Yine bir Muharrem ayı..
Yine hicran.. Yine hicran..
Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed,
Aylar bize hep Muharrem oldu!
Akşam ne güneşli bir geceydi;
Eyvah o da leyl-i mâtem oldu!
………………
Allah için ey Nebî-yi Mâsum,
İslâm’ı bırakma böyle bîkes,
Bizleri bırakma böyle mazlum.
(M. Âkif)
Muharrem ayı geldi yine on dört asırlık bitmeyen acılar depreşti..
Ehl-i beyte, Efendimizin pak nesline yapılan zulümler on dört asır geçse de unutulmadı..
Efendimiz gayba aşina gözüyle olacakları önceden görmüş ve ehl-i beyti hakkında ümmetine pek çok uyarıda bulunmuştu:
En başta Cenab-ı Allah ayet-i kerime ile bu hususa dikkatleri çekmiş, peygamberi adına kendisi konuşarak şöyle buyurmuştu:
De ki: Ben bu risalet ve irşad hizmetinden ötürü, sizden akrabalık sevgisinden başka beklediğim hiçbir karşılık yoktur.’ (Şura suresi, 23)
Efendimiz'in (as) ise bu konuda pek çok uyarıları olmuştu:
Abdullah b. Abbas’tan gelen bir rivayette şöyle buyurmuştu:
“Nimetleriyle sizi beslediği için Allah’ı sevin. Beni de Allah sevgisi için sevin. Ehl-i beytimi de benim sevgim için sevin.” (Tirmizi, Menakıb, (3792)
Ehl-i beytinden en çok sevdiği kızı için “Fâtıma benden bir parçadır. Her kim onu öfkelendirirse şüphesiz beni darıltmış olur.” (Buhari, Menakıbı Fatıma) buyurmuştu..
“Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır” (Tirmizi, Menakıb 19) buyurarak Hz. Ali’ye sahip çıkmış, muhaliflerine de ikaz da bulunmuştu.
Bir seferinde Hz. Hasan ve Hüseyin’e bakıp: “Allah'ım ben bunları seviyorum, sen de sev! Diye dua etmişti. (Tirmizi, Menakıb, (3784)
Bir keresinde de “Ehl-i beytinden en çok kimi sevdiği sorulmuştu da, Hasan ve Hüseyin diye cevap vermişti.”
Hz. Fatıma’ya: “Benim oğullarımı bana çağır! Diye emreder, onları getirtir, kucaklar ve koklardı.” (Tirmizi, Menakıb, (3774)
Yine bir keresinde “Hasan ve Hüseyin, cennet ehli gençlerin efendileridir.” Diye haber vermişti. (Tirmizi, Menakıb, (3778)
“Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim. Allah Hüseyin’i seveni sever, Hüseyin “esbat”tan biridir.” Diyerek ümmetine dikkat çekecek bir ikazda bulunmuştu. (Tirmizi, Menakıb, (3777); İbn Mace, Mukaddime, (144) Hadiste geçen Esbat sıbtın çoğuludur, torun manasınadır.
En-Nihaye’de “sıbtın” ümmet manasına geldiği belirtilir. Bu hadis-i şerif şu anlama gelmektedir: Hz. Hüseyin efendimizin soyundan ileride pek çok nesiller meydana gelecek ve bunlar hayır yolunda giden kimseler olacak; Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ın neslinden gelen “esbata” benzeyecekler. (Kütüb-i sitte, 12,313)
Sahabeden Zeyd b. Erkam anlatıyor:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Veda haccı dönüşü Mekke ile Medine arasındaki (Gadiru Hum) Hum suyu başında ayağa kalkarak bize bir konuşma yaptı. Allah’a hamd ü senâdan sonra bize nasihat etti. Sonra da şöyle buyurdu:
- “Ey insanlar! Ben de bir insanım. Yakında Rabbimin elçisi bana da gelecek ve ben onun dâvetine icabet ederek ruhumun ufkuna yürüyeceğim. Size iki önemli şey bırakıyorum.
Biri, insanı her konuda hidayete götüren bir rehber ve nur olan Allah’ın Kitâbı Kur’an. Ona yapışın ve sımsıkı sarılın!”
