Zulme Tepki İlk Anda Olandır

Hüseyin Odabaşı

Hüseyin Odabaşı

02 Oca 2025 00:39

  •  

    Evet, adil olmayan bir dünyada yaşıyoruz. Bardağın boş olan tarafı böyle. Bardağın diğer tarafı, bizim yaptığımız zulümler ve haksızlıklarla doludur. Hak etmeden elde ettiğimiz nimetler de az değildir hani. Maruz kaldığımız haksızlıklar şikâyet etme psikolojimize maruz kaldığından, maruz bıraktığımız haksızlıklardan daha öne çıkar, baskın olur. İnsandaki bu şikâyet etme psikolojisinin baskınlığı, zalimleri bile mazlum gösterebilir. Bu yanlış algılama bizim için de geçerlidir.  Yani zulme ve haksızlığa karşı mücadele ediyorum derken de zalimleşmek mümkündür. Hatta tarihte bu yüzden zalimlerin pek çoğu mazlumların arasından çıktı.

    Önce Allah’ın hakkı karşısında zalim olmamak için kendimize sormamız gereken soru şudur: Bize ulaşan nimet, başarı, lütuf ve ihsan, ne derseniz deyin, bunları hak ettik mi?  Yoksa çoğu nimetlere meccanen mi ulaştık? Evet, çoğu belki de hepsi Allah tarafından meccanendir. Öyleyse minnet O’na şükran O’nadır. Şu dünyayı bizim yaşamımız için hazır hale getirmiş olan büyük Yaratıcıya ne derece şükretsek azdır. Biliyorum, bu dünyada az kalacağız; fakat cömert ev sahibinin fakir misafirleri olarak iyi ağırlandık, ihtiyaçlarımız giderildi, hatta biz istemeden ve hak etmediğimiz halde yüzümüze hep rahmet nazarıyla bakıldı. Eğer böyle düşünmez de aksi bir tavır sergiler, hakiki tevhide riayet etmez, ev sahibinin mal veya mülkünü sahiplenmeye kalkar ve zimmetimize geçirmeye çalışırsak, büyük bir zulmü daha baştan işlemiş oluruz.  Allah hakkına girerek zulmedenler kulların hakkına daha kolay girip zulmederler.

    Yaratıcımıza karşı olan minnet ve şükran duygularımız bazı zalimlerin yaptıkları zulümleri hoş gördüğümüz, onlara da şükran duyduğumuz anlamına gelmemeli, gelemez de. O’na (c.c) teşekkür ediyoruz, fakat kendini bir tür kibir sendromu yaşayarak haklarımıza saldıran gaddarları affetmiyor ve mazlumların hakkına girmelerinden dolayı onlara öfke duyuyoruz. Bilakis, Allah’a olan kader inancımız zalimlerin yaptıkları haksızlıkların ilahi bir boyut kazanmasına asla sebep olmamalıdır. 

     

    Şöyle dünyada insanlığın yaşadığı yoksulluk ve hak mahrumiyetleri gibi sorunları göz önüne getirip düşündüğümüzde aslında ya direkt veya dolaylı olarak tüm bu kötülüklere adalet terazisini bozan zalimlerin sebep olduğunu görürüz, söyleyebiliriz. Rüşvet, yolsuzluk, fakirlik ve gelir dağılımındaki eşitsizliklerde, terfi veya tenzilde, mafya veya savaşların meydana gelmesinin altında zalimlerin direk etkisi vardır. Çünkü zalimlik insanlığın başına açılmış en büyük fakat fark edilmeyen bir beladır.    

    Ancak ne ki bu zalimlerin çoğunun ya manipülasyonlarından dolayı veya bizde, yani kendimizdeki zulüm damarından dolayı tahribatlarını fark etmek ve mahiyetlerini olduğu gibi hızlıca tanıyarak mümkün olmaz. Fark etsek bile her zalimin bizim ihtiyaçlarımızı gideren faydalı icraatlarından dolayı kafamız karışır ve ne yapacağımızı bilemeyiz, aldanırız.

    Şeytanın bizi kandırırken kullandığı metotların bazıları ile Zalimlerin bizi ağlarına düşürürken kullandıkları metotlar arasında bir benzerlik vardır. Önce kendini inkâr ettirirler.  Çünkü avcı avına kendini göstermez. Dahası avcı ilk önce avına, avcı olmadığını inandırır. Zalimler genellikle başlangıçta varlıklarını gizler ve halka “kahraman” olduklarını inandırırlar. Şeytan ne diyordu Hz. Adem’e; “Sana yaklaşma denilen bu ağaca bilakis yaklaşmalısın ki melekleşesin ve bu cennette ebedi olarak kalabilesin.” (Araf, 20) Bizim için melekleşmeyi ve sonsuz bir hayatı temin eden biri “kahraman” değildir de ya nedir!  Kimliğini saklayan Şeytan, Adem’e kendini onun iyiliğini isteyen bir “kahraman” olarak takdim etti.  

