Vatandaşa hizmet ya da millete ait ortak çıkarları kollayıp, gözetmek olan devlet işleyişi, iktidarı ve kudreti elinde bulunduranları kutsamaya dönüşünce, en sıradan insani haklar mevzusu tarih öncesi çağlara geriliyor. Eskiden “Devlet söz konusu ise, gerisi teferruat!” şeklindeki müstebit, retorik ezber, şimdi “Saray ve Eşrafı söz konusu ise gerisi detay!” savrulmuşluğuna yaslandı. Artık, sadece askerliğini yapmak ve vergi vermek yetmiyor. İlle de ölmeniz gerek.
Koskoca bir milletin, ne istediğini bilmeyen muhteris idareciler elinde her gün yeni bir felakete uyanması sürpriz değil. Hipodromları dolduran seyircilerin köpüren heyecanlarını zirvede tutmak için, her gösterinin bir öncekinden daha heyecanlı olması şart. Çöken ekonominin teşhis ve tedavisi, daha büyük ve kullanışsız dev yapılar yapmaktan ziyade, ihtiyacı gidermeye hedefli olmalı. Yeni açılan hava limanının 49 ilçeden büyük olması, abes bir avuntu. Daha asfaltları bile kurumamış olan Yeni Havalimanı'na, İstanbul içi ulaşımın Ankara'ya gitmekten daha zor olduğu konuşuluyor.
Saray'ın icraatlarında-gerçi artık her şey payitaht merkezli oldu ya!-milletin ve vatandaşın çıkarlarının takip edilmesi, uzun ve kısa vadede, herkesin hayat standardını yükseltecek kazanımlardan çok, “İyi saatte olsunlar”ın memnuniyet ve ego tatmini ön planda. Vatandaş vergileriyle maaşını alıp, devlet ve hükümet edenler, yapması gereken hizmetleri, devlet-i aliye zamanından kalma ulufe, bağış ve lutf-u kerem sanıyorlar. 29 Ekim'de açılan havalimanı ve öncesindeki köprü projeleri, devlet malıyla yapılmalı mı? Öyleyse, ne diye kurum kurum geziyorsunuz ki? Biz, Sayın Başkan'ın maaş miktarını da bilmiyor ve merak etmiyorduk ama, eğer medyaya yansıyan rakam doğru ise, hiç de öyle “Fani dünya geçimliği!” falan değil. Saray'ın masrafları da devlet bütçesinden, ona göre.
Sanki her şey yolunda gidiyormuş gibi, son on beş gündür, Yeni Havalimanı ve yeni köprü için isim tartışmaları ile yatıp kalkıyoruz. İstanbul'da açılışı yapılan bütün büyük yatırımların ismi üzerinden koparılan fırtına evlere şenlik. Kimse, Metropolitan olması ile övündüğümüz İstanbul'un artık, yaşanmaz bir şehir haline geldiğinden bahsetme cesareti gösteremiyor. İstanbul, Saray Reklamları için seçilmiş ve her gün değerinden kaybeden bir şehre dönüştü.
Tarihi malzemeyi kullanarak, küllenmiş kavgaları gündeme taşımaktan ayrı bir zevk alan alil ve hastalıklı devletliler, hükümet etmeyi normal şartlarda sürdüremiyorlar. Açılışı yapılacak bina ve yapıların ismini, güya son ana kadar saklayarak işe gizem kattıklarını zannediyorlar. Çok da önemliydi. Şimdiye kadar, köprülere verilen isimlerden dolayı, ne Ortadoğu'da ne de Balkanlar'da kıyametler koptu. Şunun şurasında yaptığınız iş, şehrin ulaşım ve yerleşimindeki yığılmaları dağıtmaya çalışmak. Osmanlı'nın büyük hükümdarlarının isimlerini verdiniz de ne oldu? İstanbul trafiği gün ortasında sıkışıp kaldığında ne Cihan Fatihi, Sultan Mehmet, ne de Yavuz Sultan Selim trafik problemini halledemiyor.
