Demokrasinin gözünü seveyim. Modern zamanların dayattığı siyasi problemleri giderme açısından kullanışlı çareler sunuyor. Beceriksiz siyasilerin dökülüp saçılmalarını derleyip toparlayacak ve ülkeyi sahil-i selamete çıkaracak başka çareler aramaktan kurtuluyorsunuz. Şu an için “Demokrasiden de iyisi olabilir, fazla abartmayalım!” diyerek akildanelik edenlerin kafalarında hiç bir şey yok.
Demokratik kurumlar ve bu kurumların işleyişi krize girdiğinde de tedavi ve ilacı yine demokrasinin içinde saklı; arızalanan, ölümcül hasarlar alan ve can çekişen demokrasinin tedavisi için teklif edilen tek reçete ne? Daha fazla demokrasi. Hani o uzuvları koptuğunda, kendisini tekrar inşa eden, rejenerasyonlarını kendileri yapan hayvanlar var ya aynen öyle!
Öldürmeyen hastalık bünyeyi daha güçlü kılar gerçeği, demokrasi için bire bir geçerli bir kural. Her seçim döneminde öldürücü virüslerle baş etmesi için, demokratik tecrübelerin yeni anti-virüsler geliştirmesi gerekiyor. Geçtiğimiz yüzyıl, bu tür anti-virüs üretimi için oldukça verimli bir dönem oldu.
Demokratik seçimler sonunda diktatörlük ve despot bir idari tarza dümen kıran ülkeler yok değil. Ülke içindeki kargaşa ve problemleri demir yumruk haline dönüşüp, muhalifleri “sürgün ya da ölüm!” tercihine zorlayan iktidar krizleri, ülke vatandaşlarına derin acılar yaşattı. Dolayısıyla, demokrasinin alternatifi, askeri darbeler, oligarşik ya da otokratik tercihler olamayacağı çok pahalı tecrübelerle öğrenildi. Siyasi kargaşalardan iyice bunalan ülke insanlarının, kurtarıcı el zannettikleri despot ve tiranlar, ülkenin birkaç çeyrek asrına mal oldu. Katlandıkları zulümler yetmezmiş gibi, yaşadıkları çağın dışına itilen insanların tek ümitleri, başlarına musallat olan zorbaların bir an önce takdir-i hakk ile defolup gitmelerine kalıyor. Kader-i ilahi, bu tür tiranlar da nedense çok uzun yaşıyor! Devlet malına çökmek ile uzun yaşama arasında ne gibi bir korelasyon olduğunu çözemedik!
Hiç aklınıza gelmemiştir, önemli bir tercih kavşağı olan ehven-i şerreyn'i (iki kötüden en zararsız ve katlanılabilir olan) seçme durumunda bile demokratik bir reflekste bulunuyoruz. Yani, kötülüğe hayat boyu katlanma ya da onunla yaşama değil, felaket, badire ve krizi atlatana kadarlık bir zaman dilimine rıza. Türkiye'nin siyasi olarak son girdiği kavşaktaki savrulma için daha makul bir öneri yok.
İktidar partisi içinden yeni ifşa ve itiraflar dökülmeye başlayınca, taraflardan ziyade, kendisini iktidarın teorisyeni olarak pazarlayanlar ürküp, korkmaya başladı. Ya hu, size ne oluyor? Her şeyin şeffaf olması, herkes tarafından görünüyor ve değerlendirilebiliyor olması da demokrasinin bir gereği değil mi? Demokrasilerin önemli bir kurumu olan gazetecilik sarı basın kartı sahibi olmak, maçlara bedava girmek, pahalı kokteyl ve resmi kutlamalarda denklanşörlere gülücük atmak ya da memnun bir azınlığın türemesi demek değil.
Hele şu, Saray Beslemesi jakobenlere bir bakın? Demokrasiyi bir kaşıklık irfanları ile sınırlı ve kendilerinin izni kadar kullanılabileceğini düşünüyorlar. Şimdiye kadar iktidar yandaşlığı ile sürdürdükleri teorisyenlik Saray'a ayarlı olduğu için arıza vermiyordu. Ne oldu ise, tahmin ve kehanetler birer birer boşa çıkmaya başladı. İktidar surlarında açılan gedikten boşalmalar devam ediyor. Kulislerde konuşulan erken seçim dedikoduları tartışmalara yeni bir teşni kattı. Araplar arasında meşhur bir söz var; “Hırsızlar birbirine girince, çaldıkları ortaya saçılır!” Seçmen olarak, ortaya dökülecek malzemenin kalitesini merak etmeye hakkımız yok mu? Bırakın ayol, seçmen biraz eğlensin.
Devletin rutin dışı işleri konuşulmaya başlayınca bazılarının ahlak zabıtası kesileceği zaten belli idi. Saray ya da İktidara güçleri yetmeyince, bir zamanlar vekil Başbakanlık yapan zavallı akademisyenin üzerine çullanmayı daha az riskli buluyorlar; “Efendim, bir başbakan sırları ifşa edemez.”, “Onların bildiği kadar, Saray'ın da bildiği var!” ve “Hepsi, Cumhurbaşkanından korkuyor!” tehditlerinin bini bir paraya gidiyor. Güya, iktidarın kirli işlerini ortaya dökme teşebbüslerinin önünü bununla almaya çalışacaklarını düşünüyorlar.
Ferdi hayatların mahremiyetine sözümüz yok. Ancak, devlet imkanları üzerine çullanıp oradan nemalanan saltanat takımının karıştırdığı haltları gizlemek gazetecilik ya da fikir hürriyeti sınırları içinde değerlendirilemez. Demokrasinin kıblesi kabul edilen ABD'de, devlet imkanlarını suistimal eden siyasetçi ve bürokratların deşifre edilmesi özel hayatın korunması sınırları içinde değerlendirilmiyor.
İstanbul Belediye Başkanı'nın ifşa ettiği iktidar yolsuzlukları, başta medya camiası olmak üzere bir çok devletlinin neşesini kaçırdı. Saray'ın tetikçileri, suistimalleri sulandırmak ve küçük göstermek için arabaların markalarına takılmış durumdalar. Siz hiç merak etmeyin, “Ayak takımı Clio'ya biniyor, kodamanlar Alman Mühendislik Harikası, Mercedes, BMW ya da özel üretim Audiler'e” sonucunu çıkarmak için üniversiteli olmaya gerek yok. Havuz medyasının takipçileri bile bu kadar basit bir kıyası yapabilirler. İktidarın bataklığından kötü kokular gelmeye devam edecek gibi bir his alıyorum.
Bir seçim söylentisi arefesinde de önümüzde iki tarafı da birbirinden kirli bir değnek duruyor. Mesele demokratik reflekslerimizle üzerimize bir şey bulaştırmadan vatandaşlık görevimizi yerine getirmekte düğümleniyor. Ehven-i Şerreyn tıkanmışlığından kurtulmanın tek çaresi daha fazla demokrasi talebinde ısrar etmeye bağlı. Muhalefet bunu beceremiyor. Anlaşılan o ki, millet yine bunu kendi irfanı ile halledecek!
Kadir Gürcan