Bugün hemen herkes 20 yıllık Ak Parti iktidarının verdiği zararları sayıp dökmekle bitiremiyor. Gerçekten bu iktidar sayesinde ekonomiden eğitime her şey yerle bir oldu. Yalan ve aldatma mergup bir meta haline geldi. Çünkü bu partinin başındakilerin kamera kaydı olan konularda bile çok rahat yalan söylemeleri toplumdaki bozulmaya tur üstüne tur bindirdi. Bilmiyorum insanlık tarihinde yolsuzluk ve hırsızlık bu denli profesyonellik kazanmış ve organizeli yapılmış mıydı? Tarihten mit haline gelmiş 40 haramilik bile konuyu izah için yetersiz kalır. Devletleri devlet yapan bütçelerden daha fazlası bu iktidar döneminde hamutuyla iç edildi. Ve dahası oldu; manevi yozlaşma maddi yozlaşmayı gölgede bıraktı. Bu yozlaşma o seviyeye ulaştık ki, değersizlik değer, ahlaksızlık ahlak, utanmazlıklar övünç kaynağı haline geldi.
Tüm bu şenaatler, Müslümanlık urbası altında işlendiğinden taklid-i iman tahkik-i iman karşısında şeytani fakat tam bir zafer kazandı. Müslüman olarak görünen, camiye cemaate katılan fakat imanın gereklerine riayet etmeden yaşayan (muamelat) taklid-i iman sahipleri sardı etrafı. Yalan söylediği halde hacca da giden, namaz kıldığı halde aldatmakta beis görmeyen, sadaka verdiği halde hırsızlıktan geri durmayan taklid-i iman sahiplerinin işgaline uğradı Anadolu, Anadolu'm.
Siyasal İslam diye özetleyeceğimiz bu durum ekonomik felaketten bin kat daha büyük zara verdi, bizi ziyana uğrattı. Çünkü güç ve idare sahipleri tarafından sergilenen bu çelişkiler, pek çok insanın kitleler halinde imanlarının selb olmasına, kaybolmasına ve deist olmalarına sebep oldu. Hacca giden fakat yaşamına dinin gereklerini karıştırmayan taklid-i iman sahiplerinin sayısı çoğaldı. Öbür taraftan da Risale-i Nur davasının temelini teşkil eden tahkik-i imanın ve sahiplerinin köküne ise kibrit suyu döktüler. Çünkü “inşallah” diyerek rüşvet alanlar sokak ve caddeleri doldururken bu çelişkiler yumağına duruşlarıyla tepki gösteren tahkik-i iman sahiplerine hapishanelerin yolu gözüktü.
Bundan dolayı Siyasal İslam zemininde bir kanser hücresi gibi bölünüp çoğalan taklid-i imanla Risale- i Nur’un temel hedefi olan tahkik-i imanı iyi anlamak ve idrak etmek mecburiyetindeyiz. Mesela taklitle tahkik aynı mı? Aralarında fark var mı? Kurtuluş ve necat hangisindedir?
Risale -i Nur, taklid-i imandan tahkik-i imanı elde ettirme davasıdır, hidayet davasıdır. Bir şeyin taklidi ile hakikisi arasında ne kadar fark varsa taklid-i imanla tahkik-i iman arasında o kadar fark vardır. 100 Euro’nun taklidi yani sahtesi aslına çok benzer. İkisini birbirinden ayırt etmek sadece uzmanların işidir. Seri numarası ile biri merkez bankasına kayıtlıdır; taklit ve sahte olan paranın ise numarasının merkez bankasında karşılığı yoktur. Üstelik karşılıksız para basmanın ciddi bir cezası da vardır. Taklit olan para nasıl geçerli değilse taklit olan iman da makbul ve geçerli değildir. İmam Gazali'ye göre taklid-i iman sahipleri kurtuluşa eremezler.
