Tarihimizde Karanlık Kırılmalar

Hüseyin Odabaşı

Hüseyin Odabaşı

29 Şub 2024 11:25
  • Milletlerin kaderinin değişimine sebep olan bazı sosyal ve toplumsal karışıklıkları bünyesinde barındıran olayların nedenini ve ne idüğünü tarih laboratuvarında bir mütehassıs gibi tahlil ve terkip etmeye çalışmak gerekir. 

    Mesela İslam'ın üçüncü halifesi Hz. Osman'ın (ra) katilleri neden yakalanamadı? Eğer Hz. Ali (ra)   döneminde katilleri yakalanıp, cezalandırılması mümkün olaydı muhalifi Hz. Muaviye (ra) siyasetinde o denli başarı sağlayabilir miydi? 

    33 Yıllık tahtından uzaklaşmasına sebep olan 31 Mart olayında II. Abdülhamit'in dahli var mıydı, var ise ne kadardı? Bir padişah olarak bu elim kalkışmaya engel olabilir miydi?  “Padişahım çok yaşa” diyerek Abdulhamit hesabına isyan edenler karşısında Sultanımız kendini temize çıkarabildi mi? Yoksa isyan lekesi, çamuru Sultanımızın üzerine yapışıp kaldı mı?  

    Şeyh Sait isyanında (Nisan, 1925) derdest edilenlerin ne kadarı bu isyanla irtibatlıydı? Said Nursi bu isyanı açıktan reddetmesine rağmen sürgün edilmekten kurtulabildi mi? Ya 15 Temmuz! Bin Ali Yıldırım’ın bile “en kötü proje” olarak gördüğü kalkışmanın sırrı neydi? Milletlerin kaderini değiştiren ve suret -i haktan görünen bu isyanlar kimin eseriydi ve kimlerin işine yaramıştı? Sorular, sorular, sorular!  

    Normal cinayetleri çözmek, failini yakalayıp cezalandırmak mümkün olsa da hadislerde herc u merç  diye tarif edilen sosyal karmaşaların meydana getirdiği gasp ve cinayet ve tecavüzlerin önüne geçmek ve olayları aydınlatmak çok zordur. Çünkü düzensiz ve karışık gibi meydana gelen bu toplumsal kargaşaları bilerek organize eden kendini her zaman gizleyen hain şer şebekler vardır. Kurt dumanlı havayı sever misali bu hain şebeklerin organizelerini çözmek öyle kolay değildir. Çünkü herc ü merç bir keren dahildedir. Dışardan gelen düşmanın tecavüzüne mukabele etmek mümkün olsa da içerdeki düşmanların meydana getirdiği kargaşa ve cinayetleri, hesabı çok farklı olan grupların sevki, kandırılmaları sebebiyle ve motivasyonları birbirinden farklı olmaları sebebiyle vuzuha çıkarmak aydınlatmak neredeyse mümkün değildir. Mesela haklı olan fakat metodu yanlış olanlar, niyeti kötü olup farklı grupları emelleri istikametinde kullananlar yani kullanılanlar, ikbaline mâni olduğunu düşündüğü için sokaklara yürüyenler, haset duygusu ile rekabet saikiyle hareket edenler veya dinini devletini milletini şerden ve ziyandan koruma düşüncesi ile hareket edenler... Her kes aynı sokakta veya aynı mahallede fakat her bir cemaat veya kliğin hesapları bambaşka, farklı farklı...   Bu durum kargaşayı veya herc u merci çıkarıp organize edenlerin tespit edilmesine manidir. Hatta ayaklanma, isyan, herc u merc ne dersek diyelim genellikle suçlananlar temiz; kahramanlar olarak görülenler de hain olabilir. Zaten isyanın maksadı suçlanan rakibi ortadan kaldırmak adına hukuk dışı bir alan oluşturmak içindir. Suçlu hemen ilan edilir. Madem yakıp yıkan, milletin malına devletine zarar verenler bellidir, hâkime mahkemeye adalete ne gerek vardır; asın gitsin vurun yetsin! Bu manipülasyonla halkın desteğini yani gücü yanına alanlar legal görünümlü illegal bir yapılanmaya dönüşerek amansız zulümlere imza atarlar. Yaptıkları zulümleri örtmek için ellerinden gelirse savaş dahil daha büyük senaryolara baş vururlar. Var olan savaşlara da balıklama dalmaktan çekinmezler.  

    Malum olduğu üzere 31. Mart vakası sonucunda II. Abdülhamit bertaraf edildi, tahttan indirildi. Olaylar buraya kadar nasıl geldi? Nasıl gelişti? Şimdi biraz düşünelim. 

    1908 yılında daha çok İttihat ve Terakki fırkasının baskısı ile II. Abdülhamit II. Meşrutiyeti ilan etti. Böylece ilk anayasa anlamına gelen “Kanun i Esasi” yürürlüğe girdi. Bu anayasa ile Padişahın yetkileri sınırlandı. Aslında şeriata dayanan şer- i şerifin yerine insan eliyle yapılmış olan anayasa getirilmiş olması dini inancı yüksek olan bazı kesimleri rahatsız etti.  Toplumda bir gerilim oluştu. Bu duruma alaylı mektepli askerlerin arasındaki rekabet de eklenince 14 Nisan 1909 yılında “şeriat isteriz, padişahım çok yaşa” diyerekten bir isyan çıktı. Bu isyana bazı hocalar da katıldı. Sosyal olaylar patlak verdi. Yağmalar yaşandı. Padişah adına yapılan bu isyanlar karşısında ilk önce padişah aciz kaldı. Ne diyeceğini ne yapacağını bilemedi.  