Peygamber aleyhisselâm Kur’an’a sarılma ve ona bağlanma konusunda tavsiyelerde bulundu. Sonra sözüne şöyle devam etti:
“Size bir de Ehl-i beyt’imi bırakıyorum. Allah’dan korkun da Ehl-i beyt’ime saygılı davranın! Allah’dan korkun ve Ehl-i beyt’ime saygılı davranın!.” (Müslim, Fezailü’s-Sahabe 36); Riyazu’s-Salihin şerhi, h.no.347)
Hazret-i Ebû Bekir efendimiz de kendi zamanında gerekli uyarıları yapmış:
“Ey insanlar, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'e olan hürmetinizi, saygınızı, Ehl-i Beytine de gösteriniz” demiştir ki, bununla Ehl-i Beyt'e eziyet etmeyiniz, sövüp hakaret etmeyiniz, saygılı olun! demektedir. (Buhârî)
Ne yazık ki, Efendimizin, “ehl-i beytimi size emanet ediyorum, ehl-i beytime saygılı olun“ sözü bir kenara bırakılmış, neticede siyasi hırslarına yenik düşmüş o günün zorba despotları tarafından kötü bir çığır açılmış ve arkadan gelenlere kötü örnek olunmuştur.
O günlerde bu zorba despotlara karşı verilmesi gereken mücadele verilebilseydi, Hz. Hüseyin’ler yalnız bırakılmasaydı, “hakkın hatırı alidir” denilebilseydi, sadece peygamber nesli değil varsa bedelini hep birlikte ödeyeceğiz denilebilseydi..
Heyhat ki, bu konularda sağlam bir duruş olmadığı için asırlardır bu yanlışlıklar devam ediyor..
Efendimizin bunca uyarıları, ricaları, gözü dönmüş siyaset düşkünlerine hiç bir şey ifade etmedi ve günü geldiğinde o pak nesle kıymaktan geri durmadılar..
Ehl-i beyt’ten Hz. Ali efendimiz hançerlenerek şehit edildi..
Hz. Hasan efendimiz 47 yaşında iken haince ve sinsice bir şekilde zehirlenip şehit edildi..
Hele, Hz. Hüseyin efendimizin, h. 61. senesinde 57 yaşında iken Kerbela’da, susuz bırakılarak katledilmesi ise insanlık tarihinin en vahşice icra edilen hadisesi olarak kayıtlara geçti..
Efendimizin, on dört asırdır ciğerler yakmaya devam eden bu hadise karşısındaki üzüntüsünü Ensardan Selma hanım anlatıyor:
“Ümmü Selemenin yanına vardığımda ağlıyordu.
“Niye ağlıyorsun! diye sorduğumda, bana şu cevabı verdi:
“Biraz önce Resulullahı rüyamda gördüm, başında ve sakalında toz, toprak vardı.
“Neyiniz var, ey Allah’ın Resulü? Dedim.
“Az önce Hüseyin’in öldürüldüğüne şahit oldum” buyurdu. (Tirmizi, Menakıb, (3774)
O acılar her dem taze bir yara gibi on dört asırdır kanamaya devam ediyor..
O günün gaddar zalimleri ve despot idarecileri ise bizim dünyamızda hiç eksik olmadı..
Ehl-i beyti Resulillah o güzelim coğrafyalarda barınacak bir yer bulamadı, diyar diyar göç etmek mecburiyetinde kaldı..
Asırlarca süren hakaretlere, takiplere, sövüp saymalara maruz kaldılar..
Ama onlar bitmeyen bir azim ile, her dem taze duygular ile, cibilli olarak bağlı oldukları Efendimizin davasını diyar diyar göç ederek, yepyeni coğrafyalara taşıdılar...
Gittikleri yeni yurtlarında onları tanıyanlar hemen etrafını sardı ve onlara sahip çıktılar.. Onlar siyasetin, idarenin zulümlerle dolu dünyasında değil, gönüllerin ferah feza aleminde gönüller sultanı olmaya namzet oldular..
Bugün ise, onların davasına sahip çıkan, onların yolunda olmaya çalışan güzide takipçileri de onların yaşadıklarının bir benzerini elan yaşamaktadırlar..
Bugün yaşananlarla o gün yaşananlar arasında sadece zaman ve mekan farklılığından başka da bir fark yok..
O günün iktidar hırsıyla, peygamber soyunu hunharca yok edecek kadar gözü dönmüş, sözüm ona idarecileri var..