Tahkik-i iman meselesi Müslümanlarda gereken değeri görmediği müddetçe belimizi doğrultmamız mümkün değildir. Müslüman coğrafyalarda yaşayan halkların yaşadıkları bunca sefaletin gerçek sebebi Müslümanlık değil Müslümanların tahkik-i iman sahibi olmamalarıdır. Çünkü tahkik-i imanın bir ucu kalbin derinliklerine; diğer bir ucu da yaşam tarzı diyebileceğimiz “muamelata” bakar, dayanır. Taklid-i imanı bu çerçevede ele alırsak kökleri ve meyveleri olmayan bir ağaca benzetebiliriz. Dolaysıyla meyveleri olmadığından kütüğe dönen bu ağaç olsa ne olur olmasa ne olur. Bu bakımdan Müslümanların yaşadığı bir coğrafyada hizmet eden hatırı sayılır bir alim olan Bediüzzaman hazretleri bütün mesaisini gerçek imanı elde etmeye adamış olması dikkate şayandır.
Dolaysıyla dini Müslümanlık olan Ortadoğu coğrafyasındaki perişanlığın gerçek saik ve kaynağını anlamış bulunuyoruz. Yani Ortadoğu'daki Müslüman coğrafyadaki sefaletin sebebi de hakiki Müslümanlık değil siyasal İslam eliyle yaygınlaştırılan taklid-i imana dayalı görüntü Müslümanlığıdır. Görüntü ve isimde Müslümanız fakat bu Müslümanlığı yaşamıyoruz. Hastalığımıza iyi gelen ilaçlar başımızda duruyor ancak faydasına güvenmediğimizden kullanmıyoruz.
Mehmet Akif diyor ya:
“Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile...
Âlem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nâfile!
Kaç hakîkî müslüman gördümse, hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, gâlibâ göklerdedir!”
Bidayette taklit nihayette tahkik olmalıdır. Taklid-i imanla tahkik-i iman arasında insanın bebeklik haliyle kâmil olarak tam inkişaf ettiği olgunluk hali kadar mesafe vardır. Taklid-i iman tecrübe edilmemiş imandır. Nüve halinde bulunur. Tahkik-i iman da tecrübeye dayalıdır. Özellikle hayat tecrübesine dayanır. İnsanın bu tecrübesiyle kemal noktasına ulaşmasıyla alakalı bir durumdur. Bir insanın imanı ne kadardır? Herkesin kendi kemalinin seviyesi kadardır.
İman, hayat tecrübesi ile inkişaf eder. İlk önce hayatın dışında bırakılan bir imanın inkişaf etme yani tahkike dönüşme şansı yoktur. İman insanda soyut olarak başlar ve daha sonra hayatta yaşanan tecrübelerle inkişaf ederek somutlaşır. İmanı inkişaf etmiş olan bir toplum ona göre olur, aile ona göre olur davranışlar ona göre olur. Bundan dolayı hayat tecrübesine dahil edilmeyen imanlar ana karnında ölü doğan bebekler gibidir.
Kuran’da çok yerde “Ey iman edenler ve salih amel edenler...” denilerek önce imanın hemen ardından salih amelin ifade edilmesi boşuna değildir. Salih amel, iman cümlesinden yani onun uzantısı veya devamıdır. Bu bakımdan salih amel iman değildir fakat imandan farklı da değildir. Salih amel, imanın hayata müdahale etmesi ve muamelelerin bu nurla şekillenmesidir.
Ortalıkta taklid-i iman olunca taklid-i Müslümanlık ve taklidi mü’minlik de olur. Bir şeyin taklidinden aslından beklediğimizi bekleyemeyiz. Anadolu'nun sefaletini ve Müslümanların sefaletini bu çerçevede okumak gerekir. Örneğin günde beş defa namaza gittiği halde; “başımızda şu hükümet olmazsa külliyen aç kalırız” diyorsa bir Müslüman taklid-i imandan kurtulamamış hakiki felahı bulamamış demektir.
Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda; Türkiye'de şu an aslında bir cemaat kavgası yaşanmıyor, siyasal İslamcıların destekleyip yaydıkları taklid-i imanla risale- i nurların bir kale gibi savunduğu tahkik-i iman arasında bir savaş, kavga yaşanıyor. Müslüman da olsalar muamelelerini siyasetin yalan ve menfaatine göre ayarlayanlar ile hayatının rıza- ı ilahiye göre cerayan etmesi gerektiğini düşünenlerin mücadelesi yaşanıyor.
Sonuç mu, netice mi? El - Hakku Ya'lu Vela Yu'la Aleyh