Son bir kaç yıldır, Filistin-İsrail özelinde gelişmeye başlayan barış görüşmeleri Suud, Mısır ve diğer Arap ülkelerine doğru yayılmaya başlamıştı. Taraflar bir türlü düşmeyen tansiyona rağmen, çözümün barış ortamında konuşulması gerektiğine dair olumlu adımlar attılar. Her zaman bıçak sırtında gerçekleşen iyi niyet tavırları, olmadık bir kıvılcım ile bad ü heva olma riski ile karşı karşıya.
Ramazan-ı Şerif'in son birkaç gününde patlak veren İsrail-Flistin gerginliği, sürpriz olmadı. Ramazan, Kudüs, Mescid-i Aksa, Salahaddin gibi dini kredisi yüksek kavramlar piyasaya düşmeye başlayınca, akıl ve mantıki bir çerçeve teklifinin itibar görmeyeceği aşikar. Yine iki tercihten birine zorlanmış olmanın sevimsizliği ile karşı karşıyayız. Göller ülkesinde ada olmanın ya da bunun için ısrar etmenin neye mal olacağını bile bile, dini ritüelleri siyasi çöküntülere malzeme yapan dikta idarelere pabuç bırakmamak gerekiyor. Mesele, ne Kudüs'ün dini kıymeti, ne Mescid-i Aksa'da teravih ne de Çin işi kartondan Salahaddin(!) adaylarının altından kalkabileceği bir durum. Bugüne ait bir çözümü mayalayacak kudretleri olsaydı, bin sene öncenin meçhul şartlarında sığınmak zorunda kalmayacaklardı. Demek ki çok çaresizler!
Sonda söyleyeceğimizi, yeri gelmişken ifade edelim ki, işimizi kolaylaştıralım. Daha önceki İsrail-Filistin ya da İsrail'in diğer Ortadoğu devletleri ile girdiği mücadelelerde olduğu gibi, onlarca cana mal olan bu kriz de çok uzun sürmeyecek ve bölgede bütün coğrafyayı içine alacak apokiliptik bir kıyamet ateşi tutuşmayacak. Bununla birlikte, kargaşadan en fazla yararlananlar, bölgeye komşu dikta ve zorba iktidar sahipleri. Önümüzdeki bir kaç hafta, Cuma Hutbeleri'nin ana konusu Kudüs ve Mescid-i Aksa'yı nakte çeviren, romantik, hissi ve tarihi hamaseti ağır metinlerden oluşacak. Bir dahaki Ramazan ayına kadar Cuma Namazları'nın, ibadet yönü dışında, İsrail ve Yahudi aleyhtarı gösteri ve mitinglere alet edileceğinde kimsenin şüphesi olmasın. Kendisini Salahaddin-i Eyyübi döneminde konumlandıran bir çok işsiz-güçsüz genç, Cuma Namazı'nın mitingler için farz kılındığını zannediyor.
Filistin mağduriyetinin çok geniş bir kullanım alanı var. Dünyanın değişik yerlerinde, Müslüman grupların karşı karşıya kaldıkları zulüm ve mahrumiyetler benzer bir ilgiye sahip değil. Anti-semitik ve Yahudi düşmanlığı ile iç siyaset yapmaya pek meraklı İran ve Türkiye'nin, mesele, Çin idaresi altındaki Uygur müslümanları ya da Myanmar müslümanları olduğunda nedense hamasetleri köpürmüyor. Uygur ve Myanmar mağdurlarının kıyamet savaşları için bir sebep olmadığı konusuna ikna olunmuş gibi.
1948 yılında resmen kurulan İsrail Devleti o günden sonra bölgede en çok konuşulan devlet oldu ve dünya kamuoyunda devlet statüsünde muamele gördü. Bölgeye komşu ülkelerle girdiği bütün mücadelelerde ya başarılı oldu ya da krizi en az hasarla atlatma başarısını gösterdi. Six Days War, “Altı Gün Savaşları” olarak bilinen Arap-İsrail savaşında, çiçeği burnunda İsrail'in birleşik Arap Ordularına verdiği ağır hasardan sonra, Kudüs'te Cuma namazı hayali ütopyaya dönüştü. Operasyona katılan Arap Ülkeleri o sert kışı atlattılar ama, yedikleri soğuğu hiç unutmadılar. Şu an beyni sulanmış bir kaç müslüman ülke lideri dışında kimse buna benzer bir teşebbüsü dillendirmedi. Kaderin garip bir cilvesi, Arap ülkelerindeki dikta idareler de bu kötü yenilginin ardından inşa edilmeye başlandı. Kaderin diğer cilvesine bakın ki müslüman halk, savaşta rezil olan liderlerini, kendilerine başkan yaparak ödüllendirdi.
Geçtiğimiz hafta Filistin-İsrail krizi alışılmış bir rutini tekrar etti. Bu tür durumlarda devlet-i aliye refleksleri göstermeye bayılan Türk Kamuoyu, konuyu yine magazin laubaliliğinden kurtaramadı. Anti-semitik ve Anti-Amerikan sloganların bini bir para. Filistin ve müslüman halkını savunur gibi yapan liderlerin hemen hemen tamamı diktatör ve zorba sicilleri ile söhret yapmış tipler. Piyasanın rüzgarına kapılan kıt akıllı biri hızını alamayıp, ardında enkaz bir ülke bırakan Küba Lideri Fidel Castro'ya sığınacak kadar işi abartmaktan çekinmedi. Güya, Castro Filistin'e sahip çıkasıymış. Filistin'in neden yetmiş yıldır hep aynı kış mevsimine takılı kaldığını anlayın.
Daha kötüsü, eline mantar tabancası alan herkes “Gönderin bizi, Gazze'de savaşalım!” diye ne kadar hümanist ve barış yanlısı olduğunu göstermek için birbiri ile yarışıyor. Kırk yıldır, Anti-semitik söylemlerle müslüman kitleyi yanlış yönlendiren bir başka şarlatanın teklifi de orijinal değil, “İsrail mallarına boykot uygulayalım!”
Budala işte, ne olacak. Saray'ın İran petrollerini illegal olarak İsrail'e taşıdığını ya bilmiyor, ya da başını kuma sokup, veliyyünimetine göz kırpıyor.
İsrail krizi üzerinden bir hafta geçti. Neredeyse yetmiş yıldır, benzer bir kaderin mahkumu olan Filistin halkı işleri, şimdiki halden başka bir evreye taşıyabilecek rüştü göstermeyi başaramadı. Saray, Bayram tatilinde söz arasında “İsrail'e hala çok kızgınız!” diyerek hadise konusundaki hassasiyetlerini tazeledi. Ne İran ne de Türkiye'nin yapmacık kızgınlık ve öfkeleri, Filistin'in neredeyse bir asrı bulan uzun kışını bahara çevirecek güce sahip değil.
Bir türlü başlama noktası bulamayan Filistin, mağduriyetlerini kendi iç politikaları için kullanan Türkiye, İran ve benzeri dikta rejimlere mesafe koyarak yeni bir başlangıç yakalayabilir.
Kadir Gürcan