruz. Fakat bildiğimiz bir şey var ki o da Medyan topraklarına ulaşan Hz. Musa, Hayvanlarını sulatmak için çobanların arkasında bekleyen zayıf kızlara yardım etti. Ve sonra şöyle dua etti: “Ey rabbim! Bana lütfedeceğin her türlü hayra muhtacım!”
İltica etmek için yabancı memleketlere ayak basan bizler de biz mağduruz, başkalarına yardım edecek durumda değiliz, onlar bize yardım etsin gibi mülahazalara kapılmadan muhakkak bizden de daha zayıfların olduğunu bilerek onlara yardım etmeliyiz. Ki bize de yardım ve inayet kapıları açılsın.
10-Hicrette kadın ve şefkat faktörü önemlidir. Hz. Yusuf köle diye Potifar tarafından Züleyha'ya teslim edince diyor ki; “Ve onu satın alan Mısırlı adam karısına, “O'na iyi bak” dedi. “Belki bize yararı olur. Kaldı ki, evlatlık edinebiliriz onu.” Böylece Yûsuf'a o ülkede iyi bir yer sağladık ki,...” (Yusuf, 21) Züleyha Yusuf'u bir kadın şefkatiyle Hz. Yusuf’a sahip çıkıyor. Yusuf'un saraya yerleşmesinde en önemli püf nokta soyu devam etmeyen Züleyha gibi bir kadının oluşudur. Hz. Musa’nın Firavun sarayına yerleşmesinde de en önemli etken Asiye annemizin şefkat hissiyle sahip çıkıyor olmasıdır. Evlat edinme ve menfaat Hz. Yusuf'ta da Hz. Musa'da da ortak gerekçedir. Asiye annemiz Firavuna: “Bu çocuk bana da sana da göz aydınlığı olsun. Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur yahut onu evlât ediniriz” (el-Kasas 28/9)
Evet Hz. Musa da Hz. Yusuf da saraya çocuk masumiyeti ve zayıflığı içinde girdiler. Biz de şu an Avrupa'ya iltica etmek durumunda kalmışlar masumiyeti ve zayıflığı içinde giriyoruz. Hizmet insanları eğitilmiş bir kadro olması sebebiyle Avrupalıların işine yarayabilir ve nesilleri azalmasından dolayı bizleri evlatlık olarak görebilirler. Bu iki faktör Hz. Musa Medyan’a hicret ettiğinde de geçerlidir. Kızların hayvanlarını sulayarak Hz. Musa onlara menfaat sağladı. Şuayb (a.s)’in kızıyla evlenerek de Hz. Şuayb’ın soyu devam etti.
Evet görüyoruz ki Kuran-ı Kerim’de anlatılan her kıssa aslında bize bizi anlatıyor, bizi bize tanıtıyor. Hicretlerin yaşandığı bu demlerde KURAN okurken bazan Musalaşıyor bazan de Yusuflaşıyoruz. Hicret hayatımızın her köşe başında onların soluklarını ensemizde hissediyoruz.