Ak Parti’nin temsil ettiği Siyasal İslam bugün Türkiye'de hatta dünyada öldü. Öldü fakat daha henüz defnedilmedi. Cenaze merasimi devam ediyor. Siyasal İslam'ın kısaca ne olup olmadığına bakacak olursak bu iş ta Cemaleddin Afgani (1838; 1897) ve talebesi Muhammet Abduh'a kadar gider dayanır. Aslında birbirinden çok da hazzetmeyen İkinci Abdülhamit'in de ittihat- ı İslam çerçevesinde siyasal İslam tarzında bir siyaset güttüğünü söyleyebiliriz. Mısır’da İhvan -ı Müslimin; Hasan Elbenna, Seyyit Kutup, Selefi ve Vehhabiler, Türkiye'de Millî Görüş politik İslam'ı benimsediler. Millî Görüşçülerden nefret eden Üstad Necip Fazıl Kısakürek, “İdeolocya Örgüsü” kitabında anlattığı üzere İslam'ın siyasetle, politik güçle kendini gösterebileceğine inanıyordu. Kendi hayatını şekillendiren bu tür bir ideolojinin mayasını ihtimal hocası Abdulhakim Arvasi Hazretleri'nden almıştı.
Beş asır halifeliğe merkezlik yapmış Osmanlı’nın bir İslam devleti olarak yıkılmasından sonra sahipsiz kalan ve bin bir türlü derde müptela olan Müslümanların önemli bir kesimi, siyasal ve politik çözümler üzerinde durdular ve bu yönde çalışmalar yaptılar. Çünkü Müslümanlar uzun asırlardan itibaren her sorunlarını devlet gücü ve imkanları ile çözmüşlerdi. Yirminci yüzyılın başlarında da bu alışkanlıklarının gereği olarak siyasi bir mahiyet takip ederek devlet gücüne ulaşmaya çalıştılar.
Fakat her biri içlerinde alim, hoca veya karizmatik şahsiyetleri barındıran hiçbir cemaat, cemiyet veya ekiplerin devlet gücüne ulaşması birbirine bağlı bazı sebeplerden ötürü mümkün olmadı, olamazdı. Çünkü çoğunun arkasında millet bağı anlamında bir halk desteği yoktu. Haklı olabilir hatta zulme de maruz kalmış olabilirlerdi fakat yeterli destekten yoksun idiler. İkincisi de Osmanlının hâkim olduğu coğrafyada daha sonra kurulan ve halkın desteklediği veya en azından bağlılık hissettiği devletlerin hiçbirinde de dini idareye, hakka ve hukuka yer yoktu. Bu iki sosyolojik sebep siyasal İslamcıların mücadelelerini başarısız kılıyordu.
Bir de bu konuyu isterseniz uzmanından yani İbn ı Haldun’dan (d.1332, ö 1406) dinleyelim: “Kendine ibadeti şiar edinen ve dinin istediği yollarda yürüyen şahıslardan birçoğu zalim ve gaddar Ümeraya (idarecyei) karşı ayaklanma cihetine gitmişler, Allah’tan sevap umarak marufu emr, münkeri nehiy ve tağyir için halkı davet ederek zulme baş kaldırmışlardır. Ancak bu uğurda kendilerini tehlikelere attılar, çoğu sevap alarak değil vebal alarak bu yolda mahvoldular. Çünkü Yüce Allah bu hususu (ihtilal ve isyanı) kendilerine farz kılmamıştır. Sadece güçleri yettiği zaman onlara bunu emretmiştir. Onun için Peygamber (sav); “Münker ve kötü bir işi gören kimse onu eliyle, bunu gücü yetmezse diliyle, bunu da gücü yetmezse kalbiyle buğuz etsin” buyurmuştur.
