Seçimin üzerinden kaç hafta geçti ama, hala heyecan uyandıran ve yeni bir döneme geçişin farlılıklarını dışa vuran bir hareketlilik kaydedilemedi. “Daha ne olacaktı ki? Nur topu gibi bir başkanımız oldu. Bundan iyisi Şam'da kayısı!” demeyin. Akşam demokrasi ile yatıp sabaha Başkanlık ile uyanmak, kulağa hoş gelen bir el çabukluğu. Aynı Şark Kurnazlığı ile yatıp-kalkan iktidar talepleri her zaman söz konusu olabilir. Bahsettiğim memnuniyetsizlik ve tatminsizlik o “Nur topu gibi Başkan” için de geçerli.
Yeni Sistemin takdim ettiği makam için seçilen isimler konusunda da rahat değiliz. “Cumhurreisi, Cumhurbaşkanı,...” gibi kulağa hoş gelen, oturaklı, makama uygun ve hoş tedaileri olan adlandırmalar yerine, 24 Haziran Seçimlerinin ikram ettiği tek isim “Başkan” biraz hafif kaçtı. Dernek Başkanı, Futbol kulübü başkanı, camii mütevelli başkanı gibi karışıklıkların önüne geçmek için ne gibi zihni egzersizler denenecek zamanla göreceğiz. Eski Cumhurbaşkanı, yeni Başkan'ın da gözünün geçmiş günlerin görkeminde olduğunu hissediyoruz.
Sistem değişikliği getiren bir seçimden sonra bu tatsızlık, öyle ya da böyle zafer sarhoşluğunda sevindirik olanların bile neşelerini yüzlerde asılı kalan tebessümlere bıraktı. “Bu kadar kolay olmamalıydı!” ürkeklik ve endişelerini taşıyan sadece biz değiliz. Temmuz Sıcağında başına güneş geçmiş birisinin, artık heyecan uyarmayan Anıtkabir provakasyonu, Başkanlık gemisi için gerekli rüzgar oluşturmaya yetmez. Bu tür agresif eylemler tedavülden kalkalı neredeyse üç on yıl oldu. Eski Cumhuriyetin muhafızları, ard arda yedikleri darbelerden sonra, düşe-kalka girdikleri seçimlerin yorgunluğunu altı ayda üzerlerinden atamıyorlar. Şu an Anıtkabir için kazan kaldıracak dermanları yok.
Yine Eski Cumhuriyetin yadigarı olarak kabul edilen Türk Ordusu açısından da ardçı sarsıntılar devam ediyor. Kurumun 15 Temmuz Depremi'nin merkez üssü töhmetinden kurtulmak için harcadığı enerji, son elli yılın toplam insan gücü sarfiyatından çok hem de çok fazla. Genelkurmay Başkanı'nın üniformasından bir anda sıyrılıp, takım elbise giyip, meclis açılışında ismi zikredilince ayağa kalkıp asker selamı vermesi garipliğine hala gülüyoruz. Yeni sistem onun da kafasına oturmamış.
Yaşadığımız bölgede sistem değişikliği tecrübelerinin yakın tarihi hiç de iç açıcı değildir. Bu tür doğumlar hiç bir zaman tabii yolla olmadığı gibi, yabancıların C Section dedikleri, bizde Sezeryan denilen tarzın en çilelisi hatta en ölümcül olanıdır. Düşük yapma ve doğum esnasında hem çocuğa hem de anneye hayati tehlike yaşatma her zaman mümkündür. Bu ağır operasyonlardan dolayı, bir çok ülke sistem değişiklikleri konusunda ya tamamen kısırlaşmıştır ya da erken kalkanların yeni hayaller kurduğu illetli bir bünye haline gelmiştir.
Yeni sistemin inandırıcı olması için ciddi malzemeye ihtiyaç var. Türkiye'deki Anıtkabir Provo0kasyonları tek başına yetmez. Geçtiğimiz seksen yıllık katı Halk Partisi sinir uçlarının bu tür düzme teşebbüslerle taze tutulması gayet mümkün. Ama bu, Marksist-Leninist yönelimler için tatmin edici olmaz. Onları tatmin etmek için başka şeyler bulmak gerekiyor.
Cumhuriyet Tarihi boyunca, insan avının en kolay hedefi olan cemaatlerin son başkanlık seçiminden sonra gündeme gelmesi rastlantı değil. Zaten bu proje rafta bekletiliyordu. Nufusunun yüzde doksanı müslüman bir ülkede, müslümanların dahil olduğu cemaatlerin gizli-açık koğuşturmalarla arası hep sıcak tutulmuş. Her ihtilalde, her toplumsal sarsıntıda o gün için iktidarı elinde bulunduranlar, cami ve mescid avlusundaki gariban müminleri camiye gidemez hale getirmişlerdir. Masum insanlar, “Kafama şapka mı giysem, fötr mü taksam? Cübbeyi çıkarıp, smokin mi giysem?” şaşkınlığını üzerlerinden bir türlü atamadılar. Şöyle ya da böyle, bir kaç on yıldır, tam, sistem ve yaşanan yüzyıl ile entegre olduklarını zannederken, yine giyotinler onlar için arşiyeler çizmeye başladı.
“Cemaatlerin köküne kibrit suyu dökme!” projesini dile getiren ve bu konuda son günlerde fikir egzersizi yapanlar, kendisini Siyasal-İslamcı olarak tarif edip, gelirlerini Saray'a bağlayanlar. Şu an aceleden akıllarına gelen ilk çözüm, Türkiye'de bilinen cemaatleri Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlamak. Yeni bir kurum ve başkanlık icadına vakitleri yok. Bunun için kredisi Alman Mühendislik harikası Audi marka milyarlık arabalara takılan devlet memurları akıllarına geldi. Yani inanmış insanlar, gırtlaklarına kadar dünyaya ve sekülerizme batmış adamlara, Diyanet Teşkilatına, ahiretlerini teslim edecekler.
Seçim sonrası, Türkiye'nin kronik meselelerinin üzerine örtmek için sarfedilen gayretin haddi hesabı yok ama, başarılı olamıyorlar. Beş kuruşluk kıymet-ı harbiyesi olmayan Anıtkabir saldırısı ve cemaatlerin Diyanet'e bağlanması projeleri sarılabildikleri zayıf damarlar. Onlar işe yaradığını düşünüyorlar.
Yeni Başkan'ın, Eski Genelkurmay Başkanı ve büyük ümitlerle 24 Haziran'da oylarıyla yeni bir sistemin kapılarını açan seçmenler beklediklerini bulamadılar. Şimdilik Anıtkabir'e saldırarak seçmen kesimini tatmin seçmeni, cemaatleri Diyanet İşlerine bağlayarak da bir süre gündemi meşgul edebilirler ama süre daha idare edebilirler.
Bu yüzden Anıtkabir'in ortadan kaldırılmasından çok, altı ayda bir provakatif saldırıların hedefi olarak korunması, cemaatlerin de her an ortadan kaldırılacakmış gibi yapılıp, cankeş tutulması tamamıyla ortadan kaldırılmalarından daha çok işe yarıyor. Bu iki fenomenin muhafaza edilmesi iktidarın önemli önceliklerinden birisi olarak duruyor.
Kadir Gürcan