İnşaat şantiyesinde işçi ölümleri açısından rahatsız edici haberlerin eksik olmadığı yeni havalimanı, güç-bela, eksik-tamam 29 Ekim'e yetiştirildi. Neyin, ne kadar tamam olduğu konusundaki bilirkişi raporlarını hukuk önüne çıkaracak bir kudret yok. Trafik kazalarında kayıp verme açısından Avrupa'daki birinciliğimize, işçi ölümlerini de ilave ederek ikinci bir rekorun daha sahibi olduk. Farkında iseniz, rekorlarımız insan hayatının ucuzluğu noktasında. Hem vergi veriyoruz hem de ölüyoruz!
Her işte olduğu gibi, aceleye getirip, kısa yoldan iş bitirmeyi hüner zannedenler eksik olmuyor. Müslümana gavur işkencesini reva gören, inşaat sektörü yeni havalimanında ayyuka çıkan işçi ölümlerini medyadan gizlemek için olmadık numaralara yatırım yaptı. Saray'ın gazabını üzerine çekmekten endişeli maaşlı yazarlar, “Tamam ölümler var, çalışma şartları kötü ama, abarttığınız kadar değil!” diyerek top sektiriyorlar. Rakam şaibeli de, ölen işçilerin olduğu noktasında herkes müttefik. Sendikal hakları çerçevesinde işi durdurma, yavaşlatma ya da grev eyleminde bulunma gafletine düşen gariban işçilerin başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. Garibanlar, çok iyi hırpalanmış olmalılar ki, ölen arkadaşları için “Bir gün önceden, firmanın ısmarladığı lahmacunlardan fazla yedikleri için öldüler!” şahitliğinde bulunmuşlar.
Garabetin derinliğine bakın! İkinci Milenyum'un yıllarını tüketiyoruz. Beşbin yıl öncenin Firavun Tapınaklarındaki trajediyi yaşıyoruz. Aynı hasta sayıklamalarını, Soma'da ölen 301 maden işçisinin ölümünden sonra, olay mahallinde bir bakanın ağzından “Neticeyi 300'e bağlarız!” şeklindeydi duymuştuk.
“İlle de 29 Ekim'e yetişsin!” inadıyla dayatılan Yeni Havalimanı projesinin, işçi ölümleri unutturulmaya çalışırken, kışın ilk günlerinde operasyonlara giden askeri timlerin birisinde iki er donarak vefat etti. Sebep aynı. İhmal. İşçi ölümlerindeki boşvermişlik, keyfilik ve laubalilik ne ise, gençliğinin baharında zayi edilen askercikler de aynı ihmalin kurbanı. Sebebini kimsenin bir türlü çözemediği askeri operasyonlarda da her gün verdiğimiz şehit sayısı beş'in altına düşmüyor. Bunda da mutlaka rakamlar şaibelidir de, ölenlerin olduğu muhakkak. Donarak vefat edenleri gizleyemedikleri için haberdar olduk.
Hasılı, Saray'ı memnun etmek için, büyük inşaat şantiyelerinde asgari ücretle, kötü ve elverişsiz şartlar altında çalışan işçileri feda ederek, askeri operasyonlarda da çiçeği burnunda delikanlıları harcayarak yol alıyoruz. Eğer, en son açılan köprünün ve havalimanının ismi resmileşmedi ise bizim de iki isim teklifimiz var; İki Şehit Köprüsü. Ölüler Şantiyesi Havalimanı.
Ürperip, içiniz bir garip mi oldu? Kendinizi, Saray'ı memnun etmek için sürekli bedel ödeyen, aile ve yakınların yerine koymayı deneyin. Türkiye'de vergi vererek vatandaşlık görevi yerine getirilmiş olmuyor. Bir de Saray'ın ihtirasları için ölmeniz gerek!
Kadir Gürcan