Arkasında kabileler ve aşiretler bulunan bir asabiyete (destek, güç) dayanan kuvvetli bir hak arama olmadan onların (zalim idarecilerin) durumu sarsılmaz, temelleri yıkılmaz. Şu hâlde asabiyetten kopmuş olduğu için yalnız bir halde bulunan bir kimse dini ıslah için böyle bir yol tutsa bu yolda haklı da olsa kendisini helak ve uçuruma yuvarlamış olur.” (Mukaddime, Birinci cild, Süleyman Uludağ, sf;482)
İbn Haldun'un deyimiyle devam edecek olursak asabiyet yoksa mülk de yoktur. Bu bakımımdan toplumsal dayanağını kaybeden İslami akımların siyasete bulaşmalarını yani devlet idaresine talip olmalarını sakıncalı bulur. Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerine göre de devlet gücünü elinde tutan ve dolaysıyla toplumun önemli bir kesimi ile asabiyeti yani idare bağı oluşmuş derin yapılarla siyasi mücadele edenlerin cemaatlerini veya cemiyetlerini bu güçlü yapılara kaptırmak ihtimali vardır: “Bu zamanda öyle fevkalade hâkim cereyanlar var ki, her şeyi kendi hesabına aldığı için, faraza hakiki beklenilen ve bir asır sonra gelecek olan zat bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset alemdeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.”(Kastamonu Lahikası, sözler yy. Saf;61, 95 baskı)
Siyasal İslam'ın en önemli aktörlerinden olan Millî Görüş, Ak Parti ile 2002 yılında Türkiye'de iktidara geldi. Başlangıçta demokrasi ve hukuk açısından güzel işler de yaptı. Fakat siyasetin yani devleti elinde tutan “fevkalade cereyanlar”, bu tirende (gidiş, eğilim) daha fazla müsaade etmediler. Siyasal İslam'ın temsilcisi olan Ak Parti askerin en tepesindeki Yaşar Büyükanıt'la 2007 yılında Dolmabahçe'de yapılan görüşmede “harekâtını” bu devletin gerçek sahiplerine kaptırdı.
Yani toparlayacak olursak neredeyse yüz senelik bir geçmişi olan Siyasal İslam’ın temsilcileri İslami Selamet Cephesi’ni (FIS) 1988’de Cezayir'de, 2012 tarihinde İhvanı Müslimin Hareketi Mursi ile Mısır’da iktidara geldiler. Fakat devletin askeri kanadında meydana gelen tepki sonucu perişan oldular. İktidara gelip de iktidarda kalanlar olmadı mı? Türkiye'de Ak Parti, Sudan’da Ömer el Beşir evet iktidar oldu (1989) ve iktidarda kaldılar da (2019). Fakat bunlar da bir müddet sonra içeriden dünya malına olan zaafları ve dışardan da Üstadın kuvvetli cereyanlar dediği derin devletin dayatmaları karşısında özleri mahiyetleri bozuldu. Davalarını unuttular.
Artık görünen o ki; öyle veya böyle iktidar yüzü görmüş olan ve devletin nimetleri karşısında şımaran, yolsuzluklara bulaşan ve mazlumlara karşı ise zalimleşmekte bir an tereddüt etmeyen Siyasal İslam’ın günümüz itibarıyla halklara ve çağa söyleyebileceği bir sözü, farklı bir iddiası artık kalmadı. Hz. Süleyman’ın yaslanarak ancak ayakta durabildiği iktidar asası gibi içten içe çoktan çürüdüler (Sebe Suresi, 14). Mevta haline geldiler. Bu cenazenin kaldırılıp toprağa gömülmesi ise an meselesidir.
İktidar yüzü görerek söyleyecek sözü kalmayan Halk Partililere Adnan Menderes’in hitap ettiği gibi; “Siz kötü insanlar değilsiniz. Ancak bu millet için rüyalarınız kalmadı.” (Gürbüz Azak, Ben Adnan Menderes) Evet Siyasal İslam'ın da bugün sözü ve rüyası bitti.