    Bu isyanın patlak verip yönlendirmesinde III. Orduya ait avcı taburlarının İstanbul'a gönderilmesinin etkisi büyüktür. III. Ordu merkezi Selanik'te bulunan ve İttihatçıların etkisinde bir orduydu. İstanbul'un asayişinden sorumlu I. Orduya rağmen III. Ordu kendine bağlı avcı taburlarını İstanbul'a göndermişti. İşte bu avcı taburları İstanbul'daki isyanları İttihatçılarla irtibatlarını kesmeden onların isteğine göre “şeriat isteriz, padişahım sen çok yaşa” diyerek yani daha doğrusu padişah adına padişaha rağmen olayları tertip ettiler.   

    Görüntüye; atılan sloganlara bakılırsa tüm bu isyanları tertip eden padişahın ta kendisiydi. Sanki meşrutiyet kendisine zorlan ilan ettirilen Sultan, kendisini pasivize eden bu yeni halden kurtulmak ve eski yetkilerine kavuşmak için halkın desteğine müracaat ederek onların isyanlarından medet umuyordu. 

    Daha çok Selanik’te organize olmuş olan İttihat ve Terakki, İstanbul'da yaşanan bu isyanları bahane ederek bir “Hareket Ordusu” tanzim etti. İlber Ortaylı’nın verdiği bilgiye göre aslında bu orduda askerin oranı beşte birdir. Geri kalanı Arnavut, Makedon veya Bulgar çetelerinden meydana geliyordu. Mustafa Kemal’in de tavsiyesi ile daha çok çapulculardan meydana gelen bu yapıya “Hareket Ordusu” adı verildi. Başında Mahmut Şevket Paşa ile hareket eden bu ordu İstanbul'a kadar geldi ve görüntüde padişah lehindeki bu isyanı yine asayiş adına kanlı bir şekilde bastırdı. Sonra meclisi etkisi altına aldı. Meclis -i Mebusan’dan II. Abdülhamid’in hallini temin eden bir kararı da çıkarttılar. Daha doğrusu Şeyhülislamdan hallini temin eden bir fetva vermesini istediler. Ancak şeyhülislam bu fetva yerine padişahın tahtan kendi isteğiyle feragat etmesini uygun buldu. Fakat Padişah II. Abdülhamit bu isyanda adının karıştırılmasından rahatsız olduğunu dolaysıyla bir tahkik heyeti kurulup kendisinin aklanmak istediğini şartını ileri sürerek tahtta feragat edeceğini onlara bildirdi. Fakat hareket ordusunun mensupları yani İttihatçılar dinlemeyip hal heyeti(azil heyeti) oluşturarak padişahı azlettiler. Yerine Sultan Reşat padişah oldu.  

    Bu isyanda halen daha aydınlanmamış noktalar mevcuttur. Birincisi “şeriat isteriz padişahımız çok yaşa” diye sokaklara çıkıp halkı arkasına takarak isyanı başlatanlara padişahın örtülü de olsa bir desteği, teşviki, organizesi var mıydı? 
    İkincisi; İstanbul'daki şeriat isteriz diye sokaklara çıkanlarla Hareket Ordusu’nun mimarları olan İttihatçılar arasında bir irtibat, organize veya destek söz konusu muydu? 
    Okuduğum kaynaklardaki en makul görüşü yazıyorum. Anlaşılan o ki öteden beri İttihatçılar Padişaha müdahale edip onu alaşağı etmek istiyorlardı. Fakat bunun bir bahanesi, sebebi olmalıydı. Bu maksatla İstanbul'daki olayları ateşlediler. Hem öyle bir söylemle ateşlediler ki saf halk da padişah da padişah adına yapılan bu eylemlerden dolayı apışıp kaldılar ne yapacaklarını nasıl davranacaklarını bilemdiler. “Padişahım çok yaşa” diyerek asayişi bozanlar İttihatçıların idareye müdahale etmelerine olanak sağladılar.  Asayişi sağlayarak İttihatçılar büyük bir kredi temin etti. Bu kredi ile de Osmanlı idaresini ele aldılar. Yani darbe yaptılar.  

    Selanik'ten Osmanlı tahtının üzerine yürüyen Hareket Ordusunu durduracak gücü yok muydu padişahın? 30 bin askeri olan padişah çok rahat bir şekilde bu işe engel olabilirdi. Neden bunu yapmadı veya yapamadı? Bilmiyoruz. Belki merhametinden belki artık iyice yorulmuş olmasından. Veya 33 yıllık iktidarın her yanını muhaliflerle doldurmuş olmasından dolayı hiçbir çıkış yolunun kalmamış olmasından... 

    Daha sonra, Divan-ı Örfide yargılanan pek çok masuma ceza verildi, 70 tanesi de dar ağacında idam edildi. Bu mahkemelerde yargılananlardan biri de Bediüzzaman Hazretleridir. Mahkeme heyetinin yüzüne karşı “Zalimler için yaşasın Cehennem diyerek” oradan ayrıldı.  

    İdareyi eli geçiren İttihatçıların fail- i meçhul cinayetleri meşhurdu. İktidara gelmeden bile cinayetler işlediler. Kısa zamanda öyle bir zorba kesildiler ki II. Abdülhamit’in bir numaralı düşmanları bile padişahı mumla arar oldular. Cinayetler ve su -i kastlar işleyerek yoluna devam eden İttihatçılar işledikleri suçları ve başarısızlıkları dosyalarıyla beraber yangına verip kurtulmak istercesine Birinci Dünya Savaşı’na can simidi gibi sarıldılar.  

    Devam edecek....!  
    29 Şub 2024 11:25
    YAZARIN SON YAZILARI