Bu günün, dini her türlü menfaatlerine alet etmekten geri durmayan, ele geçirdiği devlet gücüyle, her türlü entrikayla, masumlara zulmetmekten zevk alan kaba softa ham yobazları var..
Kur’an
“Kalpleri nasıl da birbirine benziyor!” (Bakara suresi, 118) Buyurur..
Nasıl da birbirlerine benziyorlar..
O günün zalim Emevi sözüm ona halifeleri, valileri..
Hak hukuk dinlemedikleri gibi, peygambere, onun en çok sevdiği torunlarına yapmadık eziyeti bırakmıyorlar..
O gün çeşitli entrikalarla hakimiyeti ellerine geçirmek isteyen, zorba despot kimselere karşı verilen mücadeleye destek olmayıp bir kenarda sessiz duran büyük çoğunluk var..
Menfaatlerine halel gelir endişesiyle, yapılan zulümleri sessizce bir kenardan seyredenler var..
Karşı çıkanlara, hapis, ticari hayatına zarar verme, itibarını yok etme ve daha bir sürü entrikayla, korku damarından yakalanarak, hakkı hukuku savunmaktan uzak duran kitleler..
Ve hele ilimden biraz nasibi olup, hakkı, hakikati bildiği halde,
Kur’an’dan, “Vay onlara ki, âhirete inanmalarına rağmen, bile bile dünyalık çıkarlar peşinde koşan, âhireti ise önemsemeyerek bir kenara bırakanlar.” (İbrahim suresi, 3) ayetini okuduğu halde bundan ders almayan dünyaperestler var..
“Bir de sakın zulmedenlere meyletmeyin, arka çıkmayın, sempati duymayın ! Yoksa size ateş dokunur.” (Hud suresi, 113) ayetini okuyup durduğu halde zalime payanda olmaktan asla geri durmayanlar var..
Daha da ileri giderek dinine, milletine ve bütün insanlığa iyilikten başka bir düşüncesi bulunmayan masumlara ölüm fermanı fetvalar düzen ve bununla da tıpkı Hz. Hüseyin efendimizi şehit edip bir valilik kapmaya çalışan zavallılar gibi, ben de bir şeyler kapabilir miyim niyetiyle siyasilere yalakalık yapan sözüm ona ilim adamı kılıklı soytarılar var..
Bizler, o asırda yaşanan büyük depremin artçı şoklarını yaşıyoruz bugün..
Kerbelâ’da Hz. Hüseyin şehid edilip mübarek başı, Yezid’in Kûfe ve Basra vâlisi Ubeydullah İbni Ziyâd’ın önüne getirildiği zaman, sahabeden Zeyd İbni Erkam da orada bulunuyordu. İbni Ziyâd elindeki değnekle Hz. Hüseyin’in ön dişlerine vurmaya başlayınca Zeyd dayanamadı:
- Çek şu değneğini! Ben o dişleri Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in öptüğünü gözlerimle gördüm, dedi ve bu vahşilik ve gaddarlık karşısında hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Vâliden daha çok bir hayduta benzeyen İbni Ziyâd onun bu sözlerine kızdı:
- Eğer yaşını başını almış bir ihtiyar olmasaydın boynunu vururdum, diye çıkıştı.
Zeyd İbni Erkam böyle gürültülere pabuç bırakacak adam değildi. O haksızlık karşısında susmanın dilsiz şeytanlık olduğunu Resûlullah’dan öğrenmiş bir insandı. Kalkıp giderken oradakilere şöyle haykırdı:
- Ey Araplar!
Siz bundan sonra birer kölesiniz. Siz Fâtıma’nın oğlunu şehid ettiniz, (vali İbni Ziyâd’ı kastederek) Mercâne’nin oğlunu da kendinize emir ve hâkim yaptınız. Halbuki o sizin hayırlılarınızı öldürmüş, kötülerinizi de kendisine kul yapmak istemiştir. Siz bu zillete razı oldunuz. Zillete razı olan kahrolsun!.. (Riyayu’s-Salihin şerhi)
O gün yiğitçe ve korkusuzca bu sözleri söyleyen Zeyd ibn Erkam vardı orada..
Bugün ise maalesef memleketimizde yaşanan bunca zulümlere karşı, zalim idarecilere benzer sözleri söyleyebilecek, bir elin parmakları kadar bile şahsiyetli kimse kalmadı..
Hüseyin Yağmur