    Diğer taraftan zalimler başarısız insanlar da değillerdir. Pek çok noktada kendi ölçülerine göre başarılıdır da. Onları başarıları açısından değerlendirmek de yanılmamıza sebeptir. Özellikle Piramitler gibi maddeye, şekle bakan eser ve mahsulleri açısından dünya ölçülerine göre oldukça başarılıdırlar. Yaptıkları sarayları, caddeleri, sokakları, yolları belirgin şekilde göz alıcıdır. Gözünün gördüğünün ötesini göremeyen avam tabakası ise madde planındaki eserleri ile zalim idarecilerin ağına düşerler, düşeriz. Deccal tıynetli zalimlerin bize sunduğu yalancı cennetleri çoğumuzun aklını başından alır.    

     

    Profesyonel zalimler zulümlerini projelendirirdiler. Kara balta iş yapmazlar. Dolayısıyla zalim işe mazlumların içinden başlar. Onlardan görünür. Bu durum hakikat ehlinin gözünden kaçmasa da avam halkı yanıltır. Bazen hutbelere çıkarak kellelerini alacakları cemaate ahlak, fazilet ve vatan sevgisinden dem bile vururlar. Onların din fedakarlığı ve vatan sevgisi karşısında kendimizden utanırız. Üstelik korkmadıkları Allah ile bizi korkuturlar. Derken onlara teslim oluruz.

    Tüm bunlar yaşanan zulümlerin erken teşhisi zorlaştırır. Yani zalimin kurmuş olduğu zulüm ağını biz fark edinceye kadar atı alan Üsküdar'ı geçer. Bu bakımdan işinde gücünde ekmek kavgasından başka büyük kavga bilmeyen, bilse bile vakti olup da ilgilenemeyen halkın zalimlerin oyunlarını, kurdukları düzenlerini zamanında fark edip te tepki göstermelerini beklemek bir saflıktır.

    Halbuki zulmün en önemli çaresi, erkenden onun oyun ve dümenini fark edip, hızlı ve seri bir şekilde tepki göstermektir.  Bu etkili tepkiyi yukarıdaki saydığım nedenlerden dolayı halk veremeyeceğine göre, iş entelektüellere, aydınlara, alimlere ve bilgelere kalır. O toplumun kaymak tabakası, tencerenin dip taraflarındaki yanmanın zamanla çorbayı da tümden yenilemez hale getireceğini hesap etmeli ve anında müdahale edip tepki göstermelidir.

    Bilge insanlar, zulme tavır alıp mazlumun yanında yer almada geç kalırsa ne olur?  Fazla değil kısa bir zaman sonra memleket açık bir hapishaneye döner. Korku imparatorluğu her yere hâkim olur.  Hz. Muaviye ile Hz. Ali’nin mücadelesinde Abdullah Bin Ömer tarafını belli etmeyip pasif kaldığından ötürü ömür boyu pişmanlık yaşadı. Çünkü Hz. Ali zamanında söndürülebilecek küçüklükteki Muaviye tarafındaki ateş Yezit döneminde bütün Al-i beyti ve muhibbini (sevenlerini de) yakacak seviyeye ulaştı.

    Firavunun amcası olduğu rivayet edilen Mümin-i Ali Firavun (Firavun sülalesinde bir mümin), Firavunun devlet erkanıyla Hz. Musa’yı öldürme planlarının yapıldığı esnada bu durumu şiddetli bir şekilde eleştirdiğinden ötürü bir surenin adına Allah “Mümin” suresi dedi. Aslında bu güçlü tepki sonuçta Firavunun mağlubiyetine giden bir yol araladı. Galata Hristiyanlarını vergi meselesinden dolayı katletmek isteyen Yavuz Sultan Selim’in karşına çıkıp da, “Böyle bir şey yaparsan seni hal’ eder sultanlığını geçersiz kılarım” diyen Ebu’s Suud Efendi, bu çıkışıyla büyük bir zulmün ortaya çıkmasına mâni oldu. Samsunlu hocamız Mehmet Ali Şengül’e göre de son 10 senden beri cemaatin maruz kaldığı zulümlere fazla değil bir 40, 50 aydın ilk etapta tepki verseydi zulüm daha hortlamadan boğulur iş bu kerteye gelemezdi. Şayet Hocaefendi zalimlerin haksız operasyonlarına mülaane ile ilk anda tepki vermeseydi, belki de çoğumuz ne yapacağını bilemez vaziyette şaşkın şaşkın dolaşıyor olacaktık.

    Evet, bu bakımdan evvelen  alim ve aydın ne demektir? Alim ve aydın, ateş kendine ulaşmasa bile cayır cayır yanan, gelmekte olan çığ felaketini daha yaşamadan o çığın altında kalmış olanlar gibi boğazı sıkılan, ruhu daralan kişidir. Alim ve bilgenin en mümeyyiz vasfı, uyanık olmasıdır. Zira uyuyan veya zalimler tarafından uyutulabilenlerin hiçbiri, alim veya bilge olamaz. Uyuyanları ancak uyanık olanlar uyandırabilir. Bu bakımdan alim ve bilge maddenin olmasa bile mananın ve hakkın hukukun namus ve haysiyetin, dahası tüm moral değerlerin bekçisi, koruyucusu ve hamisidir. Onun hariminde hiçbir zalim, milleti millet yapan manevi kültürün tahribine yeltenemez. 
    02 Oca 2025 00:39
    YAZARIN SON YAZILARI
    YAZARLAR